Hakan Bahçeci

Hakan Bahçeci

Canım da ne çekti!

Canım da ne çekti!

Gecenin ilerlemiş bir vakti, hava sıcak mı sıcak. Kapı pencere açık lakin ne esen var ne bir serinlik. İnsanın, nemden buharlaşıp kilo veresi geliyor. Yaprak kımıldamıyor diyorlar ya öyle işte. Susamışım, hissettim. Gidip açtım dolabın kapağını, görünce boş sürahiyi hayıflandım iyiden iyiye. “Çocuklar işte” diyesim geldi, sanki son üç bardağı içen ben değilim.

            Dolaşmaya başladım evin içinde o oda senin bu oda benim. Sanki köşkte oturuyorsun, kaç oda var gireceğin. Balkona çıkıp oturayım dedim, alışkın da değilim, hanımı çağırsak, iki kelam etsek. Dur şimdi gecenin bir yarısı, paylamasın seni yarı uykulu, ilişme uyusun, zaten günden yorgun, hem nasıl kıyılır o senin iki gözün.

Tuttum yine mutfağın yolunu, soğuk bir şeyler bulmalı, şöyle serin, sulu bir meyve mi olsa mesela… Dolabın önünde durdum biraz, kapağını açtım, iyi geldi serin serin aman hanım görmesin. “Kapat şu kapıyı” der nitekim. Sürahi boş, buz yok, meyve mi yesem,  Önüne “buz” koyunca olmuş buzdolabı lakin işte gelip sen koyacaksın içine su dolu kabı. Ne serinletir şimdi beni? Ne meyve var ne soğuk bir ayran, hoşaf bile olur… Ya hu, çıkılmamış mı pazara diyecek oldum, vazife benimdi hemen sustum.  

Yok dedim geçmez vakit böyle. Oturup daktilomun başına şöyle ağır bir yazı döşenmek geldi içimden, dünya sisteminden başlayıp savaştan dem vurmalı diye düşündüm. Olmazsa hüzünden yola çıkıp acıklı bir öykü yazarım dedim kendi kendime. Hiç olmazsa içim serinler biraz diye ümitlendim. Ne de olsa gece, uyku da firar etmiş sessizce, dem vur bakalım yine hayatın acımasızlığından şikâyetle. Gerçi şu günlerde eş dost diyor ne bu karamsarlık ne hüzün bu, keyifli bir yazı yok mu heybede?

Başım iki elimin arasında, terliyorum iyiden iyiye. Tek kelime yazamadım, kaldık mı dut gibi böyle. Dönüp dolaşıp kallavi bir yaz akşamının ellerine kalıyoruz işte. Kalkıp geldik yine dolabın önüne, kıyıda köşede vardır saklanmış bir şeyler belki de. Beyaz peynir ilişti gözüme, aldım bir dilim hay aksi şunun yanında olsaydı kıpkırmızı bir karpuz, fazla değil bir dilim. Canım da çekti şimdi, tam da karpuz zamanı değil mi?

            Eli mahkûm döndüm masamın başına, masa da şikâyetçi benden bilirim. Gece vakti yat adam ne işin var şu sıcakta geceleyin. Takıldı karpuza zihnim. Neredeyse yazacaktım karpuzla ilgili bir hikâye kahramanı benim. Şaka bir tarafa şöyle ne iyi giderdi serin serin. İnsem mi aşağı? Yok, canım bu vakitte ne dışarısı. Hem üst baş kavgası,  pijamalarla insen kim görecek, diyelim indin, bakalım açık mı bu vakitte köşedeki karpuz sergisi? Hadi diyelim, gittin uyandırdın adamı demez mi “Hayırdır hoca, ne bu karpuz sevdası?”

            Tamam deyip beklemek gerek de aklına gelmez mi şu sahne; çatalı batırınca kenarından suyu akacak, çatala gerek yok, ince bir dilim kessen, eline alıp, kocaman ısırsan, ağzının kenarından suyu aka aka hoş olmaz mı? Yani hiç olmazsa karpuzu ortasından ikiye şaklayıp karpuzun göbeğinden bir parça ağzına götürsen yerine varmaz mı? Isırınca damağında dolaşan o serinlik değmez mi cana.

            Canımız kapuz çeke çeke balkondan mutfağa, mutfaktan masa başına mekik dokuyup durduk. Musluktan su içtik kesmedi, dolabın önüne bağdaş kurduk sökmedi. Komşuya sorasım geldi, markete sipariş versem bu saatte gelir mi, onca ihtimali düşünelim derken kavuştuk sabaha, hoca ezana başladı, çağırdı sabah namazına.

            Camiye gittim, gözüm karpuzcuyu aradı ne yalan söyleyeyim. Terslik ya adam bugün gelmemiş, yatıp kaldı mübarek dedim. Namazdan sonra konu komşu döndük haneye, bir durgunluk var sende diyorlar ha bire. Karpuzdandır diyesim geldi, sustum güldüm kendi halime. Girdim eve, daktiloda kâğıt, yazının başlığını koymuşum gerisi boş, hikâyenin adı; Karpuzcu. Güldüm yine içten içe. Balkona çıktım, sabahın serinliği gelmiş oturmuş şehre. Başımı koyunca kendimden geçmişim, tatlı gelmiş uyku, şekerlemişim.

            Hanımın sesine uyandım “haydi cann, gel kahvaltı yapalım” Biraz yorgun biraz durgun, kalkayım mı derken, gelip tuttu Paşa elimden. Paşa gelmiş yatılır mı, kalktık vardık sofraya hemen. Sofra mükellef, döktürmüş hanım yine, eline sağlık iki gözüm. “Afiyet olsun bey” dedi üzerine karpuz kes de yiyelim, kapının arkasından alıver, iyi gider serin serin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi
SON YAZILAR