İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Gelmiştin…

Gelmiştin…

Dağlım, umudum, türkülerle sevdiğim

Tam da bu günlerdeydi. Gelmiştin. Kalabalıktınız. Ben yalnızca seni görmüştüm. Çok iyi hatırlıyorum. Dün gibi. Susmuş, konuşamamıştım. Konuşurdum, konuşacaktım da yalnızca seninle konuşmaktan korkmuş, susmuştum. Sonra konuştum, konuştun, sonra türkü söyledim, sonra şiir okudun, sonra sana geldim, sonra sen geldin, kayboldun, buldum. Oysa ben senden çok önceleri kaybolmuşum. Şimdi anlıyorum ki asıl kaybolan ve bulunan benmişim. Beni buldun. Seni bunca özlemişken, kaybolduğumu bilmezken beni bulduğunu anlamak… Hayır, ağlamıyorum Dağlım, ağlamıyorum da gönlüm sızlıyor.

Hüzünlü, kederli, aynı zamanda sakinleştirici etkisi de olan bizim türkümüzü söylüyorum.

Tam da bu günlerdeydi. Gelmiştin. Kıştı ancak bahar mavisi bir gökyüzü vardı. Sonra gittin. Sonra bir daha hiç gitmedin. Hiç gitmedin Dağlım. Çok iyi hatırlıyorum. Dün gibi. Alışkanlığın ötesinde, yalnızca güven ilişkisiyle birbirine bağlanmış insanların sevecenliğiyle, elini elimin üzerine koymuş ve başını önüne eğerek usulca seslenmiştin: Gönlüm seni seçti.

Ellerin kınalıydı. Elin elime değdikten beridir gönlüm kınalıdır Dağlım.

Tam da bu günlerdeydi. Gelmiştin. Şunları demiştin: “Dinlemek, dikkat kesilmek ve üretken yaşamak istiyorum. Güzel insanları yakmayan güneşe benzetiyorum. İyi olduğunu söyleyen iyi insan tanımadım ben. Yaşamak gönül yapmak ve şükretmek değilse nedir?” Sen söylüyordun, ben yazıyordum. Ben yazıyordum, biz yaşıyorduk. Aslında sen, ben yoktu, biz vardık. Hayat güzeldi, türkü çalıyordu, ölüm uzaktı.  Hayat güzeldi ve aşk gökler kadar sonsuzdu.

Gelirdin, ben söyleyeceklerimi unutur da yanında mutlu olmanın gönenmişliğiyle ne söylediğimi bilmez, sana bakarken dünyanın kötülüklerini unuturdum. 

Tam da bu günlerdeydi. Gelmiştin. Kıştı. Soğuk değildi. Nedir ki zaten sen, susarak, konuşarak, en çok da, bahar sabahına benzeyen gülümsemenle, en olumsuz şartlarda bile havaya bir yumuşaklık yayıyordun. Etekleri çayır çimene durmuş bir dağ gibiydin. Sana gelen merhamete, sana gelen bahara geliyordu. Çok iyi hatırlıyorum. Dün gibi. O günlerde koca bir şehrin yalnızlığı içime sızıyor, öğrendiklerim kalbimi yoruyor, günlerim kuruyordu.

Bana bahar, bana merhamet, bana kalbini getirmiş ve şöyle demiştin: Birlikte mutlu olduğumuz için de ayrıca mutlu oluyorum.

Tam da bu günlerdeydi. Gelmiştin. Seni sevmiştim. Seni sevmiş ve türkülerin içine düşmüştüm. Türkü’m sendin. Dilinden çok ellerin, dilinden çok bakışların ve sarılışın merhametti. Dilin türkü, dilin rengârenk bir keten kuşunun şakımasıydı. Varlığın, sevgin… Yaşamaya dair her dem taze tuttuğun umudun… Hüznünü saklayamazken bile çevrendeki insanların sakinleşmesini sağlama gayretin… Ah, gözlerin kocaman bir kederi yüklenmişken bile insanların elinden tutuşun… Ellerimden tutuşun… Çok iyi hatırlıyorum. Dün gibi. Ellerimi tutmuştun. Kalbim ellerimde, kalbim ellerindeydi. Konuşamıyordum. Tebessüm ediyordun. Nefes alıyor, mutluluktan boğuluyordum. Mutluydum. Ne söyledin, neler anlattım, hiç hatırlamıyorum. Bugün tek hatırladığım; avuçlarını sabaha benzetmiştim ve avuçlarında ne çok çiçek vardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR