İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

“iki güzel kelam etmeyi alışkanlık edinin.”

“iki güzel kelam etmeyi alışkanlık edinin.”

Dağlım, sevdiğim…

Yağmurlu, sakin bir kış akşamı, dışarısının karanlığı camlara katran gibi sıvanmış.  Karanlık çökmeye başlar başlamaz, hatıralar duvarlardan içeriye süzülüyor, gözlerimin önünde gerçeğe dönüşüyor. Uzaksın, yoksun, üşüyorum.

Hemen hemen birer hafta arayla, Çankırı, Kastamonu, Batman ve ardından Kütahya’ya gittim. Kastamonu Cide yolunda sonbaharın tüm renkleri görmek, kısa bir süre olsa da Küre dağlarına çıkmak güzeldi. Hele ki Cide… Hayalimdeki kasaba. Yıllar önce, tam da böyle bir kasabayı hayal ederek kısacık bir öykü yazmıştım. Cide’ye varınca bir garip oldum; daha önce gitmediğim ancak gitmişçesine yaşadığım güzel bir ilçeydi. Nasip olursa bir gün Cide’ye beraber gider, seyir tepesine çıkar, Gideros koyunda bin yıllar öncesinden kalan korsan seslerine kulak verir, çakıl taşı toplar, Cide’de sahil boyu, saadetin sessiz dilini kuşanarak yürürüz. Hatta sana Cide’den sarı yazma da alırım. Cide’de “sarı yazma” festivali yapıldığını bilmiyorsun değil mi?

Yine bu, Kastamonu Cide yolunda, arkadaşlarla etrafı seyrede seyrede giderken bir anda, heyecandan, sesimi yükselterek arabayı durdurttum. Dağın başı. Herkes bana bakıyor. Cevap vermeden arabadan indim. Sağ tarafımızda, Dağlı diye bir tabela vardı, fotoğrafını çektim, mektubumla gönderiyorum. “Dağlı.” Dağın başı, her taraf yemyeşil, yakınlarda ev falan da görülmüyor, tabela sanki benim için konulmuştu.

Sarı Yazma. Sarı… Hani o kulağını kesip sevdiğinin kapısına bırakan ressam Van Gogh, sarı renk için güneşi işaret ederek şöyle dermiş: “Sarı Allah’ın sevdiği mukaddes bir renktir.” Ve yine bu Van Gogh, Paris’in kalabalığından, yağmurundan, süsünden uzaklaşıp, “Güneşin olduğu yere gitmek istiyorum ben! Güneşin, tarlaların resmini yapacağım…” dermiş. Güneşin olduğu yer. Güneş, sevdiğimiz insanın olduğu şehirden doğuyor!

İnsanların çoğunda, kendinden bahsetmek dayanılmaz bir ihtiyaçtır Dağlım. İnsan dinlenilmeyi ister. Ancak şunu da söylemek istiyorum. Geçenlerde bir arkadaşım tam tamına şunları söylemişti ve çok doğruydu: “ Birdenbire konuşmaktan yorulduğumu hissettim. Uzun uzun içimi dökmek beni rahatlatmamıştı. Kelimeler hiçbir şeyi halletmiyordu.” Her şeyde olduğu gibi konuşmakta da orta yolu takip etmek lazım. Hatta az konuşmak her zaman için faydalıdır. Tabii bir de kiminle konuştuğumuz önemli. Çok önemli.

Birbirimizi elini ve gönlünü tutamadıktan sonra saatlerce konuşmamız gönlümüze gölge, gönlümüze sıkıntı olacaktır ancak.

Altını çizdiğim ve seninle paylaşmak istediğim cümlelerim var. Doğal, sade, basit ancak insanın yüreğine dokunan cümleler. Dur hele, bu sabah, erken saatlerde, işe gelmek için yola koyulduğumda şunları düşünüyordum Dağlım. Nasıl ki dünyanın neresinde olursa olsun bütün kelebekler aynı nazlı halleriyle uçarken yine dünyanın neresinde olursa olsun tebessümün dili de aynıydı. Doğallığın dili tekti. Doğallık, su gibi olabilmekti.  Doğallık, sağlıklı ve masum olandı. İki kardeşimin, su gibi sade, gönlüme dokunan cümleleri:

“Muhabbetler biter, yollar ayrılır ancak akla düşünce, ben ondan razıyım, Allah’ta razı olsun diyebiliyor mu insan, önemli olan budur. Dedim. Derim. Diyeceğim de.”

“Bir insanı mutlu etmek için herhangi bir servete sahip olmanıza, para harcamanıza gerek yok. Samimi olun, iki güzel kelam etmeyi alışkanlık edinin.”

Bazen; her anı, her günü, eski, tahta merdivenden çıkar gibi yaşıyorum. Her adımda bir ses, her adımda bir ibret. Üzerine bastığım her tahtanın söyleyecek bir şeyi var.

Seni seviyorum ve gerçek sevginin insanın en iyi taraflarını ortaya çıkaran bir durum olduğuna inanıyorum.

Karanlık çöküyordu. Cide’de, sahilin kenarında bir banka oturmuş, dalgın ve mahmur düşünüyordum.  Dalgalar, uzun seyahatlerini bitirirken yorgun yorgun iç çekmekteydiler sanki. Elimdeki şiir kitabını açtım, sana ve kendime bir satır çizdim: “bir kelebeğin kaderinden işaretler çıkarıp kendime”…

Hayatın buluşmalardan ve vedalaşmalardan ibaret olduğuna inanıyor, bütün sevdiklerimizle, bütün bir ömrü paylaşamayacak olmamızı da kader sayıyor, mütevekkil bir boyun eğişle karşılıyorum.

Dışarıda gözü yaşlı bir gece… Ben sana, yaz gecelerinin firuze mavisi karanlığını yakıştırıyorum.

Çocukluğunun bir kısmını bu zor günler için saklamıştın değil mi?

Buraları çok soğuk Dağlım, mektubun muhakkak ki gönlümü ısıtacaktır.

Ruhunda her dem, gizli kalmış bir tazelik ve iyilik olduğunu biliyorum.

Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR