"İspanya'dan gelen Yahudiler, yaşam hakkını Osmanlı'da kazandı"

Vakıflar Genel Meclisi Üyesi ve Cemaat Vakıfları Temsilcisi Moris Levi: - "Yahudiler, Osmanlı'da yaşam haklarını kazandı. Bu çok önemli bir kazanımdı. Eğer İspanya'da Yahudi olarak kalmaya devam etselerdi, muhtemelen katledileceklerdi. Orta Çağ dönemini y
"İspanya'dan gelen Yahudiler, yaşam hakkını Osmanlı'da kazandı"

İSTANBUL (AA) - GÜLSÜM İNCEKAYA - Vakıflar Genel Meclisi Üyesi ve Cemaat Vakıfları Temsilcisi Moris Levi, İspanya'dan 1492'de sürgün edilen Yahudilerin Osmanlı'da yaşam haklarını kazandıklarını belirterek, "Bu çok önemli bir kazanımdı. Eğer İspanya'da Yahudi olarak kalmaya devam etselerdi, muhtemelen katledileceklerdi. Orta Çağ dönemini yaşayan Hristiyan dünyasına yayılmış olsalardı yine çok büyük sıkıntılar çekeceklerdi." dedi.

Levi, İspanya'dan sürgün edilen Yahudilerin Osmanlı topraklarına kabul edilişinin 527. yılında AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

İspanya'dan göç eden ve Endülüs Emevi Devleti'nin vatandaşları olan Yahudilerin, Osmanlı'ya beraberlerinde Endülüs geleneklerini, kültürünü, batılı bakış açısını ve ekonomik değerlerini getirdiklerini söyledi.

Bunlardan en önemlisinin matbaa olduğunu kaydeden Levi, "Matbaa Osmanlı'da yaygın olarak neredeyse yüzyıllar sonra kullanıldı. Çünkü o dönemde hattat esnafı matbaanın yasaklanması için epey uğraştı. Şöyle bir düşünün. Eğer matbaa 15. yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu'na gelmiş ve yaygın olarak kullanılmış olsaydı Rönesans burada olacaktı. Ne yazık ki yasaklandı. Matbaa gibi yanlarında getirdikleri ikinci çok önemli şey ise batı bakış açısıydı. Çünkü Osmanlı bir cihan imparatoru, çok güçlü bir devletti, her türlü görüşe açık olmak durumundaydı. Nitekim yükseliş devrinde öyleydi zaten." diye konuştu.

Yahudilerin birçok mesleği de beraberlerinde getirdiklerini vurgulayan Levi, "Osmanlı'nın yükseliş dönemine denk gelen bu süreçte Yahudiler özellikle diplomasi ve tıp alanında oldukça yararlı oldu. Bu açıdan bakınca Osmanlı'nın da kazanımları çok büyüktür. Yahudiler ise yaşam haklarını kazandı. Bu çok önemli bir kazanımdı. Eğer İspanya'da Yahudi olarak kalmaya devam etselerdi, muhtemelen katledileceklerdi. Orta Çağ dönemini yaşayan Hristiyan dünyasına yayılmış olsalardı yine çok büyük sıkıntılar çekeceklerdi." ifadelerini kullandı.

Moris Levi, Yahudilerin Osmanlı topraklarına mallarının, namuslarının, hayatlarının korunacağı inancıyla geldiğini dile getirerek, şöyle devam etti:

"Endülüs'te yüzyıllar boyunca emin bir şekilde yaşamışlardı ve Osmanlı da bir İslam medeniyetiydi, İslam'ın kuralları geçerliydi. Yahudiler, önlerinin açık olduğunu, çalışmalarının meyvelerini, hem yiyebileceklerini hem de ülkeye kazandırabileceklerini biliyorlardı. Bu yüzden buraya geldiler. İspanya o dönemden sonra çok mu büyümüştür? Bir dönem büyümüştür ve sonra Avrupa'daki diğer bazı ülkelerin özellikle İngiltere'nin gerisinde kalmıştır.

Kültürel çeşitlilik çok önemlidir. Tek bir renkle bir resim yapamazsınız, başka renklere de ihtiyacınız var. Yani Yahudilere de Hristiyanlara da Müslümanlara da ihtiyacınız olduğu gibi esnafa da askere de sanatçıya da çiftçiye de ihtiyacınız var. Bir ülkenin birlikte kalkınabilmesi için Yahudiler eksik olan bir renkti. Osmanlı'da vardılar ama güçlü değillerdi sayısal olarak. Sefaradların gelmesiyle beraber o renk tamamlanmış oldu."

- "Sevinçli günlerimizde ülkemiz ve Cumhurbaşkanı için dua ederiz"

Moris Levi, sevinçli günlerde, düğünlerde, bayramlarda Türkiye, Türkiye'yi idare edenler ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sağlığı için dua ettiklerini anlattı.

Yahudilerin bulundukları tüm ülkelerde uyum içinde yaşamaya özen gösterdiğini dile getiren Levi, şunları söyledi:

"Bizim kadim bir kuralımız var, o da yaşadığımız ülkenin kurallarına ve yasalarına harfiyen uymak. Yahudi cemaatinin tarihinde, asla Osmanlı'da veya başka bir yerde bir isyan, bir kalkışma olmamıştır. Yasalara sürekli uyulmuştur, sürekli devleti idare edenlerle uyum içinde çalışılmıştır. Çünkü Yahudiler, 3 bin yıllık bir azınlık. Yani bugünün azınlığı değil. Her zaman azınlık olarak yaşamışlar. Azınlık oldukları için diplomat olmuşlar. Azınlık oldukları için iyi ilişkiler kurmayı ve başkaldırmamayı öğrenmişler. Zaten Osmanlı'da böyle bir şeye gerek de yoktu.

Yahudileri hedef alan, Yahudilere sıkıntı çektirmeyi hedefleyen bir yasa veya bir uygulama hiçbir zaman olmamıştır tarihte. Bu bakımdan çok barışçıl, huzurlu, faydalı olmuşlardır. Ama bunun bir kötü tarafı da oldu. Yahudiler o kadar rahat oldular ki kendilerini geliştiremediler. Yükselme devrinin hemen sonunda duraklama ve gerileme devirlerinde Yahudi cemaati de durakladı ve geriledi. Hem dini felsefe açısından hem ekonomi açısından çok ilginç bir biçimde, ülkeye paralel bir biçimde geriledi. Yani bir zamanlar Osmanlı bütün dünya Yahudiliğinde önemli bir dini felsefe merkezi olarak kabul edilirken, gerileme devriyle beraber bu özelliğini Türkiye'deki Yahudi cemaati kaybetti. Düşünün Yahudilerin ülke ile nasıl bütünleştiğini?"

- "Ülkemi seviyorum"

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibi fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar, İstanbul'da 90-100 bin olan Musevi nüfusun bir bölümünün İsrail'in ülke olmasıyla bu ülkeye gittiğini anlattı.

Bu durumun 1950-1955'lere kadar devam ettiğini ve buradaki nüfusun 30 binlere kadar düştüğünü aktaran Keribar, şunları kaydetti:

"Tabii bu rakam kendi gençliğimdeki rakam. 30 bin diye biliyorduk. Aradan yıllar geçti farkındayım. Gençlik zamanım 50'li yıllardı. Savaş yılları oldu 1950'lerde. Savaş yılları herkes için korkulu rüyaydı çünkü. Almanlar eğer Yunanistan, Türkiye gibi yerleri işgal etselerdi Alman gücüyle, Alman zoruyla belki de katledilebilirdik veya sürülebilirdik. Ama hakikaten tarih bizi yani Türkleri sevdi ve böyle bir şey olmadı. Bizim sınırımıza yakın bir yerde durdular. Savaşın seyri değişti. Böylece 2. Dünya Savaşı'ndan kurtulmuş olduk."

Türkiye'de ve yurt dışında fotoğraf alanında başarılara imza attığını, bu süreçte hiçbir baskıyla karşılaşmadığını ifade eden Keribar, şunları söyledi:

"Türkiye'de ve yurt dışında uluslararası yarışmalarda ödüller aldım. National Geographic gibi dünya çapında ödüllerin birkaçını da alınca adım duyulmaya başlandı. Ben şimdi Musevi cemaati üyesiydim aslında. Dinimin farklı olmasından dolayı hiçbir baskı, hiçbir ayrıcalık görmedim. Açık kalple söylüyorum yaptığım işi seviyorum, arkadaşlarımı seviyorum ve her şeyden önce ülkemi seviyorum. Bunu her fırsatta herkese dile getiriyorum. Yani burada önceliğim bu ülke. Yaşadığım için buraya çok şey borçlu olduğumu biliyorum. Eğer ben Türkiye'de, Türk insanından bu karşılığı görmemiş olsaydım belki Türkiye'de yaşamayacaktım. Şu an şikayet etmemiz gereken gerçekten hiç bir şey yok. Halk bizi seviyor mu tam olarak? Halk bizi iyi niyetliysek sever. Çünkü Museviliğin tanımıdır. İsrailci falan diyebilirler bunlar doğru değil."

Kaynak: