Prof. Dr. Önder Kutlu

Prof. Dr. Önder Kutlu

IŞİD Meselesi

IŞİD Meselesi

Bugün, uzun zamandır yazmayı düşündüğüm meseleyi, ‘rehine krizi’nin de çözülmesiyle daha rahat değerlendirme imkânı ortaya çıktığı için ele almayı ve görüşlerimi sizlerle paylaşmayı uygun buldum. Konu çok çetrefilli. Tek bir cevabı yok. Bu nedenle farklı boyutlarını beraberce değerlendirmek gerekiyor.

Örgüt geçtiğimiz Haziran ayında Musul Konsolosluğumuzu basmak suretiyle 49 Konsolosluk çalışanını rehin almasından beri gündemimizi fazlasıyla meşgul etti. Vatandaşlarımızın kurtarılmaları Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın koordinasyonunda ve istihbarat ve güvenlik kuvvetlerimizin girişimleriyle sağlandı. Son derece mükemmel bir diplomasi yürütüldü. Elhamdülillah konu kimsenin ‘burnu bile kanamadan’ çözüldü.

 Olaydan haberdar olur olmaz ‘amacı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin etkilemek’ şeklinde bir kanaate vardım. Bugün hala bu kanaatteyim. Ama artılarıyla beraber. Bugün gelinen noktada Türkiye, vatandaşlarını kurtarabilen, istihbarat zafiyeti bulunmayan, güçlü bir devlet görüntüsü ortaya koydu. Dış politikada sizi ‘yıkamayan rüzgâr, güçlendirir.’ Türkiye de güçlendi. Bunu ABD yapamadı; İsrail yapamıyor. Emeği geçenleri tebrik ediyorum. Milletimiz de dualarıyla katkı sağladı. Herkesten Allah razı olsun.

Niçin bu fikirde olduğumu açıklayayım:

Birincisi, örgüt homojen bir yapıya sahip değil. Nasıl kurulduğu, kimlerin kontrolünde olduğu tam bir muamma. Şahsi kanaatim, bu örgütte tepe noktada bulunan yöneticilerin İngiltere, İsrail ve ABD bağlantılarının mutlaka bulunduğu yönünde. Ancak, alt kademelerdekiler ve sonradan katılanların niyetleri belki halis olabilir. Bu konuda daha esnek düşünüyorum.

Peki elimizde yeterli ve somut delil var mı? Tabii ki yok. Ama şunu biliyoruz: MI6, MOSSAD ve CIA’nın bölgeye ilgileri çok fazla. Buralarda üsleri ve ajanlarının bulunduğunu da biliyoruz. Bölgenin kendi haline bırakılamayacak kadar önemli olduğunu düşünüyorlar. İsrail’in burada ‘terör devleti’ olarak varlığını sürdürmesi, bölgenin çok zengin doğal kaynaklara sahip olması ve tarihsel olarak bölgenin önemi gibi sıralayabileceğimiz pek çok özellik bu güçlerin bölgeye yakın ilgilerini açıklar mahiyette. Üzerine Irak ve Suriye’deki karışıklıkları da ekleyince, ‘onlar olmadan olmaz’ diyoruz. Mutlaka işin içindeler.

Öte yandan, örgütte ‘samimi’ insanlar da bulunuyor olabilir. Irak’ta özellikle Maliki Hükümetinin Şia dışındakilere uyguladığı düşmanca politikalar, bunlara karşı bir cephe oluşturdu. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığı çerçevesinde hareket eden ve Şia’nın aşırı politikalarına karşı çıkan kitleler, kabileler IŞİD oluşumuna ‘şartsız destek’ verme noktasına geldiler. IŞİD’i bu güçlere karşı bir ‘araç’ olarak görüyorlar. Söylenen doğruların içine yanlışlar karışıp, gidiyor. Örgütün yanlışlarını doğruları nedeniyle görmezden geliyorlar.

İkincisi, örgüt ‘İslam’ın temel değerlerini referans’ aldığını söyleyerek piyasaya çıktı. Ehlisünnet mezheplerin bir anlamda Şia ile ‘hesaplaşması’ şeklinde lanse edildi. Ama örgütte daha çok Selefi grupların öncülüğü göze çarpıyor. ‘Öze dönüş’ adı altında türbeler, peygamber kabirleri ve camiler imha ediliyor. Hatta Kâbe bile, taşa tapıldığı gerekçesiyle, yıkılmakla tehdit ediliyor. İnanılır gibi değil. Bu devirde taşa kim tapar? Müslümanlar değil.

Üçüncüsü, bu hareket bilerek ‘şişirildi’. Zalim Esed yönetimine karşı savaşan mücahitler göz ardı edilerek belli bir grup ön plana çıkarıldı. Niçin? Bence vakti geldiğinde kullanılmak’ için. Örgüt medyaya servis ettiği görüntülerle, Batı kamuoyunun Suriye’ye yapılacak operasyon için hazırlanması noktasında, gerekli altyapı hazırlandı. Batılı ülkelerde operasyona itiraz neredeyse hiç yok. Batıdaki ‘İslam düşmanlığı’, örgütün sunduğu propaganda malzemesi dolayısıyla, aşırı derece yükseltildi.

Hatta bugün gelinen noktada ABD ve şürekâsı ‘Esed Yönetimi ve PKK’dan yardım alarak’ IŞİD meselesini çözmeyi planlıyor. Heyhat ki heyhat. Bir tarafta yıllardır zulüm çeken bir halk, diğer tarafta kendi halkını katleden bir ‘devlet’. Ve bu oluşum BM’de temsil ediliyor. Buna izin veriliyor. İzin verilme nedeni bugün daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Mısır’da ‘demokrasi’ denemesi istediği şekilde sonuçlanmayanlar Suriye’de bir dönem bitme noktasına gelen Esed’in güçlerini tahkim etmenin derdindeler.

Ayrıca, o dönemde, yani Haziran – Temmuz dönemlerinde artan şiddet hareketleri bir noktada İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı da gölgeledi. IŞİD’i mi konuşacaksınız, yoksa İsrail’i mi? Türkiye’de muhalefet IŞİD’i tercih etti. Rehine krizi bir anlamda kamuoyunu o noktaya yönlendirdi. Bölgesel bir güç olan ve küresel güç olma azim ve kararlılığıyla her vesile ile BM sistemini, yani statükoyu, eleştirerek ortaya koyan Türkiye’ye bir ‘ders’ verilmiş olundu.

Ama ‘ders verme’ zannımca hala devam ediyor. Sınara dayanan 100 bin kişi mesela neyin nesi? Niçin şimdi ve bu kadar büyük bir grup IŞİD tarafından sınıra dayanmaya zorlandı? Bence bunda da bir ‘oyun’ var. IŞİD – Batı koalisyonu bariz.

Temel sorumuz olan ‘Türkiye’nin dış politikası’ konusuna bakarsak, bugün gelinen noktada ABD ve Batılı ülkelerin birkaç haftadır Türkiye’nin desteğini almak suretiyle “IŞİD’i bitirme” konusundaki baskıları dış politikamızın doğru olduğunun göstergesi. Etik politika, ilkelere dayalı siyaset bunu gerektiriyordu. İnsan hakları, hak ve adalet gibi kavramların yol göstericiliğinde hareket ederseniz işiniz kolay: Hangi durumda ne şekilde davranacağınız önceden bellidir.

Amaç Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumunun yanında, Suriye’de bir Sünni devlet oluşturma gayreti. Bölgenin İsrail, Suudi Amerika ve ortakları için ‘güvenli’ hale getirilmesi. Yoksa, Suudiler darbeci Sisi’yi ayakta tutmak için neden milyarlarca dolar harcamak zorunda kaldılar? Belki, kendilerinde de rejim değişikliği olabilecekti. Sahi milletimiz şunu biliyor mu? Suudi Arabistan’da Veliaht Prens İngiltere’nin onayıyla belirlenir.

Türkiye bu ülkelerle beraber hareket edemezdi. IŞİD konusunda da yukarıda saydığım ilkeleri var dış politikamızın. O nedenle Batıya ‘hayır’ diyebildi. Rehineler konusunda provokasyon anlamına gelecek açıklamalar yapabilenler bugün konu çözüldükten sonra daha ‘makul’ görünmek zorunda kaldılar. Bence gerisi gelecek. Türkiye’nin haklılığı başkalarınca da takdir edilecek. ‘Okyanus ötesinden’ gelen tebrik yeni dönemin işaretleri. Kimin güçlü, kimin güçsüz olduğu daha iyi anlaşıldı. Başbakanımız yeni görevinde çok önemli bir testi geçti. Allah bir daha böyle sınavlar vermesin.

Bizler de Başbakanımıza ve Cumhurbaşkanımıza güvenmenin önemini tekrar anlamış olduk.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi
SON YAZILAR