Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Ey Sayın DAVUDOĞLU!

Ey Sayın DAVUDOĞLU!

Bu haftaki yazımın konusu hakkında biraz düşündüm. Niye derseniz, bir yandan ulusal ve küresel bazda ekonomide önemli gelişmeler gerçekleşiyor, diğer yandan ise 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak genel seçim tarihi yaklaşıyor. 7 Nisan 2015 ise Yüksek Seçim Kuruluna milletvekili listelerinin verilmesi gereken son tarih. Partilerin yetkili kurmayları, kimlerin aday gösterilmesine veya gösterilmemesine karar vermek, kesin aday listelerini hazırlamak için hummalı bir çalışma içinde. Durum böyle olunca ekonomide gelişmelere kısaca değinip, milletvekili aday listelerinin oluşturulmasıyla ilgili kendimce görüşlerimi dillendirme gereği duydum; hem başta parti genel başkanlarının dikkatini belli noktalara çekerek uyarmak hem de üzerime düşen vatandaşlık sorumluluğunun bir gereği olarak her iki dünyada vebalden kurtulmak.

 Başlığa bakıp yazının konusunun, sadece Başbakanla veya yaptıklarıyla, söyledikleriyle ilgili olduğunu sanmayın. Normal şartlarda yazının başlığı Ey Sayın DAVUDOĞLU!, Ey Sayın KILIÇDAROĞLU!, Ey Sayın BAHÇELİ!, Ey Sayın DEMİRTAŞ! şeklinde olması gerekirdi. Ancak böyle bir başlık en azından uzun olacağı için etkisi sınırlı kalacaktı. Üstelik köşe yazılarının veya bu tür yazıların başlığının kısa ve öz olması gerektiği, hepinizin bildiği gibi bir olgu.

Başbakan Davudoğlu’nun açıkladığı istihdam, sanayi yatırımı ve üretimi destekleme paketi, başarıya ulaşırsa ulusal açıdan önemli etkileri ve katkıları olacak. Ama endişem, bu tür ekonomi paketlerinin gereği gibi tanıtımının yapılmayarak bürokratik işlemlere boğulması yani uygulamada kullanım kolaylığı ve etkin denetim şartlarını sağlamaması. Özellikle bankacılık hizmetlerinin esnek ve daha sade bir yapıya kavuşturulup, yatırım yapmak amacıyla kredi talep eden her yatırımcıya potansiyel şüpheli gözüyle bakmayı bırakıp, etkili ve basit bir kredi teminat sistemi tesis edilmelidir. Ülkemizdeki bankaların 1 birim para kredi vermek için istedikleri teminat tutarı ortalama 1.5 katı kadar, yani 10.000 TL. kredi için istenen teminat 25.000 TL. civarında. Yani bankalar kredi verme konusunda abartılı denecek düzeyde fazla sağlamcı olmayıp ticari ölçüler içinde risk alabilseler, orta ve uzun dönemde hem kendileri hem de ekonomimiz kazanacak. Burada ekonomiyle ilgili bakanlara önemli sorumluluklar düşmektedir. Çünkü bu ve buna benzer ekonomi paketlerinin başarıya ulaşması veya ulaşmaması başta işsizlik olmak üzere kalkınmamızı, ihracatımızı doğrudan etkilemekte. İhracat verileri 2015 yılında pek iç açıcı değil. Mart ayında dış ticaret açığımızın artmaya başlaması önemli fakat olumsuz bir sonuç. İlk çeyrek baz dikkate alındığında geçen yılın ilk çeyreğine göre ihracatımız azalma trendi içindeyken, 12 aylık dilimde ihracatımızın 153 milyar $ düzeyinde gerçekleşmesi, geçen yılki seviyemizi ancak koruyabildiğimizi gösteriyor. Petrol ve doğal gaz fiyatlarının düşmesi dar açıdan bakınca özellikle bizim gibi enerjide dışa bağımlı olan ülkeler için toplam enerji giderlerimizin düşmesi bakımından olumlu gibi görünse de işin aslı öyle değil. Nedeni, gelirlerinin önemli bir kısmını petrol ve doğal gaz satışından sağlayan üstelik önemli miktarda ihracat yaptığımız ülkelerin, enerji fiyatları düştüğü için hasılalarının azalması sonucu ithalatlarının düşmesiyle bizim bu ülkelere ihracatımızın azalması aynı anlama gelmekte. İhracatımızın beklenen düzeyde artmamasında, AB ülkelerinin genelinin içinde bulunduğu resesyondan çıkamamaları ayrıca ABD, Japonya gibi gelişmiş ülkelerle, BRIMCS başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin çoğunun ekonomilerinin bir türlü istikrara kavuşamaması etkili olmuştur. Konuya birazda kendi ülkemiz açısından baktığımızda ise ihracatın artıramamasının suçlusu olarak, kendimizin olduğunu anlarız. Son dört, beş yıldır kişi başına düşen geliri (Kişi Başı GSYİH) 10.000 $’lı değerlerden bir türlü 11.000$, 12.000$’lı değerlere çıkarmayı başaramadık. Yani moda fakat önemli bir kavram olan Orta Gelir Tuzağı girdabına yakalandık, debelenip duruyoruz. Çözüm mü? Ekonomimizin, pratik/uygulamaya yönelik olmaktan uzak tüm eğitim sistemimizin niteliksizliğine ve ileri teknolojili ürün üretmekten yoksun sanayi gelişim düzeyimizin düşüklüğüne bağlı yapısal sorunlarını çözmekten başka yolumuz yok. Değilse 1950’lerde kişi başına geliri üçte birimiz kadar, fakat şimdi bizim yaklaşık 3 katımız olan yani yarım asır gibi kısa bir dönemde bizi 9’a katlayan Güney Kore’nin çok daha gerilerinde toz yutmaya devam ederiz, acı ama maalesef gerçek bu.

Milletvekillerinin belirlenmesiyle ilgili olarak tüm üst düzey parti kurmaylarının, Konya bazında ama Türkiye ölçeğinde aday olacak kişileri belirlerken bence sormaları gereken birkaç soru;

- Birkaç yıl öncesine kadar arkasından olumsuz özelliklerini saya saya bitiremedikleri partiden, aday olarak başvuranlar var mı?

- İsimleri belli partilerle özdeşleşmişken, seçileceğini düşündüğü başka bir partiden aday olanlar var mı?

- Şayet hala milletvekilliği yapanlar, Meclis oturumlarında gerekli aktifliği göstermişler mi? Yoksa kadroya giremeyen ancak antrenmanlarda sayı tamamlayan futbolcular gibi 4 yıl boyunca oylamalarda sadece el mi kaldırmışlar?

- Yine milletvekilliği devam edenler, TRT, NTV, CNNTÜRK, KANALD, ATV, AHABER, ÜLKETV, TGRT vb. ulusal televizyon kanallarında (farklı görüşleri yansıtan kendimce önemli gördüğüm TV kanallarından bazıları) çıkıp ülkemiz sorunlarıyla ilgili açık oturumlarda görüşlerini çatır çatır açıklayabilmişler mi?

- Adayların her biri, önceden görev yaptığı kurumlarda başarılı olmuşlar mı? Yoksa emrinde çalışan personelleri çalıştırmayı bile başaramamış mesela haklarında bekleyen onlarca mahkemelik, suç duyuruları var mı?

- Haklarında yargıda devam eden, bekleyen dosyalardan ve sonuçlarından kurtulmak, zaman kazanmak amacıyla milletvekili adayı olmak isteyenler var mı?

Ayrıca partilerin genel merkezleri tarafından;

- Aday olmak isteyenler aday olamasalar bile; ismimiz duyulsun, bir yerlere atanırız düşüncesinde iseler, bunları eleyecek bir sistem geliştirildi mi?

- Gerçekten bu ülkeye hizmet etmek için aday olanları belirleyebilecek bir sistemleri var  mı? Buna benzer sorular artırılabilir, anlayan için yeterli bence. Yeter ki sorular objektif olarak cevaplansın.

Hangi partiden kim aday olursa olsun, kim seçilirse seçilsin; başlıkta belirttiğim gibi partilerin genel başkanları büyük sorumluluk altında. Bu memlekete gerçekten hizmet edecek olanları aday olarak belirlemeleri, niyeti bozukları kapı dışarı etmeleri boyunlarının borcu. Değilse kendi adıma söylüyorum, iki cihanda iki elim yakalarında olacak.

 

Soru: A. Smith’in “görünmez el” olarak nitelediği devlet midir? Neden?...

 

Sözün Gözü: Kirli suyla temizlenilmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR