ANALİZ - Suriye hava sahası savaşı bölgesel hale getiriyor

Suriye hava sahası savaşın gidişatında ve özellikle de bölgeselleşme eğiliminde başat faktör. Zira, son üç yıl içinde devlet düzeyindeki aktörlerin doğrudan birbirlerini hedef aldığı çatışmaların en kritik olanları havada yaşandı- Suriye Baas rejimi açısı
ANALİZ - Suriye hava sahası savaşı bölgesel hale getiriyor

İSTANBUL (AA) - CAN KASAPOĞLU - 2018 yılı şubat ayı sonunda, Anadolu Ajansı analiz haberler kapsamında yayımladığımız çalışmanın başlığı “Suriye Hava Sahasının Kontrolü: Mayın Tarlasında Uçmak” [1] idi. Söz konusu çalışma, Suriye hava sahasının dünyanın en tehlikeli hava sahası haline geldiğini değerlendirmekte, İsrail Hava Kuvvetleri’nin yoğun müdahaleleri karşısında tahkim edilmiş Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri ve Rus askeri varlığı dolayısıyla her an ciddi gerilimlerin fitilinin ateşlenebileceğini öngörmekte idi. Eylül 2018’de meydana gelen bir olay, bahse konu açık-kaynaklı istihbarat analizinin tahminlerini doğrular nitelikteydi. İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye’de bazı askeri hedeflere taarruz ederken, operasyon bölgesinde bulunan Rusya’ya ait bir IL-20 (Ilyushin-20) elektronik istihbarat ve keşif uçağı, Baas rejimine ait bir S-200 uzun menzilli hava savunma sistemi tarafından vuruldu.

Konuya ilişkin Rus ve İsrail kaynaklarının üzerinde uzlaştığı tek nokta, IL-20’yi vuran sistemin Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri’ne ait bir S-200 SAM (karadan-havaya füze/surface-to-air missile) sistemi olması. Bu önemli ayrıntının dışında, iki devletin açıklamaları birbirinden çok farklı. Ancak, hangi askeri-teknik ve diplomatik izahatın doğru olduğundan daha kritik bir gerçek var. Olayın hemen ardından Moskova, Baas rejimine S-300 hava savunma sistemlerinin sevkıyatını gerçekleştirdiğini ve kapsamlı bir hava savunma modernizasyonu programı başlattığını duyurdu. İsrail ise Suriye hava sahasındaki faaliyetlerini durduracağına yönelik bir işaret vermediği gibi, uluslararası basında ABD yönetiminin Suriye’deki öncelikli hedefinin İran’ın ileri üs varlığına son vermek olduğuna ilişkin haberler yer aldı. Açıkçası, mevcut koşullarda Suriye hava sahası için ‘mayın tarlası’ ifadesinden fazlasını tercih etmemiz gerekecek. Uluslarası strateji çevrelerinde birçok değerlendirme kritik M4 ve M5 karayollarına, Fırat Nehri’ne, taktik öneme sahip yerleşimlere odaklanırken biraz da gözden kaçırılan husus şu, tüm bu sayılanlar çok önemli olmakla birlikte, Suriye hava sahası savaşın gidişatında ve özellikle de bölgeselleşme eğiliminde başat faktör. Zira, son üç yıl içinde devlet düzeyindeki aktörlerin doğrudan birbirlerini hedef aldığı çatışmaların en kritik ve sansasyonel olanları havada yaşandı.

- Suriye’ye S-300 teslimatı ne anlama geliyor?

S-200 SAM sistemi esasen tam bir Soğuk Savaş mirası. NATO kategorizasyonunda SA-5 Gammon olarak geçen sistem, 1960’lı yıllarda stratejik hava savunması için tasarlandı. Literatürdeki veriler, Suriye’nin bahse konu sistemin export versiyonuna 1980’li yıllarda sahip olduğunu gösteriyor. Son yıllara kadar statik yapısı ve iyice demode olan teknolojisi ile ciddi bir askeri değer taşımayan Suriye envanterindeki S-200 sistemleri, örneğin 2007 yılında İsrail’in al-Kibar nükleer tesisine yönelik müdahalesinde suskun kalmıştı. 2016 yılı sonrasında ise Moskova’nın modernizasyon girişimleri ile bu sistemlerin daha güvenilir yetenekler kazandığı belirtildi. Nitekim, 2018 Şubat ayında, İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16I Suriye S-200’leri tarafından vurulmuştu.

Teknik olarak değerlendirildiğinde, S-300 SAM ailesinin (daha doğrusu V serisi ve P serisi olmak üzere S-300 SAM ailelerinin), S-200’lerin aksine, mobil sistemler olduğunu biliyoruz. S-200 ise ikinci nesil bir Sovyet SAM sistemi, dolayısıyla statik hava savunma konfigürasyonları mantığı üzerine kurulu. Bu nedenle, bir harp durumunda S-300’lerin hayatta kalma şansı S-200’lere göre çok daha fazla. Ayrıca, S-300 sistemlerinin aynı anda angaje olabileceği hedefler ve ağ-merkezli yetenekler bakımından S-200’lere açık bir üstünlüğü var. Yine de, çok daha gelişmiş -ve Rusya Federasyonu’nun halihazırda Suriye’de zaten konuşlandırdığı- S-400’lere kıyasla, S-300’lerin elektronik harp önlemelerine karşı daha hassas olduğunu ve F-35 gibi stealth uçaklara karşı kabiliyetlerinin oldukça sınırlı kaldığını belirtmekte yarar var.

Özetle, Suriye Baas rejimi açısından S-300’lere sahip olmak, uzun yıllardır elde etmeye çalıştığı ve kendi envanteri açısından büyük bir sıçrama olarak görülmesi gereken bir savunma alımı anlamını taşıyor. Öte yandan, Suriye-İsrail askeri stratejik dengesi üzerinde, tek başına, deprem niteliğinde bir değişikliğe neden olmayacak. Bununla birlikte, asıl önemli olan konu Moskova’nın Suriye hava sahasının üçüncü taraflara kapatılması yönünde siyasi bir irade sergiliyor oluşu. Uzun süredir Rus askeri strateji çevrelerinde böyle bir eğilimin olduğu biliniyordu. IL-20 uçağının düşürülmesi ile Kremlin’in de bu eğilime yaklaştığı anlaşılıyor.

Elbette, Moskova’nın Suriye’ye yönelik hava savunma kabiliyetleri artırma programı S-300’ler ile sınırlı değil. Örneğin daha önce, çok sayıda alçak-orta irtifa Pantsyr S-1 hava savunma sisteminin rejim güçlerine teslim edildiği biliniyordu. S-300’lere ek olarak, gelişmiş elektronik harp yeteneklerinin Suriye’ye daha yoğun biçimde konuşlandırılması, radar ağının güçlendirilmesi, alçak ve orta irtifalardaki envanterin sayısal olarak desteklenmesi gibi yeni önlemler de gelebilir. Elbette, İsrail’in de buna karşı tedbirler alacağını kabul etmemiz gerekiyor. Hatta, Suriye hava sahasının çok riskli bulunması durumunda dahi, İsrail askeri elitinin taktik balistik füze ve uzun menzilli güdümlü roket taarruzu gibi seçenekleri de bulunuyor.

- Suriye’de İran-İsrail mücadelesi tırmanıyor

Suriye’deki S-300 krizinin askeri-siyasi odak noktasında, İsrail Hava Kuvvetleri, Rusya Federasyonu Hava-Uzay Kuvvetleri’nin ileri konuşlu unsurları ve Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri var. Ancak, konuya daha geniş bir açıdan bakılır ise olayların jeopolitik sıklet merkezinin esasen İran’ın Suriye’de giderek kalıcılaşan ve stratejik bir mahiyet kazanan varlığı ile Lübnan Hizbullahı’na yönelik oyun-değiştirici silah sevkıyatlarının olduğu görülüyor. Bu ayrım kritik gelişmeleri de beraberinde getirebilir. Zira, Suriye ve İran’ın 2000’li yılların başında, Bush yönetiminin geniş çaplı askeri müdahale tehditleri altında gelişen askeri ittifakı bugün bambaşka bir noktada. 2005-2006 yıllarında şekillendirilen ve bugüne dek söz konusu alanda iki ülke arasındaki ilişkileri düzenleyen Suriye-İran askeri anlaşması, Şam yönetimine savunma alımlarında bazı kolaylıklar sağlasa da iki önemli eksiği vardı. Bu anlaşma, Tahran’a Suriye’de sürekli üs bulundurma hakkı vermediği gibi, NATO’nun 5. Maddesine benzer, taraflardan birine yöneltilen saldırının bütün pakta yönelmiş kabul edileceğini ilan eden net bir casus foederis de içermiyordu.

Oysa bugün, Suriye’de Devrim Muhafızları Kudüs Güçleri’nin ve vekil silahlı gruplarının askeri varlıklarının da ötesinde, açık-kaynaklı uydu istihbarat verileri ile tespit edilen İran füze ve roket üretim tesislerinden söz edilmekte. Üstelik, İran Savunma Bakanı Emir Hatemi’nin Ağustos 2018 Şam ziyareti itibariyle, Tahran’ın Suriye’deki varlığı yeni bir uluslararası çerçeve de kazanmış oldu ve Suriye topraklarında kesintisiz İran askeri varlığı en yüksek düzeyde vurgulandı. Bu durum sürdüğü sürece, İsrail’in askeri müdahalelerini sertleştirmesi kaçınılmaz. Söz konusu müdahaleler, İsrail ile Rusya’yı giderek daha fazla karşı karşıya getirecektir.

- Suriye hava sahası ve çatışmanın geleceği

Suriye’de gözden kaçan, ancak bölgesel bir çatışmayı tetikleme riski en yüksek olan denklem hava sahası ile ilgili. İlginç bir şekilde, savaşın başından itibaren Suriye’ye ilişkin kontrol haritaları, Türk basınının ve düşünce kuruluşlarının da yayımladıklarının büyük bir kısmı dahil olmak üzere, harbi ‘tek boyutlu’ olarak ele alan ve yeryüzünün kontrolüne dayanan haritalardı. Söz gelimi, rejim güçlerinin birkaç yıl öncesine kadar Suriye’nin yüzde 25’ini kontrol ettiğini, bugün ise yüzde 70’ten fazlasını kontrol altına aldığını analiz eden çalışmaların hemen hepsi ile anlatılmak istenen, ülke toprakları idi. Oysa, gerçek böyle değil. Bir ülke üzerinde hakimiyet, ülke toprağı, hava sahası ve kara suları ile bir bütün olarak mümkün. Bugün, Suriye Baas rejimi ülke toprakları üzerinde önemli ölçüde kontrol sağlamış görünse de, hava sahasında durum çok farklı.

Son olarak, Suriye’de süregelen savaştan çıkarılan askeri derslerin Ankara için hayati öneme sahip olduğunu da not ederek, Türk karar vericiler ve savunma sanayii için kısa bir değerlendirme ile bitirelim. Türkiye’nin çevresinde hava savunma kabiliyetlerinin gittikçe yükselmesi ve özellikle Ortadoğu’da, Sovyet döneminden kalma sistemlerin yerine daha etkin yeni sistemlerin gelmesi dikkatle takip edilmesi gereken trendler. Söz konusu gelişmelerin doğal sonucu, Türk Hava Kuvvetleri’nin bölgesel operasyonel imkanlarının giderek A2/AD (anti-access / area denial) alanları ve tehlikeli hava sahaları ile çevrelenmesidir. Bu nedenle, önümüzdeki ön yıllarda, düşük görünürlüklü (stealth) platformların, harp sahasının derinliklerinde ağ-merkezli harekat icra etme yeteneklerinin (örn. F-35 Müşterek Taarruz Uçağı ile sağlanacak yeteneklerin), stand-off akıllı mühimmatlar ile uzun menzilli taarruz imkanlarının (örn. SOM-J havadan-karaya seyir füzesi) ve anti-radyasyon yeteneklerinin (ideal olarak vurucu anti-radyasyon İHA sistemlerinin) büyük önem taşıyacağını vurgulamamız gerekiyor.

[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/suriye-hava-sahasinin-kontrolu-mayin-tarlasinda-ucmak/1074824

[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi’nde (EDAM) savunma analistidir]


Kaynak: