İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Aşktan başka bir dil bilmiyorum

Aşktan başka bir dil bilmiyorum

Dağlım, dağ çiçeğim…
 
Cümlelerim gökyüzünde salınan rengârenk uçurtmalara benzemeli.
Yazdıklarımda emek, gayret ve hayatım olmalı, dönüp dönüp okumalısın.
Umut ve esenlik olmalıyım.
Her gün yeni baştan şaşıran oluyor, taş yerine atılan güllerden desteler yapıyorum.
Oysa yaşamak yorgunuyum Dağlım.
 
Konuşurken; yalandan “nefret” ettiğini söyleyen insanoğlu, pratikte yalana açıkça prim veriyor. Yalan konuşmuyor belki ancak yalan kadar tehlikeli riyakâr sözcüklere sığınıyor. Nehirlerin daha büyük nehirlere ve denize ulaştığı ortadayken ve gidilen yolun varacağı nokta bilinirken… İnsanoğlu tersine yüzen balıklara özeniyor… Yoruluyor, canı yanıyor, kuvveti tükeniyor, eksiliyor, herkes oluyor, sıradanlaşıyor ve insan olmanın hikmetinden ve kalbinden uzaklaşıyor.
 
“Gerçek kolay ve yalındır. Bu yalınlığın içinde de vahşi bir güç yatar. Yaşamın vahşi, ilkel gerçeklerine ancak yıllar süren bir mücadele sonunda varabildim. Çünkü insanlar yaşamın yalın ama çirkin ve güçlü olan gerçeklerine birkaç yıl içinde varamazlar pek. Gerçeğe ulaşmak, artık ölümden korkmamak demektir. Her ikisiyle de yüz yüze gelmek büyük bir cesaret gerektirdiğinden, ölümle gerçek birbirine benzer. Gerçekler de insanı öldürdüğü için, ölüm gibidir.”
 
Yaşadıkça öğreniyor insan, gerçek keskin bıçağa benziyor ve kınında tutmak zor.
 
Her akşam yıldızlı göğün sonsuz dünyasına bakıp üç dakika düşünsek veya bir cenaze törenine katıldığımızda, tabutun arkasından anlamsız, sahte laflar edeceğimize, hayat ve ölüm muamması karşısında zihnimizi yorsak, hikmete yönelsek, şimdiki durumumuzun düzelmesine doğru büyük bir adım atmış olacağız Dağlım.
 
Yanlış zamanda doğru sözler edenlerin bahtıdır sevgilim, tam da zamanını kollayıp yanlış sözler edenlerce yargılanmak, sorgulanmak, tartaklanmak...
Bazen mezar taşıma ne yazılsa yeridir diye düşünüyorum. Galiba şu: yaşadı ve denedi. Hepsi bu. Denedim ve yanıldım fakat kime ne bundan. Denedim. Korkmadım. Atıldım nicelerinin gözlerini kısarak baktığı ufuklara. Koştum. Terledim. Yoruldum.
Dağlım, yerinde oturanlar anlayamazlar bizim niye boyuna ayağa kalkmaya davrandığımızı. Yürüyenler bilemezler koşarak topuklarına kadar terlemenin hazzını.
 
Bugünlerde kim ne kadar azarlarsa azarlasın, hangi haksızlığa ve ithama maruz kalırsam kalayım kabulleniyor ve susuyorum. Tepki gösterecek mecalden uzağım. Kızmak külfetli. Bir sisin içinde dolaşıyor gibiyim.
 
Rüzgârın saklandığı yerden kurtulması gibi, acıma yenik düştüğüm zamanlar, “Elimde ağlamakların erittiği bir mendil…” Karanlıkta attığım o eğreti adımlar, yanmaya hazır bir orman oluşum… Bağırdım ancak duyuramadım çünkü seslenişim içime doğruydu, duygularımı sözcüklere çevirme çabamdan da vazgeçiyordum kalbim gözyaşlarımla doluyken. Güneşin battığı denizler ve sen uzaktın. Annemin ve senin sesindeki merhameti özlüyordum. Güneş yüzlü çocuklar koşuyor, soylu bir küheylan kişniyor, gümüş sikkeli zamanlar yaşıyordu… Berrak ve saf, kızgın bir ateşe benzeyen ancak su gibi doyurucu da olan, aşktan başka bir dil bilmiyorum.
 
Bana her dem incelik, nezaket ve merhamet gösterdin.  Elimi tuttun. Sevdin beni. Sırrım oldun.  
Ben dağlarda büyümüş bir çobandan başka bir şey değilim. Issız tepelere geri döndüğümde, sevgini ve sözlerini unutmayacağım, değerli bir hazine gibi daima saklayacağım.
 
Birbirimize Rabbimizin huzurunda da söyleyeceğimiz şeyleri söyleyelim, eksiği fazlası değil. Sadeliğe, vasata talip olalım. Aşikâr olarak görünmek, bilinmek istemek acizliğimiz ve zaafımızdır.
Bazen hayatımın, hayatlarımızın, ağır ve öldürücü bir uyku içinde geçtiğini düşünüyorum.
Gözlerimizde yaş, düşlerimizde yapılacak şeyler, dilimizde sözler birikiyor…
Kuruyup buruşuyoruz, paslanıyoruz, elimizde kala kala boşa geçirdiğimiz zaman kalıyor.
Hayatta yapılacak bu kadar çok şey varken insan değil sıkılmak, başını kaşıyacak, uyuyacak zamanı bulamaz. Başımızı önümüze eğip, bir ay sonra unutacağımız felaketlere ağlamak da gerçekte ucuzluğumuzun, basitliğimizin göstergesinden başka bir şey değil.
Asıl felaket, şu rahat yaşamlarımız içinde, olur olmaz şeylere kafamızı takıp, sıkıntıya girmeden yaşamaya çalışmamızdır.
Yeryüzü, kendi coğrafyamız, yan sokağımızda oturanlar,  komşumuz; açlıkla, işsizlikle, hastalıkla boğuşurken… İnsanların, bizim, basit ve çocuksu felaketlerimizle ilgilenmesini bekliyoruz. 
Geçenlerde bir arkadaşıma bunları anlatırken bana adres ver dedi; şunu söyledim: Niyetin halis olsun, istediğin istikamete doğru bir kilometre yürü, muhakkak elinden tutman gereken birini görürsün.
Ah insan! Önce benim elim tutulsun diye bekleyen insan. Beklemekten eli, gönlü, insanlığı uyuşan insan!
Okuduklarım bana kalsın. Bunca yaşın birikimi ile üzerine göz nuru döktüğüm kâğıt parçaları fevkalade mahsul veren şeyler olmadığı halde yine de mütemadiyen çabalıyor, cesaretimi kırmadan yazmaya çalışıyorum. Mesainin, ne şekilde olursa olsun yorulmanın faydasına inanıyorum. Esasen yazmak konusunda herkes bir Kutlu yahut Kazancakis olamaz ancak yine de şahsiyet sahibi olabilir.
 
Sözlerin, bakışın, gülümsemen... Suyun içinde usul usul sallanan nilüferlere benziyordu.
Varlığın, henüz çiçek açmış badem ağacı gibi tatlı bir ferahlık veriyordu.
 
Dağlım… Şimdi aşkın zirvesindeyiz… Altımızda da sadece sessizlik ve ormanlar var. Bana öyle geliyor ki İkimiz de yeni yeni yaşamaya başlıyor ve şafakla doğan güneşle derin bir uykudan uyanıyoruz.
 
Böyle yazılır. Yana yana, yana söne, söne harlana...
Böyle yazılır. İç çekerek, elleri titreyerek, avcu kanayarak...
Böyle yazılır. Sarsılarak, dağlardan devrilerek...
Böyle yazılır. Yar okusun diye. Yar bilmesin diye. Yar anladığını anlamaz gibi yapıp sussun diye...
Böyle yazılır şiir. Akarsuya verirsin kelimeleri, gider de, yol boyu getirdiği çer çöp, dal tomruk, çiçek yaprak ile yığılı verir kim bilir hangi kalbin eşiğinde...
Ben çerini çöpünü ayıkladım, halis cevheri buldum onda.
Gerisi mi?
Mevla kerim!
 
Erdemler ve büyük gerçekler, kötü ve pis ağızlarda, cümlecikler halinde, bir şey ifade etmeden dolaşıp duruyor. Sen bana, niçin sustuğumu soruyorsun.
 
İnsan ancak sevdiği ve sevildiği kimseler üzerinde bir hak iddia edebilir. Bu hak da yine karşılıklıdır. Hakkını helal etmeni istiyorum.
 
Rabbimin, kalbimi dolduran derin özlemden dolayı, yazdıklarımı bağışlamasını diliyorum.
Ömrünün sonuna kadar, Allah’ın merhameti üzerinde olsun.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!
 
Not: Nasip olursa 27 Nisan Cumartesi günü, saat 14.00'te, Yeni Haber Gazetesinde dostlarla buluşacak, sohbet edecek ve kitaplarımızı imzalayacağız. Adres: Musalla Bağları Mah. Ankara Cad. No:87/ A Selçuklu / Konya

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR