Doç. Dr. Ömer Akdağ

Doç. Dr. Ömer Akdağ

CASTROSEVERLER

CASTROSEVERLER

İnsan psikolojisinde "sirayet" prensibi vardır. İnsan başkasını etkiler ve başkasından etkilenir. Bu, sevgi denilen vasıtayla mümkün olur.

Sevgi, bir kanaldır ki, seven, sevileninin haliyle şekillenir. Kendinizi tanımak mı istiyorsunuz, kime sevgi beslediğinize bakınız.

Mühim bir hatırlatma; sevdiğiniz veya sevmeye teşebbüs ettiğiniz kişiyi, önce mutlaka tanımaya çalışınız. Ve olabildiğinde doğru tanımaya çalışınız. Sevmeden önce tanımak veya tanımaya çalışmak, sevginin sahibine çok şey kazandırır. Zira sevgi öyle bir histir ki, adeta geri dönüşü olmayan bir yol gibidir.

Sevgi, tevcih edilmeden önce dikkat ve ihtimam gerektirir.

Kimi seviyorsanız onun gibi olursunuz yahut olmaya çalışırsınız. Sevgili peygamberimizin muhteşem ifadesiyle “Kişi arkadaşının dini üzerinedir”. Peygamber sevgisiyle bütün hayatını ve kültürünü güncellemiş olan muhterem ecdadımızın “söyle arkadaşını söyleyeyim seni” darb-ı meselinde olduğu gibi.

Fidel Castro’yu sevenler, onun gibi kokarlar. Tipleri de ona benzer, yürekleri de öyledir. Hayat tarzları da öyledir. Mesela vücut temizliği hususunda Castroseverler, Türkler gibi olamazlar veya olmaları mümkün değildir. “Olamazlar” derken, inat ederek olmamalarını değil, olmalarının mümkün olamadığını ifade etmek istedim. Zira farklı bir yapı ve bünyedir onlar.

Denebilir ki, Castro muhit bakımından, bizdeki Castroseverlerden bir gömlek masumdur. Zira Castro’nun ülkesinde abdest olmak için, bizim ülkemizde olduğu gibi şadırvan yoktur. Castro’nun ataları, bizim Osmanlı ve Selçuklu atalarımız gibi her mahalleye elleri, yüzleri, ayakları ve gönülleri temiz olsun diye şadırvan yaptırmış değildir. Zira Castro’nun ataları İslam ile şereflenmiş değildir. Bu, Castro’yu ve atalarını ayıplamayı gerektirmeyebilir. Bizim de içinde bulunduğumuz ehl-i sünnet itikadınca, Castro ve onun atalarının ülkesinde şadırvan olmaması, onların rehber eksikliğinden kaynaklanmıştır şeklinde yorum yapmayı tercih ederiz. Keşke Castro ve onun ülkesindeki insanlar, vücut ile suyun buluştuğu abdest şeklinde adlandırdığımız işlemi yapabilmiş olsalardı.

Keşke…

Binlerce keşke…

Sadece Castro’nun ülkesi değil. Bütün cihanın olmasını arzu ederdik ve ederiz.

Castro’nun suyu nasıl kullanacağını bilememesini (abdest) bir inat olarak değerlendirmemeyi tercih etmek isterim.

Bizdeki Castroseverlere gelince; her mahallede şadırvan vardır bizim güzel ülkemizde.

Osmanlı ve Selçuklu gibi Oğuz neslinden gelmiş, İslam ile şereflenmiş atalarımızın kurduğu binlerce vakfın eseri olan şadırvanlar vardır. Her ne kadar 1930’lu ve 1940’lı yıllarda atalarımızın bu muhteşem ve nâdide emanetlerine sahip olamasak da (olmak istesek de dikta bir rejim karşısında milletimizin boynu büküktü), bir kısım nâdânlar tarafından çekiç ve balyozlarla, temizliğin ve zarafetin timsali olan o güzelim tuğralar kırılarak yok edilse de İÇİMİZDEKİ MUHABBBET YOK EDİLEMEMİŞTİR.

Gönlümüzdeki muhabbetin devamını temin eden, temizliğin, nezafetin, nezaketin ve vakarın kaynağı olan sevgililer sevgilisi peygamberimize ulaştıran gönül erlerine hürmetlerimizi arz ediyoruz.

Merhameti, şefkati ve samimiyeti, dünyanın medar-ı iftiharı olan peygamberimizden bize kadar gönülden gönüle intikal ettiren altın silsile olarak tarif edilen şahsiyetleri, minnet ve hürmetle yad ediyoruz.

İşte biz şanslıyız bundan dolayı Castro ülkesindeki insanlara kıyasla.

Zira, biz temizliğin ve nezaketin iklimindeyiz.

Böyle bir iklimde olduğu halde ülkemizde Castroseverlerin mevcudiyeti, öncelikle Castroseverlerin talihsizliği olmakla beraber, onlarla aynı vatanı paylaşan bizlerin de mesuliyetini gerektirmektedir.

Bu mesuliyet;

1.Çevre hassasiyeti bakımından bizi alakadar eder. Şöyle ki, bir castroseverler çevre kirliliği yapar. Aynı muhitte yaşadığımıza ve bir Müslümanın çevreden sorumlu olduğuna göre, yapılması gereken ilk muamele, ezanla yoğrulmuş bu topraklarda “nasıl olmuş da castroseverler peydah olabilmiştir?” sorusunu kedimize sormaktır. Bu soru meselenin can alıcı noktasıdır. Bundan sonra bu sorunun devamında yapılması gereken hususlar vardır.

2. Ezanla yoğrulmuş ve şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklarda castroseverler, halen varsa (eskiden beri vardı demek ki) ve sesleri yüksek bir şekilde çıkıyorsa, bunları besleyen kanalların tespiti ve tahlili gerekir. Bu kanallar, hangi zamandan beri açıktır ve kanalları besleyen kılcal damarları görebiliyor muyuz?

3.Bir cemiyetin hayat damarları üç kanaldan meydana gelir. Bunlar din, dil ve tarihtir. Bu kanallara yapılan müdahaleler cemiyetin doğrudan hayatına kast edilmiş demektir. Milletimizin dinine, diline ve tarihine yapılan taarruzlar castroseverlerin beslendiği kaynakların başında gelir. Sivrisinekleri yok etmeye çalışmak yerine, bataklığı kurutmak daha yerinde olacağından, dinimize, lisanımıza ve tarihimize saldıranların kimliklerine iyi bakmak lazım.

4. Dinimize taarruz edenlerin ilahiyatçı hüviyette olmaları en tehlikeli olandır ve bu tipler tarihin belli dönemlerinde ortaya çıkmışlardır. Muhammed Abduh ve Cemalleddin Afganî gibi tipler, Cumhuriyet öncesinin ihanet örneklerindendir. Cumhuriyet döneminin ihanet örnekleri, 15 Temmuz’un arka planında olanlarla 1960’lı yıllarda ortaya çıkan Kemalist akımının “evrilmiş” versiyonlarıdır.

5.Lisanımıza saldıranların başlangıç tarihi büyük ölçüde Tanzimat’ın ilanından sonradır. Orijinal Osmanlı ruhu Tanzimat öncesine aittir. Bu devrenin peydah ettiği Jöntürkler lisanımıza ve tarihimize taarruzun kötü örneğinin başlangıcını teşkil eder. Bunların takipçileri (ittihatçılar ve ittihatçı artıkları) dilimizi ve tarihimizi talan etmekte hudut tanımamışlardır. Halen bunlar berdevam olmakla birlikte her geçen gün marjinalleşmektedir.

6. Yukarıda ifade edilmeye çalıştığımız kişi ve guruplar castroseverlerin beslendikleri kaynaklardır. Bu kaynakların tespiti yapıldıktan sonra yapılması gereken iki temel işlem vardır;

a.Ülkemizin istikbalini temsil eden gençliğimizin bu kaynaklardan beslenmemesi hususunda tedbirler alınmalıdır.

b.İnsanın ruhunu ve bedenini beslemek mecburiyetinde olduğuna göre; milletimizin istikbali ve neslimizin devamı için gençlerimizi doğru kaynaklara tevcih etmek her akl-ı selimin temel düsturu olmalıdır. Bu hususta tepeden tırnağa herkese vazife düşer. Hiç kimsenin böyle bir görevden uzak olması düşünülemez. İslam itikadında her reşit olan Müslüman (aklı olmayanlar hariç) haiz olduğu mevkiine uygun olarak sorumluluk sahibidir.

Not: Makale başlığımın “castrosever” olmasının sebebi, imanımızın temel umdesi olan Kelime-i tevhid’deki “Lâ” kelimesidir.

Üstte mavi gök çökmedikçe aşağıda yağız yer delinmedikçe sevgili peygamberimizin sevgisini kalbinde taşıyan milletimizin Veladet kandilinizi tebrik eder, ruhî ahenk ve kalbî birlik temennisiyle hürmetlerimi sunarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doç. Dr. Ömer Akdağ Arşivi

YAZI

02 Ocak 2017 Pazartesi 09:01

DUA

19 Aralık 2016 Pazartesi 09:04
SON YAZILAR