Hakan Çandır

Hakan Çandır

'Değer'e Karşı Olan Tavrımız/Hasletimiz

'Değer'e Karşı Olan Tavrımız/Hasletimiz

“Ehlikitap´ın küfre sapanlarıyla müşrikler,

Rabb´inizden size bir HAYIR indirilmesini istemezler.

Ama Allah, Rahmetini dilediğine TAHSİS eder.

Allah, büyük FADL sahibidir.” BAKARA Suresi

 

 

 وَدَّ     BAKARA-2/105      يَوَدُّ     yeveddu     ARZU ETMEZLER 

 

 

  Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman          


“Ma yeveddüllezine keferu min ehlil kitabi ve lel müşrikıne

ey yünezzele aleyküm min hayrim mir rabbiküm*

vallahü yehtessu bi rahmetihı mey yeşa´* vallahü zül fadlil azıym” 

 

****

           Bir başkasına sunulan, verilen, tahsis edilen artı ‘DEĞER’ karşısında ne tür bir hisse kapılıyoruz?

O an kalbimizi bir yoklayalım bakalım!

Ve TEVBE edelim...

 

           Evet; mes’ele’miz İNSANIN kendi içinde yaşadığı amma velâkin ısrarla üzerini örttüğü DERUNİ bir hâlin dışa vurumu olarak karşımıza çıkan kayıtsızlık, görmezden gelmezlik ve çekememezlik mes’ele’sidir.

 

           Ki Allah bizi mes’ele’siz bırakmasın, zira mes’ele’siz insan, ahdine ihanet etmiş insandır; keza bizim AHDİMİZ, dağların ve taşlarının haşyetinden parçalanıp tuz buz olacağından dolayı yüklenmekten kaçındığı SORUMLULUĞU üstlenmekle KAİM oldu; hayat buldu...

 

           Bu girişten sonra öncelikle yukarıdaki ayette geçen “Ma yeveddüllezine” kelimesinin fiil olarak şimdiki ve geniş zaman kipiyle kullanılmış olması, Efendimiz döneminde yaşanan bu durumun kıyamete kadar da süreceğini anlamamıza işarettir.

 

           Ayet her ne kadar Ehlikitap ve müşrikleri konu alsa da, mes’ele edineceğimiz HASLET her insanda bulunabildiği için, bu hasletin tuzağına başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığın düşebileceğini, düşebildiğini vurgulamak isteriz. O sebepledir ki genelde tüm insanlar, özelde de Müslümanların düştüğü bu nefsi tuzağı konu alacağız.

 

           Keza öyle zannediyorum ki, hiç iyi duygular geçirmiyoruz içimizden! Şimdi; "nereden biliyorsun; insanların içinden geçeni okuyamayız ki" diyeceksiniz!

 

           Evet; doğru insanların içini okuyamayız, lakin insanın içinde ne varsa dışına da o yansırmış. Öyle ki, insan ister istemez içinde bulunan negatif hisleri, tavır ve davranışlarına, menfi olanı yansıtarak veya müspet olanı yansıtmayarak muhatabına açık eder...

 

            Yani muhatabınızda gördüğünüz müspet bir durum karşısında, içinizden ne geçiyor ve nasıl bir tavır alıyorsunuz; bunun ölçümünü samimi bir şekilde yapabilirse eğer insan, çok nahoş duygularla karşılaşacaktır kendi iç dünyasında.

 

           Ayrıca ayette geçen “Ma yeveddüllezine” kelimesi, bir durumun olumsuzluğuna yönelik çok içten ve olanca hasediyle arzulamayı işaret etmektedir. Bu kelime aynı zamanda müspet olarak, gönülden ve son derece yoğun sevgi duyguları eşliğinde isteme anlamı taşıyan, "VEDUD" ve "MEVEDDET" kelimeleriyle de aynı köke ve yapıya sahiptir. Yani olumsuzluk içeren "ma" ekiyle gelen bu kelime, aynı içtenlik ve yoğun duygular eşliğinde istememeyi ve arzu etmemeyi hedefler.

 

             Dolayısıyla bu ayeti çok geniş manada ve içerisine Müslümanlar dâhil tüm insanları da alacak şekilde düşünmek daha isabetli olacaktır. Aksi durumda bu mes'ele münafıkları ilgilendirir diyerek sorumluluktan kaçmış oluruz.

Tam burada, Dücane Cündioğlu'nun bir sözünü alıntılayarak mes'ele'yi daha anlaşılır kılalım:

 

Benim var onun olmasın: KISKANÇLIK

Benim yok onun da olmasın: ÇEKEMEMEZLİK

Onun var benim de olsun: İMRENMEK

Benim var onun da olsun: KEREM

 

Bu harika tespite küçük bir ekleme de ben yapayım naçizane:

 

"Onda var (MEZİYET-HÜNER-HER TÜRLÜ DEĞER) bende yok: O HALDE GÖRMEZLİKTEN GELEYİM..."

 

           O, çile çekmiş, yırtınmış, didinmiş, rahatını bozmuş, kafa patlatmış, hakikat arayışı için zihnini yormuş ve ortaya bir değer, meziyet ve hüner koymuş.

 

Ben ne yapmışım?

 

           Rahatını bozmamış, çile çekmemiş, hakikat arayışına girmek için kafa patlatmamış, hülasa yan gelip yatmışım, sonra da benim aksi durumunda olanı görmezden gelerek yok saymışım ve bununla da yetinmeyip bir de haset etmişim.

 

Allah'tan kork; be Müslüman!

Allah'tan kork!

Müslüman diyorum, zira asıl mes'ele'mizi bu kardeşlerimiz teşkil ediyor.

 

           Sonuçta bir insan bu ahvalini kendi içinde samimiyetle itiraf ederse ancak o zaman nasuh bir tevbe ile halini düzeltebilir.

 

Peki, bu her insanda olabilir mi?

 

            Kanaatim o dur ki evet, zira biz insanız ve şeytanın ayartmaları sonucu içimizden çeşit çeşit olumsuz duygular geçmektedir. Lakin önemli olan bunu fark eder etmez, şeytandan Allah'a sığınıp, o olumsuz duygulardan kurtulmaya bakmalı ve BUNU DA MUHATABIMIZA KARŞI OLAN TAVIR VE DAVRANIŞLARIMIZA YANSITMALIYIZ Kİ, EYLEMİMİZ NASUH TEVBEYE DÖNÜŞSÜN...

****

 

           Şimdi gelelim yukarıdaki ayetle bağlantılı olarak bu nefsanî tavrın kalpte kademe kademe oluştuğu, yer edindiği, ürediği ve sonuçta tüm benliği kaplayan bir ‘HASLETE’  dönüşmesine.

 

          HASLET: Arapça (hsl) kökünden gelen husûl, “OLMA, OLUŞMA, ÜREME” sözcüğünden alıntıdır.

Arapça bu sözcük "hasala/“oldu, oluştu, üredi, elde etti” fiilinin mastarıdır.

 

“HÂSIL OLDU, HÂSILAT, MAHSÜL” aynı kökten türeyen kavramlardır.

 

          Buraya kadar bahsettiklerimizden anlıyoruz ki ‘HASLET’, ortaya konulan bir FİİLİYAT sonucunda elde edilen MAHSÜL olmakla birlikte sürekli de üreyen ve artan bir şey olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca bu HASLET menfi olabileceği gibi, müspet de olabilmektedir.

 

         ‘HASLETİN’ yerleştiği ve ürediği yer, insanın da MERKEZİ olan Kalp'tir. İyi ya da kötü olan bu HASLET, ancak oradan maddi ve manevi olarak tüm benliği kaplamaya başlar.

 

          Günahın tabii sonuçlarından birisi, insanın kalbinin kararmasıdır. Bu konuda bizi aydınlatıcı ayete geçmeden önce Efendimizin o meşhur sözünü hatırlayalım:

 

 

“Kul bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir leke belirir.

Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi günahlardan temizlenir.

Eğer tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, siyah leke artar ve kalbi kuşatır.” 

Hz. Muhammed

 

 

Şimdi gelelim BAM TELİ ayetimize:

 

 حُصِّلَ  100:10      وَحُصِّلَ     ve HuSSile     ve devşirildiği (zaman) 

 

 

  Fiil  Tef’il Kalıbı  Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman    

 

وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ

 

“Ve HUSSİLE ma fis SUDÛR"

“Ve SUDURLARDA biriktirdiklerinizin HÂSILATINI alacağınız vakit” ÂDİYAT Suresi

 

****

           Evet; Kur'an'ın tek suresinde geçen ve "HASLET" kelimesiyle eşdeğer olan "HUSSİLE" yani "HÂSILAT" kavramı, bizim yaşamımız boyunca 'SUDÛRLARIMIZDA' yani hislerin merkezi olan GÖNÜLLERİMİZDE BİRİKTİRDİĞİMİZ her türlü olumlu ya da olumsuz DUYGU ve HİSLERİ ifade etmektedir.

 

          Yani bu durum insanın amelinden ziyade, olumlu ya da olumsuz olarak sudurunda/gönlünde biriktirdiklerinin NİZAM GÜNÜ HÂSILATINI almasına yöneliktir.

 

          O halde sadece eylemlerimize değil, içimizde BİRİKTİRDİĞİMİZ olumsuz duyguları da sürekli kontrol edelim ve fark ettiğimiz an Allah'a sığınarak, o OLUMSUZ DUYGULARIN HASLETE DÖNÜŞMESİNE ENGEL OLALIM...

 

          Eğer olumlu ya da olumsuz, bir duygu, his süreklilik arz ederse bu zamanla HASLETE dönüşür ve insanı ya KEMÂLE/AHSENE erdirir ya da ESFELE indirir...

 

 

O sebepledir ki;

 

"Eğer şeytanın FİTLEMESİ seni dürterse hemen Allah´a sığın.

Çünkü O, işitendir, bilendir." Araf Suresi

 

 

Blog adresim: kaanbilgekutadgu.blogspot.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Çandır Arşivi
SON YAZILAR