ABD-Singapur ilişkilerinde yeni dönem

Singapur Başbakanı Lhoong’un ABD ziyareti, iki ülke arasında yarım yüzyıla dayanan ilişkilerin, ABD yönetimince ilan edilen '21. Yüzyıl Asya Çağı' projesi kapsamında nasıl yapılandırılacağı açısından önem taşıyor.
ABD-Singapur ilişkilerinde yeni dönem


Singapur Başbakanı Lee Hsien Lhoong’un hafta başından bu yana ABD’ye yaptığı resmi ziyaret iki ülke arasındaki ilişkilerin ellinci yılının kutlanması şeklinde geçti. Gerek üst düzey gerekse delegasyonlar arasındaki görüşmeler, geçen yarım yüzyıllık ilişkilerdeki başarıların hatırlatılmasının yanı sıra gelecek yüzyıllık süreçte iki ülke ilişkilerinin yeniden yapılandırılması anlamı taşıyor.

Burada yüzyıllık gelecek derken dayanak noktası elbette ki ABD yönetimince ilan edilen 21. Yüzyıl Asya Çağı projeksiyonu. ABD'nin 21. yüzyıl için belirlediği bu hedef Asya-Pasifik bölgesinde yeni bir yapılanmaya gönderme yaparken, maddi anlamda küçük bir ada ülkesi olmakla birlikte, son derece stratejik mevkilerden birinde bulunan ve küresel ekonomi kuşağının önemli atardamarlarından biri niteliği taşıyan Singapur, ABD için vazgeçilmez bir 'ortak' olma özelliğini sürdürecek.

Dünden bugüne Singapur - Batı ilişkisi

Asya kara parçasının güneydoğu ucundaki en son noktası olan 719 kilometrekarelik Singapur’un çok gelişmiş bir ada ülkesi olmasıyla, süper güç ABD arasındaki ilişkinin bir anlamda 'maddi' tezatı dikkat çekici. Soğuk Savaş yıllarının ortasında doğan Singapur’un ABD için önemi dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Singapur’un ABD ile ilişkileri 1965 yılından başlatılsa da, adanın Batıyla olan ilişkilerini İngilizlerin adayı bir ‘ticaret üssü’ olarak yeniden yapılandırmaya başladıkları 1819 yılından itibaren ele almak gerekiyor. ABD’nin adayla yarım yüzyıllık ilişkisinde bu 'ticaret üssü' işlevi kadar, Güney Çin Denizi-Malaka Boğazı-Hint Okyanusu güzergahındaki jeo-stratejik konumu ve su yollarının güvenliği ile de öne çıkıyor.

Bölgenin yalnız adası

Singapur bugün sadece bölgesel yani ASEAN - Çin ilişkileri bağlamında değil, küresel ölçekte, yani Asya-Pasifik bölgesinin serbest ticaret ve askeri yapılanmaları açısından da vazgeçilmez bir öneme sahip. Adanın sembolü ‘aslan’ -ki Malayca Singa’dır-, adaya hakim bir aslanın tek başına var olma mücadelesine gönderme yapar. Bir yanında Endonezya Takımadaları, birkaç yüz metrelik Cohor Nehri’nin öte yanında Malay Yarımadası’yla çevrili Singapur, her ne kadar aralarında güçlü bir birliktelikten söz edilemese de, Malay dünyasının bu iki ülkesiyle çevrili. Bu çevrili olmanın ifade ettiği anlam ise Singapur’un ‘hangi millet’ olduğuyla bağlantılı. Çünkü ‘Singapur’ adının, ‘Singapurlular’ denilen bir etnik veya toplumsal yapıya tekabül etmediği görülür.

Zaten 1965 yılında kuruluşundan bu yana, başta kurucu baba Lee Kuan Yew olmak üzere, Singapur hükümetlerinin ‘Singapurluluk’ aidiyeti oluşturma gayreti de böylesi kendine özgü/has bir kimlik sahibi olmamasından kaynaklanıyor. Bununla birlikte, Singapur’un, komşuları Malezya ve Endonezya ile herhangi bir sıcak çatışma yaşamadığı ve bunun pek de rasyonel bir gelişme olmayacağı malum. Ancak ‘Malay dünyası’ ile Singapur arasında zaman zaman yaşanan gerilim, temelde Çin nüfusu ağırlıklı adanın kalkınmışlığının Malaylar üzerinde oluşturduğu, en hafif ifadesiyle bir tür ‘çekememezlik’ tavrıyla bağlantılı. Hem Malezya hem de Endonezya’da genel anlamda Malay kitleler ile Çin kökenli azınlık arasındaki ilişkilerin yapısı, işaret edilen 'çekememezliğin' örneği durumunda.

İlk elli yılın belirleyicisi

Ziyaret boyunca Başbakan Lee’nin yüzünden gülücükler eksik olmuyordu. Zaten "50 yıllık işbirliğimiz gelecekteki işbirliğimizin teminatıdır" anlamına gelecek açıklamasıyla ABD ile olan sıkı bağa dikkat çekiyordu. Başbakan Lee, ABD’nin varlığını daima öncelemiş ve önemsemiş olan babası Lee Kuan Yew gibi ABD’nin bölgedeki varlığını ‘kaçınılmaz’ olarak nitelendirmesiyle, ikinci ellinci yıla adım atılan bu günlerde iki ülke ilişkilerinin de bir anlamda ‘mecburiyetine’ vurgu yapıyordu. Ada nüfusunun kahir ekseriyeti gibi, Başbakan Lee’nin de Çin asıllı olmasından hareketle ABD'ye kıyasla Çin’e daha yakın duracağını düşünmek hatalı olur.

Adayı kuran baba Lee Kuan Yew’un kırk yıl boyunca ülke politikası ve uluslararası ilişkileri biçimlendirmesi sürekli ABD eksenli oldu. Bu eksen, temelde Thomas Stamford Raffles’ın 1819’da attığı tohumun gelişip büyümesi ile bağlantılı olduğu kadar, İngiliz eğitimli ve keskin siyasi zekaya sahip Lee Kuan Yew’un Çin’le karşılaştırmada ABD ideolojisini sürekli öncelemesiyle belirginlik kazandı. Öyle ki Çin’in liberal ekonomi virajını dönmesinde, müteşebbislik/yenilikçilik gibi günümüzde artık moda olmuş liberal ekonomi kavramlarını Çin’e öğreten Lee Kuan Yew’un rolü küçümsenemez.

Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması

Başbakan Lee'nin Washington ziyaretinde iki ülke arasında ‘ortak değerler, hedefler ve çıkarlar’a yaptığı vurgu temelde ekonomi ağırlıklı bir içeriğe sahip. Bu anlamda liberal-demokrat yapıdan ziyade liberal ekonominin ‘değerleri’ Singapur için cazip olan. ABD’nin ‘demokratikleşme’ söylemi karşısında, baba Lee Kuan Yew’ın yirminci yüzyılın son çeyreğinde ‘Asyalılık Değerleri’ kavramını gündeme getirerek ‘Biz Asyalıyız. Kendi değrelerimiz var’ şeklindeki yaklaşımı bunun en iyi kanıtı.

Bu bağlamda Başbakan Lee’nin görüşmelerdeki öncelikli alanı hiç kuşku yok ki ekonomiydi. Bu çerçevede ABD’nin yaklaşık altı yıl önce gündeme getirdiği Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nın (TPPA) bir an önce hayata geçirilmesi konusunda destekleyici tavır ortaya koydu. Temelde süreç ABD tarafından başlatılmış olsa da, ABD senatosunca halen onaylanmayı bekleyen TPPA, Singapur için bulunmaz bir nimet ve fırsat. Bu nedenle kimi ülkeler bu anlaşmaya imza atmak için ‘ikna’ edilme süreçlerine tabi olurken, Singapur yönetiminin serbest ticaretin bölgesel ve küresel olarak geldiği nihai noktayı gösteren bu anlaşmaya başından bu yana evet dediği biliniyor. Başbakan Lee, bu anlaşmadan en karlı çıkacak tarafın 'ada' olduğunu kestirdiğinden, “TPPA’nın hayata geçirilememesi büyük bir kayıp olacaktır” açıklamasını rahatlıkla yapıyordu.

Asya-Pasifik Güvenlik Şeridi

Singapur için ekonomi kadar güvenlik de olmazsa olmaz koşullardan biri. Tıpkı Raffles’ın iki yüz yıl önce adayı ‘ticaret üssü’ kılma çabası sırasında, gerektiğinde kullanılmak üzere ‘topu/tüfeği’ni eksik etmemesi gibi, bugün de Singapur, toprak parçası olarak korunacak büyükçe bir yeri olmasa da, korunacak ‘değerleri’ anlamında güvenliği son derece önemsiyor. Adanın güvenliği kendi başına bir anlam ifade etmesinin yanı sıra ABD'nin bölge politikalarını da ilgilendiren boyutlar taşıyor. Bu bağlamda Singapur'un emniyeti, bugün neredeyse her gün haberlere konu olan Güney Çin Denizi -ki buna Doğu Çin Denizi’ni de eklemek gerekiyor- Malaka Boğazı ve Hint Okyanusu’yla kopmaz bağı nedeniyle hayati bir önem arz ediyor.

Bu hattın güvenliği ABD kadar, ABD’nin bölgedeki müttefikleri Japonya, Güney Kore, Filipinler, görece uzakta olsa da Avustralya-Yeni Zelanda'nın güvenliğiyle bağlantılı. Bu su güzergahının küresel eksen içinde önemi, ABD’nin 'Asya Yüzyılı' kavramıyla giderek daha da belirginleşiyor. İşte bu fotoğrafta yeri ve konumu itibarıyla Singapur vazgeçilmez bir önem taşıyor. Bu nedenledir ki Singapur bölgede Batı’nın ürettiği en gelişmiş silahlara sahip bir ülke konumunda. Bunu da ulusal gelirin yüzde yirmisini savunma harcamalarına ayırarak gösteriyor.

Öte yandan, Washington’daki görüşmeler sırasında Başkan Barack Obama’nın Singapur’u “ABD’nin ‘çapa attığı’ bir yer olarak tanımlaması dikkat çekiciydi. İkinci elli yıl veya ABD’nin kurguladığı ‘Asya Yüzyılı’ bağlamında gelecek yüzyılda, ABD-Singapur ilişkilerinin güçlenerek devam edeceğine kuşku yok.