Mehmet Toker

Mehmet Toker

Daha Kaç Kadın Öldürülürse Uyanacağız? 

Daha Kaç Kadın Öldürülürse Uyanacağız? 

Son dönemlerde, toplum olarak birçok noktada ciddi bir travmatik dönem yaşıyoruz. Toplum bilimciler, psikologlar nedense ya susmayı tercih ediyorlar veya konuşacak fikir beyan edecek durumları kalmadı. Adeta toplumsal bir cinnet durumundayız. Yalanların doğruların yerine geçtiği, yalancıların el üstünde tutulduğu, hainlerin kahraman ilan edilip serenatlar yapıldığı bir dönem. Maddî doyumsuzlukların, manevi hazımsızlıkların, hırsın, açgözlülüğün zirve yapmış olduğu bir dönem.

Ve bu dönemdeki hırs, açgözlülük, maddi ve manevi doyumsuzluk birtakım neticeleri ortaya çıkardı. Neticeler den bir tanesi birkaç güne bir haberlere yansır hale gelen, eski kocası, sevgilisi! veya erkek arkadaşı!!! tarafından öldürülen kadınlar, işlenen kadın cinayetleri... Herkes ne hikmetse neticeyi konuşuyor ve neticenin üzerinden yorumlarda bulunuyor. Her kadın cinayeti haberini duyduğumuzda toplumsal bir söylem olarak "idam" gündeme geliyor. Bir gün sonra, bilemediniz iki gün sonra bu  hassasiyette kayboluyor ve unutulup gidiyor. Sebepler nedir ve cinayete kadar varan bu yolları nasıl kapatabiliriz? Üzerinde düşünmemiz gereken asıl soru bu olması lazım. Müslüman Türk milletine zorla giydirilmeye çalışılan bir deli gömleği var. Batılılaşmak, çağdaşlaşmak diye servis edilen,  bunu zaman zaman modernleşmek! ambalajı ile de toplumun bilinç altına yerleştirmeye çalışıyorlar. Batılılaşmak ifadesinden toplum mühendislerinin anladığı ve topluma dayattığı şu: "İslami bütün referansları terkedip, vahşi batının yani Avrupa'nın sahip olmuş olduğu değerlere göre toplum hayatını inşa ve ikame ettirmek. Batılılaşmanın Türk toplumuna uymadığını bünyeye  uymayacağını ifade ettiğiniz zaman da; Türkiye'yi dönüştürmeye çalışan malum odaklar ve sinsi güç hemen üzerinize "siz, teknik teknolojik ilerlemeye mi karşısınız?" argümanı ile geliyorlar. Kastedilen batılılaşmanın, teknik teknolojik ve bilimsel anlamda terakki olmadığını elbette onlar da gayet iyi biliyorlar. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak ifadesi ambalajlı olarak bize; "Avrupa'nın sahip olmuş olduğu teknik, teknolojik, ekonomik ilerlemeye erişmek" olarak anlatılsa da Türkiye'yi sindirmek isteyen ve Büyük İsrail Devleti'ne -megola ideaya- giden yoldan bertaraf etmek isteyen hakim gücün anladığı; "Türkiye'yi İslamsızlaştırmak, dinsizleştirmek, kimliksizleştirmek" şeklinde bir düşüncenin ifade biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'yi kimliksizleştirmek,  toplum yapısını bozarak dönüştürmek ve değiştirmek isteyen güç ve odaklar bu toplumun temel taşı olan aile yapısını bozmak suretiyle hedefe giden yolun daha da kısalacağını keşfettiler. O günden bu yana gerek çıkarılan yasalarla, gerekse Yeşilçam kaynaklı yada ithal edilen bir takım dizi, film, program ve benzeri yollarla Müslümanların zihnindeki aile kavramını çürüttüler bu zihindeki çürümenin toplum hayatına yansıması çok çabuk oldu. Gayri meşru ilişkiler yaşayan birtakım kişiler, sanatçı aktör-artist ve benzeri isimlerle kamufle edilerek yetişmekte olan gençliğe rolmodel olarak sunuldu. Nikahın gereksizliği tezi her fırsatta dile getirildi. Bununla beraber yine  aynı dizi, film ve programlarda şiddet, cinayet görüntüleri en etkileyici görsel efektler ile süslenerek sanki bir kahramanlıkmış ambalajı içerisinde, okumadan uzaklaştırılan, düşünmesine vakit bırakılmayan bu toplumun bilinçaltına yerleştirildi.  Bütün bunların üzerine uygulanmakta olan toplum mühendisliğinin ürünü olarak   ortaya çıkacak olumsuz neticeleri sıradanlaştırma adına veya yargısız infazlara sebep olacak biçimde kanunlar, anlaşmalar, Avrupa Birliği'ne uyum paketi şeklinde bir takım kabullenmeler ile cinayetlere giden yollar adeta cilalandı, kutsandı. Yakın zamana kadar var olan idam cezası Avrupa Birliği uyum süreci adı altında kaldırıldı.  Boşanmaların önü açıldı. Boşanmalar kolaylaştırıldı. Cinsel sapkınlıklar yasal hale getirildi. Kadının lehine gibi gözüken ancak kanunlar önünde eşitsizliğe, haksızlığa, maruz bırakılan erkeği daha da saldırganlaştıracak bir takım hukuki düzenlemeler, kanunlar toplumu bugünlere getirdi.

Toplumsal değişim ve dönüşüm ahlâki gelişmelere yaslanarak yapılmıyorsa ya zorla dikte ile yaparsınız ki bunun neticesinde de yine hakim güç eliyle cinayetler öldürmeler ortaya çıkar ya da günümüzde olduğu gibi adaletsizliklere, psikolojik ve sosyal bunalımlara, sapmalara sebep olmasından  dolayı yine kaotik bir toplum meydana getirirsiniz ki bunun neticesi de yine  cinayetler ve bir takım sosyo-psikolojik handikaplardır. "Kadının beyanı esastır" veya "erkeğin evden uzaklaştırılması", "çocukların velayetinin tek taraflı olarak anneye verilmesi", "erkeğin boşandığı eşine ömür boyu nafaka ödemesi" kadının almış olduğu bu nafakanın kesilmemesi için nikahsız yaşamayı tercih etmesi gibi müslüman toplum yapısına  uymayan bir takım kanuni yanlışlar ortaya çarpık, kaotik, psikopatik bir durum çıkarıyor.

Son yirmibeş  yıllık süreçte boşanmaların bu denli artması, boşanma hızı ivmesinin bu denli yükselmesi, her yıl giderek sayısal olarak artan kadın cinayetleri ve benzeri travmatik konular bize eğer bir şey söylemiyor ve yanlışlarımızı göstermiyor da; bütün bu sebeplerin ve yanlışlar silsilesinin neticesinde yaşanan bir cinayet hadisesi üzerine yorum yapıyor veya duyar kasıyorsak, kadınlara çocuklara karşı işlenen cinayetler birbirine emsal teşkil etmek suretiyle artarak devam edecektir. İdam çözümmüş gibi gözüksede günü birlik, günü kurtarmalık geçici bir çözüm olabilir. Asıl çözüm, genetiğiyle oynanmış olan bu toplumun tekrar fabrika ayarlarına geri döndürülmesidir . Yani fıtri olana fıtrata uygun olana dönmesidir. Bize batılılaşma diye dayattıkları Avrupa'nın kokuşmuş yozlaşmış insaniyetini, insancıllığını kaybetmiş aile politikaları ve anlayışları çözüm değildir. Bugün bize medeni diye yutturmaya çalışılan Avrupa'nın genlerinde kadını; günahkar, cadı, şeytanın işbirlikçisi olarak gören anlayış mevcuttur. Bugün Türkiye'ye toplumunu dönüştürmeye çalışan ve Osmanlıyı yıkarak yerine bir geçiş devleti kuran, kurduran Sabetayist dönmelerin inancının temellerinde kadının adı ile yoktur. Kadın mabete sinagoga giremez. İbadet edemez. Çünkü insan sayılmaz. Düşüncesinin ve inancının temelleri böylesine bozuk olan bir yapının, anlayışın; inancının temellerinde cenneti anaların ayağının altına seren ve kutsal kitabında özel hitaplarla kadını muhatap alıp, kadını değerinin anlatılması ve anlaşılması hususunda aşılmaz bir zirve olan medeniyetin çocuklarına öğreteceği hiçbir şey yoktur.

Diyanet İşleri Başkanı'nın, -başdanışmanının aksine-  Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellemin, "kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız" ifadesini  gündeme  getirmesinden rahatsızlık duyanların, karın ağrılarının veya hazımsızlıklarının sebebinin  Diyanet Teşkilatı veya Başkanı olmadığını, temel manada İslam olduğunu da ifade etmemiz gerekiyor. Onun için kadınların, çocukların, masumların ölmemesi, daha adaletli bir toplum ve dünya hayatı için düzenlemeye idam da değil; toplum hayında  İslami değerleri hakim kılmakla başlanılması gerekiyor. İdamda bir sonuçtur.  Sebepleri ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Sebepleri ortadan kaldıracak, yanlış sonuca giden yolları kapatıp, doğru sonuca ulaşacak yolları açacak anlayışımızın İslam olması gerekiyor. Çünkü kadınlık ve erkeklik fıtridir.  Fıtrat, yaratıcının yaratırken koymuş olduğu genetik şifrelerdir.  Eğer fıtratı bozarsanız, şifreleri karıştırırsanız, bu durum her zaman insanlık adına korkunç sonuçlar vermeye devam edecektir. Kadınların, çocukların, masumların ölmemesi adına toplumda hakim kılmaya çalışmamız gereken yegane  anlayış, İslamın hukuki ve ahlaki anlayışı olmalıdır. Özellikle son dönemlerde çıkarılan 6284 sayılı kanun, kadının beyanı esastır, süresiz nafaka, erkeğin evden uzaklaştırılması, çocukların velayetinin tek bir ebeveyne verilmesi gibi İslam öğretileri ile taban tabana zıt olan yanlış uygulamalardan bir an önce vazgeçilmesi gerekir. Akabinde zinanın ve eşcinselliğin yeniden suç olması, aile birliğini bozmaya yönelik davranışlara ceza-i yaptırımların daha net olması noktasında hareket edilmesi gerekir. Bu tedbirlerle  şayet toplum fabrika ayarlarına geri dönmüyorsa;  Ziya Paşa'nın:  "nush ile uslanmayanın hakkı kötektir!" ifadesinde beyan ettiği üzere İslam'ın emretmiş olduğu kısas ve idam cezası tekrar ceza kanunu'na konulmalıdır. Aksi halde çözülme ve bozulma büyüyerek  devam edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR