Gerçek bir başarı öyküsü; Şekeroğlu

Gerçek bir başarı öyküsü; Şekeroğlu

“Babamın askerde öğrendiği şekliyle sabun yapıp, pazarda satarak başladı ticari hayatımız”

-İstanbul Caddesinde küçük bir atölyeden bugün Dünya’nın önde gelen firmalarıyla çalışan devasa bir fabrikaya dönüşün hikayesi… 

“İlk toplantıya bedava yemek için gitmiştik. Ama ben aç kaldım”

-MÜSİAD Konya’nın kuruluş öyküsü…

“Üzerinde 6 ay çalıştığımız Projeyi yırtıp attık. Her şeye yeniden başladık”

-Aradan onca zaman geçmesine rağmen hala Konya’nın en kaliteli ve dikkat çekici projesi olan MÜSİAD Evleri fikri nasıl doğdu?

“En büyük sorunumuz ne krizler, ne üretim, ne satış ne pazarlama. Vasıflı vasıfsız her türlü eleman bulamamanın bu kadar büyük sorun olabileceği 2009’dan önce aklımıza gelmezdi.”

-Bir sanayici olarak onu en çok zorlayan sorun ne?

"Filistin'de organize sanayi bölgesi kuruyoruz."

-Şimdilerde neler yapıyor? 

Dünüyle, bugünüyle, yaptıkları veya yapamadıklarıyla, kişiliği ve hayalleriyle bir başarı öyküsü Ahmet Şekeroğlu...

a-sekeroglu.jpg

Söyleşimize sondan başladık. Bir sonucu tamamladık, şimdi girişe yönelmek istiyorum. Konya’nın, bozkır ikliminin azim, sabır, çalışkanlık gibi tüm getirilerinin cisimleşmiş bir hali gibi siz ve firmanız. Bu özelliklerinizle Konya sanayisinin gururlarından biri oldunuz. Nerede ve nasıl başladı hikayeniz, buradan başlayabili rmiyiz? 

HİKAYENİN KONYA’DA BAŞLAMASI BİR TEVAFUK

Bizim şirketin kuruluşu dediğimiz 1959 yılında babam rahmetli dedem o zaman bakkal dükkanı çalıştırıyor. İlmi tarafı ağır basan bir insan dedem. Ama iaşesi içinde bakkal dükkanı çalıştırıyor işte. Hatta ben onun varisi olacaktım ama hayırsız çıkmışım. Öyle anlaşmışlar babamla.  Dünya’ya bağlılığı neredeyse sıfıra yakın bir insan o. Şimdi o ticaret adamı olacak bende ilim adamı olacakmışım. O yüzden İmam Hatip’e vermişler beni. İmam Hatip’i okuyacağım oradan İlahiyat’a gideceğim. Sonra el-Ezher’e gideceğim. Alim olacağım. Bizde de öyle bir marifet yok. Ticarete daha yatkınız işte.  Babam askerdeyken 1959 da kimya işleriyle alakalı kimya teknisyeni biriyle tanışıyor eski kalıp sabunlarının yapımını öğreniyor. Ve öylece başlıyor. Köy ortamında üretiyor. Akşehir pazarında ayak yağı toplayıp getiriyor ve onu sabun yapıyor pazara götürüp satıyor. Bunu sürekli tekrarlıyor. Bu böyle olmaz diyor ve köyden ilçeye gidiyor ve sonra da ilçeden de İzmir’e gidiyor yer tutuyor. Dedem ilim adamı olunca babam izin almaya gidiyor. Ama aslında İzmir’den yeri tutup öyle izin almaya gidiyor. Yinede geliyor. Dedeme diyor ‘İşte baba ben İzmir’e gideceğim. Çoluk çocuğuda götüreceğim. Bu işlerin merkezi orası’ diyor. Dedem de “ hicret edeceksen ve bana da soruyorsan ya Bursa ya Konya’ya git.  Diğer yerleri ben sana tavsiye etmiyorum, doğru da bulmuyorum’ diyor. Bursa’ya gidersen itiraz etmem gelirim arkandan Konya’ya da gidersen arkandan gelirim ama İzmir’e gidersen gelmem diyor. Babamda dedeme karşı sevgi ve muhabbetinden oradaki tuttuğu yeri iptal edip Konya’ya gidiyor.

Sanayiye, iş dünyasına tam anlamıyla başlangıçta bu tarihten sonra mı yaşanıyor?

“İLK MARKA ‘MERCAN’”

a-sekerogluu.jpg

Sanayicilik macerası burada başlıyor.1967-1968 tarihlerinde. Bu tarihler İstanbul caddesinde bizim bir yerimiz var öylelikle başlıyor. Otelin altında imalathane. Bakırcılar içinde de yazıhanemiz vardı. Öylelikle başlıyor. Daha sonra rahmetli Belediye Başkanı Nalçacı, bu burada olmaz. Burası merkezi bir yer sen başka bir yere git diyor.  Oda diyor ki; o zaman bir yer gösterin bize. Nalçacı sen gel şu tahite sana bir yer söyleyeceğim. Gidiyor babam. Şimdiki 1. Organizenin olduğu yer orayı organize sanayi bölgesi haline getireceğiz diyor. Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgelerinden birisi orasıdır. Ama süresi var diyor tabi. Orası bataklık. Bunun süresi uzun. Ama bilki buraya sanayi sitesi yapacağız. Sen geçici bir yer bul şimdilik kendine. Sonra hepinizi alacağız. Babam Topraklıktan Çimenliğe giden bir yol var bilir herkes. Çimenlik sapağının orada. Yeşil camiinin karşısında gidiyor bir yer satın alıyor babam oraya altında imalathane üstünde ev böyle bir yer yapıyor. Bende orada büyüdüm. Bizim mahalle orası. Böylelikle 1974 yılında organize sanayi hayata geçti. Bize de yer yaptılar. 1974 ten 1987 yılına kadarda sabun, detarjan üreten bir firma olarak devam ettik.  Mercan oldukça iyi bir markaydı. Tursil’le başa baş giden bir firmaydı markaydı mesela. En önde ki markalardan biriydi devlet markasıydı çünkü. Yapancı markalara da kısıtlama vardı tabi o zamanlar. Ünilever istediği kadar üretemez satamazdı. Pazarda şimdiki gibi hakim değil di. 1983 de Özal iktidarından sonra anlara izinler verildi. Yabancı markalara yani. İlk giren markalar da hep bu alanlardaydı. Yeni girenler, yada burada olanlar paylarını büyüttü. O tarihlerde Türkiye’de yüzlerce üretici vardı bizim gibi. Yabancı sermaye kanunu çıkınca yerli sermayeyi koruyacak hiçbir şey yoktu. Birçok yerli firma kanundan olumsuz etkilendi.   Yerel üreticiler ya bizim gibi işi bıraktı yâda iflas etti. Her ilde 3-5 tane temizlik malzemesi üreten firma vardı. Bunların tamamı gitti. Bizde o tarihte işi bırakma kararı aldık iyi ki almışız o kararı. yoksa bizde batardık. Türkiye’de bir yerli üretim yabancı üreticilerin eline geçti. Şu an hiçbir yerli üretimi göremezsiniz. Bir bingo var oda toplam pazarın yüzde 2.5’i kadarlık. O gün Türkiye’ye giren markaları bugün çoğunu raflarda görüyorsunuz… 

Yine üretim yine sanayi belki ama başka bir sektöre, başka bir yola gitme ihtiyacı ya da fikri nasıl ve neden doğdu?

‘AMBALAJ BAŞLANGIÇTA ÇOK DA PLANLI DEĞİLDİ BİZİM İÇİN’

1979 yılında kendi ambalajlarımızı üretmek için tesis kurmuştuk zaten. Plastik ambalaj tesisi. Deterjan işi zora girince ve biz işi bırakınca baktık boşuz iş lazım bari bu işe yani ambalaj işine yönlenelim dedik. O tarihten itibaren de  bizim ambalaj işi gelişmeye başladı. O Tarihten bugüne kadar bu hale geldi. Konusunda alanında Türkiye’de söz sahibi firmadır artık Şekeroğlu. 2007 yılında bu yatırımı yani 3. Organize Bölgesindeki bu fabrika yatırımımızı gerçekleştirdik. Buranın ilk yatırımdaki rakamı 22 milyon Euro idi. Bu fabrikanın yatırımı. Konya içinde ciddi bir yatırımdır. 2008 krizinde baya zorlandık çünkü biz yatırımı yapmıştık. Kriz geldi süreci atlatmak bizim açımızdan baya yorucu oldu. Ama atlattık çok şükür. Türkiye’de hatta dünyada Uluslararası marka sahibi birçok firmanın ambalaj ihtiyacını gören bir yapı oluştu. Ciddi bir ARGE merkezimiz var. Kalıp ve Robot üreten bölümlerimiz var. Bunlarda Türkiye standartlarının çok çok üstünde. İsviçre, Almanya stantartlarında. 30 ülkeye yakın ihracatımız var. Bugün çalıştığımız markalar arasında Unilever var, Nestle var, Danone var. ağırlıklı Almanya’ya ihracat yapıyoruz. En önemli özelliğimiz 0 dan 100 kadar proje yapabilme kabiliyetine sahibiz. Yani bu şu demek; siz üretici olarak yeni bir ürün çıkaracaksınız biz yeni bir elbise yaparız. Biz terziyiz, iyi bir terziyiz hatta. Geliriz sizin o ürününüze en yakın, yeni moda neyse bir dizayn yaparız firmaya onaylattırırız. O dizayndan sonra yapılır tüm çalışmalar ve tüketicinin kullanımına sunulur hatta ilk olarak. Hatta bu konuyla ilgili şunu anlatayım. Enteresandır. Nestle’ye ürün veriyoruz. Bir açma yeri var ürünün. Bir şikayet aldık bir hanım müşterimizden. Bir ürün almış krem çikolata. Kabınızın estetiği çok güzel diyor. Her türlü hijyenik şartlarda mevcut. İnternetten araştırmışlar bizi. Open’i açarken tırnağını kırmış şikayet ediyor. Çok önemli. Hemen bir operasyon başlattık. Çünkü müşteri tırnağını kırmamalı bizim ürünümüz yüzünden. Hemen bütün müşterilerle irtibata geçtik. Böyle bir şikayet aldık. Bu şekilde bir operasyon yapıp düzenlemeye gidiyoruz diye. Bundan sonra uzun tırnaklı hanımlar Open’i açarken tırnaklarını kırmayacaklar diye. 

Gazeteciler olarak sık sık ‘Konya’dan, Dünya’ya’ manşetleri atıyoruz biz. Sizde bu manşetlerin mütecessimleşmiş halisiniz adeta. Dünya’ya hizmet götürüyorsunuz, Konya’dan. Bunu nasıl başardınız. Yada bu kaliteyi nasıl yakaladınız?

“BAŞTAN SONA HİZMET VERİYORUZ”

Şu anda Konya’da da Torku’nun ambalajlarını biz yapıyoruz. Yoğurt, krem peynir, labne tamamen bize ait. Bizim kreatif yani sanatsal elemanlarımız yok. Dünya’da da böyle işliyor sistem. Daha çok teknik elemanlarımız var. Bunlar firmaların ne istediğini notlar alarak anlamaya çalışıyorlar. Sadece sanatsal bir iş yapmıyoruz ticari tarafı var lojistik tarafı var. bütün hepsini bir araya getirmek zorundasınız. Kendi şahsi imzamı taşıyan bir ürün var hatta bunula ilgili ‘altın ambalaj’ ödülü aldık. Eski bakraçlardan, bakır bakraçlardan esinlenerek yaptık heyecanla işin lojistik tarafını ihmal ettik. Sütaş’ta çok sevdi ambalajı. Ciddi bir sevkiyat başladı ve vatandaşta çok beğendi ambalajı. ‘Ürün ticari değil diğer ambalajlarlar yarı yarıya fark var’ dediler daha sonra. Bir sene sürdü sonra vazgeçtiler. Ki müthiş bir talep vardı. Ticari değildi ambalaj. Bu işi yapıyor bizim teknik elemanlar. Kreatif tarafları için de Üniversitelerdeki ajanslarla yaptıklarımızı paylaşıyoruz onlarda işin estetik tarafını hallediyor. Sizin teknik çalışmanızın üstüne sanatsal tarafını hallediyorlar. Prototipler halloluyor. Sonra kalıplar vesaire. Daha sonra bunlar iç içe birleştirerek proje haline geliyor. Bizde bir ürünün hayata  geçmesi 8 aydan az değildir. Mesela bize bir sipariş verdiniz biz bunu size en az 8 ay sonra vatandaşın eline geçer.

Çok yönlü bir kişiliksiniz ayrıca biz bunu biliyoruz ve takip ediyoruz yakından. Özellikle STK çalışmalarınızı biliyoruz. Özellikle de bu konuda her şeyin başlangıç noktası MÜSİAD sanıyorum. MÜSİAD ile tanışmanız nasıl oldu?

“BİR GEZİ MÜSİAD’A BAKIŞIMIZI DEĞİŞTİRDİ”

Ben Ahmet Şekeroğlu olarak sosyal tarafı olmayan, okul başarısı olmayan biriydim. İlkokulda çantamı ablam getirirse getirirdim, götürürse giderdi çantam. Hayalperest’tim.  Kendi içine kapalı, sosyal olmayan biriydim. Çok arkadaşı da olmayan biri. Benim ilkokul döneminde birkaç tane arkadaşım vardı. Ta ki 1992 yılına gelene kadar. Kendi içerisinde yaşayan biri. Ancak yaşı uzun olsun Fatma Bayrakçı İlkokul öğretmenimdi. Muhteşemdi. Bana okumayı aşılayan yegane insandır ilkokul öğretmenim. Bir okuma merakı başladı. Okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu aşıladı. Okuma merakı başladı onunla birlikte. Kitap okumaktan eve geç kalıp dayak yiyen nadir insanlardan biriyimdir. Kütüphanede iki arkadaş dalmışız gece saat 9 olmuş. Telefon yok herkes  paniklemiş. Geldik eve saat 10 olmuş. Geldik dayak yedik, söyledik bak kütüphanedeydik diye ama dinleyen yok. gerçi son dönemlerde yapamaz olduk ama kitap okumayı bu anlamda çok sevdik. Sosyallikle alakamız olmadı 92 yılına kadar. 1992’ de tesadüfen 2 arkadaş yani Helvacızade Mevlüt’le İstanbul’a gittik. Bizi MÜSİAD diye derneğe yemeğe davet ettiler. Erol Yarar’ın bayisi onlar. Ben ve arkadaşım akşam yemeğini bedavaya getirdik dedik. Bizim MÜSİAD ismini duymamız ilk böyle oldu. Hatta Mevlüt söylerken bizi davet ediyorlar Müsait mi bir yerden diye. Bunlar bir dernek kurmuşlar gidelim dedik. Davete icabet edelim. Zengin adamlarla yemekte iyi olur, bizim durumumuz da pek iyi değil o zamanlar. İlk öyle duyduk. Konya’dan geldik diye en ön masaya oturttular. Bende böyle yerlerde yemek yiyemem yine aç kaldık dedim. Çünkü ortam sıkıcı. Üstümüzde çok müsait değil. İçeri girdik eyvah dedik. Çünkü bize yakın bir yer değil ama içeri girmiş bulunduk. Prokokolden de hiç haz almam ama yapacak bir şey yok. toplantı boyunca terledik. Rahat değiliz ama. Bizimle yakinen ilgilendiler.1992 yılında bir gezi vardı üye olmadığımız halde bizi geziye davet ettiler. Hatta o zaman enteresan bir şey oldu. Hatta o zaman konuşmalar şu şekilde; Recep Tayyip Erdoğan o zaman Refah Partisi İl Başkanı. Yaptığı işler konuşuluyor yemekte hararetli bir şekilde. Tam bu esnada ince uzun biri kapıdan girdi, Erol Yarar’da bırakın bu tartışmaları bir faydası yok zaten konunun muhatapı da şu an geldi kendisinden dinleyelim dedi. Geldi sayın Cumhurbaşkanı yanımıza oturdu. Tanıştık. Konuyu anlattı, izah etti beş dakikada. En güzel yemeği de sunsalar öyle ortamlarda yemek yiyemem ben. Bedavaya getirelim dedik ama aç kaldık. Kapıdan çıkarken bize üye formlarını verdiler. Böyle biz MÜSİAD’la tanışmış olduk. Türki Cumhuriyetler ziyaretleri varmış. Bizi de davet ettiler. Biz işin nasıl istifade ederiz boyutundayız ama gidemem. Arkadaşıma sen gitmek istiyorsan buyur git dedim. Mevlüt’e dedim, babam bana izin vermez, sen gitmek istiyorsan git dedim ama. Çok ısrar etti. Ona da çok ısrar etmişler. Babama söyleyim babana rica etsin dedi. Babamdan çekinirim Allah var. Babam hayatında bana bir fiske bile vurmamıştır. Hiç dayak yemedim. Yok bir kere yedim ama oda Kur’an-ı Kerim’in arasına teksas, tommiks koymaktan dolayı. Onun haricinde olmadı. Çok klasik babalardan değildir. Neyse söylemişte gerçekten Babam “gitmek istiyor musun? Diye sordu. Evet dedim. Çünkü ömrümüzde hiç yurt dışına çıkmamışız. Babam “tamam gidebilirsiniz” dedi. Bizim deterjanla ilgili çalışmalarımız var “gidin bir bakın bakalım neler var” dedi. O tarihte iş adamı gruplarıyla geziye gittik. O geziden sonra bende MÜSİAD’a bakış açısı değişti. Çünkü insanlar çok samimi. Dedikodu yapmıyorlar iş üretiyorlar. Vatana millete nasıl katkı sağlarız onu konuşuyorlar. Bir çok gruptan insanlar vardı hepsinden etkilendik. Sonra dönünce Konya’ya kuracaklarmış, bizi davet ettiler. MÜSİAD’ın etkisi büyük tabi. Beni bu hale getiren, yetiştiren bir kurum.

MÜSİAD’ın sizde nasıl bir yeri var diye sormak bile istemiyorum, yerinin ne denli büyük olduğunu tahmin edebiliyorum? MÜSİAD noktasında özellikle ben şunu merak ediyorum. Bugün bile kalite ve şıklığına pek yetişilemeyen MÜSİAD Konutları gerçeği var. Bu gerçekte de en büyük katkı sizin. Bunu biliyoruz. Konut fikri nasıl çıktı, nasıl gelişti ve neden bundan onca zaman öncesinde böyle bir yapı gereği hissettiniz?

 “ÇOK PARAMIZ OLMADIĞINDAN O ARSAYI ALDIK” 

musiad-.png

Beni geliştiren bir okul gibidir MÜSİAD. Bir yere gidip iki laf edebiliyorsam bu MÜSİAD’a aittir. Başladık Hüseyin Bey’le çalışmaya. Uzun bir süre başkan yardımcılığı yaptım. Müsiad konutları meselesi de o dönem gündeme geldi. Söylüyordum MÜSİAD’a ait bir yer lazım diye sürekli. Hani bizde bir usul vardır ya bir fikri atarsan üzerine kalır. Bizde de öyle oldu. Sen git görüş bakalım Belediye ile falan çöz bu konuyu. MÜSİAD konutları da öyle çıktı. O zaman Halil Ürün Belediye Başkanı. Bana görev verdiler MÜSİAD evleri noktasında. Bir sürü olay yaşadıktan sonra şu an MÜSİAD evlerinin olduğu bölgeyi aldık ki, bilenler bilir o günkü durumunu. Öyle çok da revaçta bir bölge değil. Daha iyi yerler almak istedik ama paramız buraya yetti. İlk olarak Bera Otelin olduğu yer gündemde. Orayı alacağız, bir iş hanı yapacağız. İşte biz yaptığımız için birkaç katını da MÜSİAD’a verecekler. Katma değerden yararlanacaktık. Ama ihalede fiyatlar başını alıp gidince alamadık. Gittik Halil Ürün’e alamadık biz burayı bize yeni bir yer öner diye. Kömür tevziyi önerdi işte oda. Elimizde başka yer yok dedi. Bir maceraydı aslında orası ama aldık. Bir konut yapmak için en kötü yerlerden biriydi ama aldık işte orayı. Aldığımız yeri gittim gösterdiğimde yönetime “Biz burada ne yapacağız” dediler. Burayı kat karşılığı müteahhitte ver filan meselesine döndü. O dönem 11 arkadaşız, aldığımız bu arsanın yerini kendi cebimizden ödüyoruz. Öyle çok zengin arkadaş da değil bu 11 kişi. MÜSİAD’ın zaten parası yok. Buraya bir konut projesi yapalım dedim. Müteahhit karını almayalım oradan MÜSİAD’a bir yer çıkartalım dedim. O tarihte yine itirazlar oldu. Kime satacağız dediler, rezil rüsva bir yer. Bir teklif attım ortaya; Konya’da hiç olmayan bir konut yapalım buraya dedim. Başka türlü niye alsınlar. Cadde üstü değil, revaçta bir bölge değil hiçbir şey değil burası. Başka bir şans yoktu. Sıradan bir yapı olsaydı hiçbir anlam ifade etmezdi o bölge. Ya sıradan olacaktık, ya da çok kaliteli bir yapı olacaktı. Bana güven vardı insanlar tarafından. Dedi arkadaşlar “Ahmet biraz çılgındır, iki tahtası eksiktir, düzgün de bir adamdır, iyi işlerde çıkarır” öyleyse al ne istiyorsan yap. Sana emanet ediyoruz dediler. Çok sık dışarıya çıkıyoruz, başka ülkelere başka şehirlere gidiyoruz. MÜSİAD’a üye olduğumuz zaman daha 5 yıldızlı otelde yatmamıştık. Artık görüyorduk. Birazda meraklıyım. İnşaata da merakımız var. Hem yurt içi hem de yurt dışındaki  birtakım şeylerden etkilenmeye başladık. Biz de böyle şeyler niye yapmayalım dedik. Böyle ortaya ve arkasından o projeyi arkadaşlarla beraber toplandık.  İstanbul’da iyi bir marka mimara verelim dedik. Emre Arolat’a gittik. Türkiye’nin en iyi mimarlarından böyle bir şeyi yapar mısınız? dedik. Teklif verdiler. Konya’da o tarihte hiçbir insanın bir mimari proje için ödeyeceği miktar değil. Bir taraftan da yaptığı şeyi beğenmedik. Yani kültürü yapısı Konya ile bir alakası yok. İyi bir mimar olabilir ama iyi bir mimarlık her şeyi çözmüyor. Konya’ya geldik bu iş böyle olmayacak bir ekip kuralım dedim.11 kişiden oluşan genç bir proje ekibi kurdum. Konya’da ilk defa böyle bir çalışmaya biz imza atmaya başladık o tarihte böylece. Aralarında Hüseyin Bey’in dışında tecrübeli bir isim yok. Hüseyin Bey’in lügatinde ise “Evet” kelimesi diye bir şey yok. Her şeye hayır der. İyi ki öyle bir adam varmış o ekipte. Ben proje yöneticisiyim ama mimar değilim, mühendis değilim. Anlamıyorum. Gençler her şeye tamam diyorlar öyle olmaması lazım. İşte böyle biri bu nedenle şart. Ben bir şey söyleyince herkes evet diyor, ama birinin hayır demesi lazım ki iyi bir şey çıksın ortaya. Hüseyin bey söylediğiniz en iyi şeye de hayır diyerek başlar söze sonra yumuşardı. Tartışmayı uzatıyor ve mantıklı şeyler çıkmasına vesile oluyordu.

Enteresan bir yola giriyor anlattıklarınız. Bize iyi bir hikaye çıkacak sanıyorum?

BİLİNEN SİSTEMİN DIŞINA ÇIKTIK

Türkiye genellikle bir mimar bulursunuz mimara gidersiniz mimar kendi çalışmasını yapar beğenmişseniz beğenmişsinizdir yoksa değişiklikler yapar alır onu inşaat mühendisine verir o statiğini yapar böylece devam eder onaylarsınız. Ben öyle yapmadım. Bir ekip kurdum. Mimarından inşaat mühendisine, makine mühendisine kadar. Dedim ki “Paranızı sonuna kadar alacaksınız. Iskonto istemiyorum , o zamanlar iskonto yapılırdı. Ancak bir şartımız var herkes çarşamba günleri bu toplantıya herkes katılacak mazeret bildirmeyecek. Tüm mühendisler, mimarlar var. Katılmayana 100 dolar ceza keseceğiz” Herkes toplantıya geliyor. Mimar ,iç mimar, makine mühendisi de var. Herkes var toplantıda. Bu ilk önce yadırgandı. Herkes birbirine laf ediyor çünkü. Sert tartışmalar oluyor. Bir süre böyle  devam etti. Biri kalkıp dedi “Ben onca senelik mühendisim hiçbir projeye bu kadar yoğun çalışmadım” demişti. 6 ay sonra bitti çalışmamız. Bitince ben Projeyi yöneten kişi olarak ayağa kalktım ve “herkese sordum proje bitti mi?” diye. Evet dediler proje bitmiştir. Çok mükemmel bir çalışma yaptıkları için Herkese teşekkür ettim. Herkese imzalattım projeyi. Sonra arkamdaki yere raptiyeledim projeyi. Kapattım toplantıyı. Ama hiç kimse fark etmedi ben imza atmamıştım projeye.

Bu şekilde mi doğdu o müthiş proje?

“ASLINDA HERŞEY YENİ BAŞLIYORDU”

Tabi ki hayır. Daha yeni başladık biz. Aradan kısa bir süre geçti. İstanbulda Cevahir Otel var. sahibi Müsiad üyesi falan. Daha sonra İstanbul’da 5 yıldızlı bu otelde yer ayırttırdım. Bizimkileri aradım çalışmalarınızdan dolayı ödül olarak İstanbul’da bir otelde 1 hafta tatil yapın diye. Herkes sevindi. Geldiler hepsi. Bu arada toplantı salonunda her gün sabahtan öğleye kadar toplantı yaptırdım. Gelen gidenler oldu sunum yaptılar bu arkadaşlara. Öğlenden sonrada proje gezimi yapıyorduk. İstanbul’da o tarihte önemli olan projeleri geziyorduk. Gezmekle kalmıyor toplantılar yapıyorduk. Tüm özel projeleri dolaştık. Ufkumuz değişmişti. Akşamları da arkadaşları özel yerlere yemeğe götürüyordum.  Hidiv Kasrı’na yemeğe götürüyorum mesela. Yemeği yedik. Arkadaşlar hepiniz mimarsınız bir inceleyin burayı dedim. Herkes, tüm mühendis mimarlar ne demek istediğimi anlamıştı. Mesela bizim Hidiv Kasrından alınmış bölümlerimiz var. Oradan Kalkıyoruz Dolmabahçe sarayının orada çay içiyoruz mesela. Oraya bakıyoruz falan. Öyle realize edildi o proje. Uzun süre birlikte hazırladığımız projenin yerini bambaşka fikirler aldı hepsinde, hepimizde. Dönüşte hadi başlıyoruz inşaata gelin dedik arkadaşlara geldiler hepsi. Sonra yine Hüseyin Bey ayağa kalktı. “Arkadaşlar bu adam inşaattan falan anlamıyor ama bizim hepimizle dalga geçiyor” dedi kalktı geldi, hazırladığımız ve benim imza atmadığım projeyi yırtıp attı. Proje falan yok arkadaş dedi her şeye yeniden başlıyoruz dedi. Bizim 6 ayda hazırladığımız şey neydi biliyor musunuz klasik bir siteydi. Hiçbir şey ifade etmiyordu. 186 dairelik klasik bir şeydi. Her şeyi sıfırladık ve Gezdiğimiz projelerden, kendi fikirlerimizden hatta Hidiv Kasrı’ndan bile esinlenerek bir şeyler yaptık. Böylece bu proje reelize edildi.  6 ay uğraştığımız çalışmada hiçbir şey yoktu aslında. Klasik bir çalışmaydı. Bütün ekip her şeyi sıfırladı. İşte gerçek kıvama geldik dedim. Ve böylece doğdu MÜSİAD evleri. Güzel bir ekibin yoğun  çalışması sonucu.

Son zamanlarda biraz daha uzaksınız STK ve diğer çalışmalardan. Yada biz öyle biliyoruz. Neler yapıyorsunuz şimdi. Nelerle uğraşıyorsunuz. Yada işletme tüm vaktinizi mi alıyor artık?

“ ŞU AN TEK UĞRAŞIM FİLİSTİN ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ”

Geri dönecek olursak işte 93’te MÜSİAD’ı kurduk. Ben Başkan Yardımcısı olarak uzun süre görev yaptım. Daha sonra Ticaret Odası seçimlerine girdik. Ben bu seçimlerde 21 gün eve hiç gitmedim. Tam 21 gün. Babam bir gün isyan etmişti; “Senin Müsiad’ına da, Ticaret Oda’na da, bu ne” diye. Halbuki benim Ticaret Odasında ne bir meclis üyeliğim var, komite üyeliğim bile yok. işte bu kadar bir samimiyet var. yeter ki bizim arkadaşlarımız kazansınlar.  Seçimleri kazandık. Bizi Sanayi Odasına gönderdiler orayı da bizim arkadaşlarımız alsın dediler. Sanayici olmamızdan ötürü. Hasanla birlikte bizde oraya geçtik bu sefer. Sanayi odasına çalıştık. O Tarihte seçimi kazandık. Sanayi odası yönetimimizi oluşturduk. Aradan bir buçuk yıl geçmeden Ak Parti kuruldu. Bizi davet etti Recep Tayyip Erdoğan. Bir sürü taliplisi vardı ama iş bize geldi. Bizim ne böyle bir düşüncemiz var. ne bir çalışmamız var. ama bizi çağırdılar Hasan’la birlikte. Hasan bey gitti aldı geldi görevi ama sonra iade ettik. Çünkü hiç birimizin böyle bir alt yapısı yok. biz hasan beyi feda ettik. Bu sefer sanayi odası açıkta kaldı. Bana dediler sen olacaksın diye ama o tarihte ne benim olacak bir durumum ne vaktim var. Mümkün değil. Beş ay öteledim ama kısmet olunca demek ki geliyor yine. Babam izin vermiyor falan diyordum. Ama herkes toplanıp babama gitmiş izni koparmış. Babamda izin aldım mecburen Sanayi Odası Başkanı oldum. Organize sanayi bölgesinde bir başkanlık yaptık. Odalar birliği yönetimine girdik. Şu anda bütün bu vazifeleri bıraktım. Filistin’e olan aşkımız ve heyecanımız var. Orada bir proje var. Odalar birliği yönetim kurulu başkalığını halen devam ettiriyorum. Zor bir iş. Filistin’de organize sanayi bölgesi kuruyoruz. 1 milyon metrekare bir yer aldık Batı Şeria’da. Filistin topraklarında ama İsrail sınırında. Serbest Organize Sanayi bölgesi kuruyoruz. O çalışmayı ben yürütüyorum. Şu anda geldiğimiz nokta projeler bitme aşamasında. Dünyanın en zor yerinde böyle bir işi yapınca ister istemez tıkır tıkır işler yürümüyor. Bu nedenle biraz daha zaman alacak gibi görünüyor.  Orada öyle bir vazifem var şu anda başka vazifem kalmadı.

….

Buda belki de en güzel ve en önemli görevlerden biri bence Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için… 

rifat-hisarciklioglu.jpg

SÖYLEŞİNİN DÜNKÜ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ