İşte Hasan Doğan’ın ‘O’ yazısı

Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Dr. Hasan Doğan Mehir Vakfı’nın İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi 31. sayıda bir makale kaleme aldı. Doğan makalesinde özetle şunları ifade etti
İşte Hasan Doğan’ın ‘O’ yazısı

İSLAM HUKUKUNDA İFADE HÜRRİYETİNİ SINIRLAYAN SEBEPLER

Dr. Hasan DOĞAN

Özet: Hukuk düzenleri tabiatları gereği insanlar için haklar ve sorumluluklar belirlemek mecburiyetindedir. Hakların, başkalarının hakları ile sınırlı olması ilkesi ışığında; kaosa sebebiyet vereceği, toplumun huzurunu tehdit edeceği ve başkaları için zulüm doğuracağı dikkate alındığında sınırsız bir hürriyet anlayışının bir gerçeklik değerinin olmadığını söyleyebiliriz. Buna göre ifade hürriyeti gözetilmesi zaruri, ancak sınırlanması gerekli olan bir niteliğe sahiptir. Diğer hukuk sistemlerinde olduğu gibi İslam hukuku bunu bir hürriyet olarak benimsemiş, birey ve toplumun maslahatlarını dikkate alarak belli sınırlamalar çizmiştir. Çalışmamızda İslam hukukunun ifade hürriyetine bakışını ve ön gördüğü hukuki sınırları ele almaya gayret göstermekteyiz. Anahtar Kelimeler: İslam hukuku, ifade hürriyeti, tahkir, sövme, hakaret, iftira, fitne, terör, tekfir, kamu düzeni, müstehcenlik.

Reasons Limiting Freedom of Expression in Islamic Law Abstract: Legal systems, by its nature, have to set rigths and responsibilites for people. By taking into consideration the principle that all rights are limited by the rights of others and the fact that limitless freedom causes chaos and cruelty, and threatens peace in society,  it can be said that the understanding of limitless freedom has no place in real life. Therefore, freedom of expression is a right whose protection is essential but limitation is necessary. As in other legal systems, Islamic law considers freedom of expression as a right and brings some limitations to it by taking into consideration requirements of individuals and society.  In this study, we will try to examine Islamic Law’s approach and its legal limitations to freedom of expression. Keywords: Islamic law, freedom of expression, humiliation, insult, affront, slander, disorder, terror, public order, obscenity.

GİRİŞ

İfade hürriyeti adı altında çalışmalar yapılması çok eski çağlara dayanmamakta ve gündemimizin ilk sıralarına modern çağın taşıdığı bir kavram olarak görünmekteyse de, herhalde insan zihnini yeni yeni meşgul etmekte olan bir konu da değildir. Nitekim tarihte zulüm ve baskıya dayanan hukuk sistemleri ve totoliter rejimlerin belki de en baştaki hedefi düşünceyi-inancı ifade etme hürriyeti olagelmiş1 ve insanlar bazen toplu halde, bazen de bireysel olarak bu durumdan ötürü büyük acılarla yüzyüze kalmışlardır. Zarureti ve değeri kolayca itiraf edilebilecek düşünce, vicdani kanaat ve inancı ifade edebilme hürriyeti, insan hayatında ne anlama gelir, varlık iddiasının fikri temelleri nelerdir? Öte yandan ifade hürriyetinde ideal, hiçbir sınırla mahdut olmayan bir hakkı ikame etmek midir? İfade hürriyeti altında serdedilen görüş ve iddiaların yaraladığı mağdur kişi, kurum ve inançların mevcudiyeti, ifade hürriyeti ile ne derece bağdaşabilir? Aşağıda İslam dininin ve hukuk sisteminin ifade hürriyeti karşısında takındığı tavra ve andığımız sorular için aldığı pozisyona dair ipuçları yakalamaya gayret göstereceğiz.

9-274.jpg

I. İFADE HÜRRİYETİ VE DAYANDIĞI TEMELLER

A. İfade Hürriyetinin Tanımı

“Görüş hakkı”, “fikir açıklama hürriyeti”, “kelam serbestiyeti” gibi kavramlarla da anılan ifade hürriyeti, kişinin düşüncelerini dışa vurma özgürlüğünü anlatmakta, bir baskıya maruz kalmadan fikir ve kanaatlerini açıklayabilmesini belirtmektedir.2 İfade hürriyetinin tanımında özellikle “dışa vurma”yı vurgulamaktayız, nitekim ifade, her zaman konuşma biçiminde ortaya çıkmaz: yazı, resim, heykel veya diğer yollarla da düşünce ve kanaatler beyan edilebilmektedir. Görüleceği üzere düşünce hürriyeti ve ifade hürriyeti temelde birbirinden farklı kavramlardır.3 Ancak bir düşünceden kaynaklanmayan ya da düşünme yetisine sahip olmayan bir varlıktan ortaya çıkan bir ifade, herhangi bir sorumluluk doğurmadığı gibi, dışa vurulmamış bir düşüncenin de bilinmesi mümkün değildir. Buna göre düşüncenin insanın iç dünyasında var olan bir manaya delalet ettiğini dikkate aldığımızda “düşünce hürriyeti” diye bahsedilen kavramın dış dünyaya yansıması çoğu zaman ifade hürriyetinin alanına girmektedir. Dolayısıyla düşünce hürriyeti ile düşüncenin açıklanmasını ortaya koyan ifade hürriyetini en azından birbirlerini tamamlayan kavramlar olarak değerlendirebiliriz.  Hatta  birbiriyle olan girift ilişkisi ışığında düşünce ve ifade hürriyetini bir bütün olarak değerlendirmek daha isabetli görünmektedir.4 İfade hürriyetinde negatif ve pozitif olmak üzere iki ayrı boyut bulunmaktadır. İlki genel tanımların da temelini oluşturan boyuttur: kişilerin düşünce ve kanaatlerini serbestçe dışa vurmaları. Negatif boyutta ise kişilerin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamamaları yer almaktadır.5 Bütün bunlardan sonra ifade hürriyetini bilgiye serbestçe ulaşarak kendi düşünce ve kanaatlerini oluşturmak ve bunu (barışçıl biçimde ve) iradi olarak dışa vurmak veya dışa vurmaktan imtina etmek biçiminde kapsayıcı bir tanım ortaya koymak mümkündür.6 Aslında bu tanım, düşünce özgürlüğünün safhalarını da özetleyen bir yoğunluğu ihtiva etmektedir. Nitekim düşünce özgü-rlüğü, düşüncenin insan zihninde oluşması, dile getirilerek dışa vurulması ve müteakiben bu düşünce ile dış dünyada bir değişiklik yapmaya yönelen eylem merhalelerinden meydana gelmektedir.

B. İfade Hürriyetinin Fikri ve Tarihi Temelleri

İfade hürriyeti, diğer hak ve hürriyetler gibi bir takım temeller üzerinde kendini gösterir ve günümüzde temel hak ve hürriyetler arasında olmazsa olmaz sayılan değerlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Jellinek’in klasik tasnifinde ifade hürriyetinin hem negatif statü hakları hem de aktif statü hakları arasında değerlendirilebildiğini gözlemlemekteyiz. Nitekim anılan tasnife göre kişinin devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel alanının sınırlarını çizen negatif statü hakları, vicdan ve düşünce hürriyetini; kişilerin toplum yönetimine katılmasını merkeze alan aktif statü hakları ise görüş ve tutumları açıklama hakkını kapsamaktadır.

İfade hürriyetinin önemi hakkında bireysel ve toplumsal açılardan farklı değerlendirmeler yapılabilir. Bireylerin kendilerini geliştirmesinin ancak fikirlerin serbestçe ifade edilmesi ile mümkün olduğu görüşü karşısında kendi kendisini yönetme olgusu etrafında toplumsal yaklaşım ortaya atılmıştır.9 Emerson’un kolektif teorisinde bu gereklilik üç teoriyle dile getirilmektedir ki bunlar, gerçeğin ortaya çıkarılması teorisi (bilgilerin gelişmesi ve gerçeğin keşfi), demokratik süreç teorisi (toplumu oluşturan bütün bireylerin karar sürecine iştirakinin temini) ve bireysel otonomi ve hürriyet  (bireyin kendisini geliştirmesi, kendisinin farkında olması) teorisidir.10 İfade hürriyetinin fikri zemininde, sükuta mahkum edilen düşüncelerin doğruluk ihtimalini taşımasına kayıtsızlık, susturulan fikirlerin az da olsa doğruluk içermekte olabileceğini düşünmemek (ki doğruların tamamlanması ancak karşıt fikirlerin çarpışması ile olur) insanlığın huzur ve tekamülüne yönelen tehditler olarak görülmektedir. Öte yandan benimsenen fikirlerin, itiraza hoşgörü göstermemesinin bu fikirleri az anlaşılan peşin hükümler haline getireceği ya da zayıflama tehlikesiyle yüzyüze geleceği dile getirilmektedir.11

C. İslam Hukukunda İfade Hürriyetinin Temelleri

“Din ve vicdan hürriyeti” gibi12 “ifade hürriyeti” de modern çağın ürettiği bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.  Ancak “ifade hürriyeti” biçiminde bir ibareye şahit olmasak da gerek Kur’ân-ı Kerim’de, gerekse Hz. Peygamber (S)’in hayatında ifade hürriyetinin anlamına dair temel referanslar tespit edebilmekteyiz.

Öncelikle Kur’ân-ı Kerim’de düşünmeye, akletmeye davet eden çok sayıda ayet yer almaktadır.14 Bu durum, İslam dininin düşünmeye verdiği değer dışında, düşünce ve düşünceyi ifade etme hususunda ne denli kendisine güven içerisinde bulunduğunu; düşünceye karşı bir korku psikolojisi geliştirmekten uzak olduğunu ortaya koymaktadır.15 Örneğin Kur’ân-ı Kerîm’de, hak din ile mücadele edenlere meydan okunurken: “Eğer kulumuza indirdiğimiz (kitaptan) süphede iseniz Kur’ân’ın benzerinden bir sûre getirin ve Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz”16 buyrulmaktadır. Düşünme ve düşündüğünü ifade edebilme hürriyeti, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâla ile yaratıp var ettiği şeytan arasında geçen diyalogda da kendisini göstermektedir.17 Önünde secdeye gitmesi emredilen ve insandan daha üstün bir yaratılış niteliğine sahip olduğu kanaatini taşıyan şeytan bu düşüncesini açıkça ifade etmiştir.18 Sonrasında melekler de insanın yaratılmasına dair düşüncelerini Yaratıcılarına arzetmişlerdir.19 Cenab-ı Allah da şeytanın ve meleklerin düşüncesini açıklamasına müsaade etmiş, gerçekleşen diyologları da kullarına haber vermiştir. İfade hürriyetinin bir cüz’ü veya simetrisi olarak değerlendirilebilecek inanç ve düşünce hürriyeti, doğrudan Kur’ân-ı Kerim tarafından güvence altına alınmıştır.

Ayrıca ifade hürriyeti temelinde anlam kazanabilecek şura (danışma) müessesesi de Kur’ân-ı Kerim’de emredilmiş bir ilkedir.21 Nitekim muhalefet hürriyeti, düşünce ve ifade hürriyeti, bireylerin şura sürecine bizzat katılmalarının tabii dayanaklarıdır.22 Bu meyanda sahabeden Ebû Hüreyre’nin “Ben, Allah’ın Rasulünden daha fazla arkadaşları ile istişare eden birini görmedim”23  sözü dikkat çekici bir beyandır. Ebu Hureyre’nin bu sözü dillendirdiği çağın, hükümdarlar için istişarenin, fikir alışverişinin değil, otorite ve yanılmazlığın öne çıkarılan vasıflar olduğu dönemler olduğu unutulmamalıdır. İfade hürriyetine toplumda alan açan bir diğer Kur’ân-ı Kerim çağrısı “iyiliği emr, kötülükten alıkoyma”dır.24 Kur’ân-ı Kerim’de hassasiyetle altı çizilen bu müessesenin çalışabilmesi ancak insanlara bu dairede tanınacak ifade hürriyeti ile mümkün olabilecektir. Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerîm ifade hürriyetine karşı bir tavır içerisinde değil, bilakis destekleyici bir duruşa sahiptir.25 İslam dini ve hukuk sisteminin ikinci kaynağı Sünnet-i Nebî incelendiğinde de ifade hürriyeti açısından Hz. Peygamber (S)’in hayatında çok sayıda referansa rastlamak mümkündür. İfade hürriyetinin sınırlarını aşmayan görüş beyanlarına kulak veren Hz. Peygamber (S), ilahi vahy ile desteklenmesi ve üstün zekâsına rağmen kimi zaman kararlarını değiştirmekte bir sakınca görmemiştir. Hendek Savaşı için Hz. Selman’ın planını dinleyip uygulamaya koyarken26, Uhud Savaşı’nda izleyeceği stratejiye muhalefet gösterilmesi üzerine karşıt düşünenlerin planını kabul etmiştir.27 Bu konuda eski Arap geleneğinde yeri olan bir üslupla (“sen bana anamın sırtı gibisin” şeklindeki bir sözle) eşi Evs b. Sâmit tarafından boşanmış olmasını hazmedemeyerek Hz. Peygamber (S)’e gelen, ancak beklediği yanıtı alamayınca aynı zamanda devlet başkanlığı yükümlülüğü de olan Hz. Peygamber (S)’e güçlü biçimde kendisini ifade eden Havle bt. Sa‘lebe’den de bahsetmeliyiz. Adı geçen hanım sahabi, çok açık ve ısrarlı biçimde savunmada bulunurken adeta Hz. Peygamber (S) ile tartışmaya girmiş, Hz. Peygamber (S) ise bu konuda inzal olmuş bir vahyin bulunmaması nedeniyle kadının beklediği/istediği hükmü verememiştir. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, tartışan (mücâdile) kadının durumuna müdahale ederek: “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” buyurmuş, devamındaki ayetlerde hanım sahabinin arzusuyla örtüşen bir hüküm vaz ederek bahse konu zıhâr geleneğini kaldırmıştır. Ayetlerde devletin başında da yer alan Hz. Peygamber (S)’e karşı toplumdaki herhangi bir kadın tarafından ortaya konulduğu görülen tutumun “tartışmak/çekişmek”, “şikayet etmek” gibi ibarelerle açıkça vurgulanması, durumun yerilmeyip kadının talebine uygun biçimde neticelendirildiğinin gösterilmesi, İslam’ın insanların meşru hak arayışına ve bu hususta düşüncelerini açıkça ifade etmesine gösterdiği saygının altını çizmektedir. Hz. Peygamber (S) ashabına olduğu gibi muarızlarına da ifade hürriyeti konusunda hassas bir tavır sergilemiştir. Örneğin Hz. Peygamber (S), Hudeybiye Musalahası’nın dikte edilmesi esnasında müşrik heyetin başkanı Amr b. Süheyl’in –sarfettiği sözlerle müslümanları oldukça tahrik etmesine rağmen- düşündüğünü açıkça ifade etmesine izin vermiş, bundan dolayı da besmele yazımı ve kendisinin Allah’ın Elçisi olduğunun kayda alınmasına yönelik mezkur şahsın itirazlarını suhuletle karşılamıştır. 28 İlk Raşid Halife Ebubekir (R) yaptığı ilk konuşmada;29 halife olduğunda Hz. Ömer (R)’in karşısında halkın içinden ve sıradan bir şahsın sert uyarısında30; yine Hz. Ömer (R) gibi güçlü bir lider önünde korkusuzca düşüncelerini açıklayan kadının mihr çıkışında31 ifade hürriyeti vurguları dikkat çekmektedir.

Aynı şekilde ictihad müessesinin derin köklerinin ve mezheplerin bu hürriyet etrafında serpilip gelişmesinin de ifade hürriyetinin mahsulleri olduğunu belirtebiliriz.32

8-127.jpg

II. İSLAM HUKUKUNDA İFADE HÜRRİYETİNİN HUKUKİ SINIRLARI

İfade hürriyetinin kısıtlanması tartışmasının temelinde hürriyetlerin tahdidi, bilhassa hürriyeti yok etme hürriyetinin meşruiyeti tartışması yatmaktadır. Bu münakaşa etrafında kimi filozof ve hukukçuların ifade hürriyetinin kısıtlanması karşısında keskin olumsuz duruşlar sergiledikleri bilinmektedir.33 Ancak sınırsız hürriyetin hayal âleminde yaşanabileceği, sosyal çevre içinde gerçekleşemeyeceği, toplum ve devlet hayatında yer alamayacağı, çünkü bunun anarşi ve kargaşaya sebebiyet vereceği ortadadır.34 Nitekim hürriyetlerin mutlakiyeti, sınırsızlığının doğuracağı menfi durumları dikkate alarak hemen her hukuk sistemi, ifade hürriyetini belirli kıstaslara göre sınırlamaya yöneldiğini söyleyebiliriz.35 İslam hukukunda da kişinin aklına gelen ve istediği her şeyi dilediğince ve hesapsızca yapması olarak “mutlak hürriyet anlayışı”, hayvan türüne ait bir yaşam tarzı, şeytanın istibdadı ve nefsin esâreti biçiminde değerlendirilmiştir.36 İslam hukuku çerçevesinde ifade hürriyetini sınırlayan sebeplerin -bazen iç içe geçmekteyse de- şu başlıklar altında ele alınabileceğini düşünmekteyiz.

A. Kutsal Kabul Edilen Değerleri Tahkir

Kutsal değerlere hakareti ilk yasaklayan hukuk sistemi elbette İslam hukuku değildir.37 İslam Hukuku, Allah’a ve peygamberlerine hakaret için daha keskin bir tavır sergilemektedir. Kendi hukuk sistemine tabi olan bir toplumda Allah’a hakaret, isim ve sıfatlarıyla Allah’ı, O’nun bildirdiği, emrettiği veya yasakladığı hususları küçümsemeyi ve bunlara karşı bilumum saygısızlıkları ifade etmektedir.38 Ancak İslam hukuku, her ne kadar Allah’a ve peygamberlerine hakarete karşı daha hassas bir yaklaşım sergilemekteyse de kutsal sayılan tüm değerlere hakareti yasaklamak bakımından temelde inançlar arasında farklı standartlar uygulamaz. İslam Hukuku, bütün peygamberlerin ve kutsal kitapların izzetini gözetmekle kalmaz, müşriklerin putlarına dahi hakarete müsaade etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: “Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir. 39 Keza Hz. Peygamber’e hakaret ne kadar kabul edilemezse diğer peygamberleri tahkir de aynı biçimde tasvip edilemez. Çeşitli ülkelerde Hz. Peygamber (S) hakkında çıkan tahkir ve tezyif girişimlerine karşı İslam dünyasında yükselen protesto seslerinin aralarında bir ayrım gözetilmeyen40 diğer peygamberler için yeterince ortaya konmaması müslümanlar için bir eksiklikse de; batılıların İslamiyet ve mensupalarının sadece kendi kutsallarına yönelen saldırılara tahammül edemediği biçimindeki inanışları da bir o kadar cahilcedir.

B. İftira

İftira, ifade hürriyetini sınırlayan en önemli hukuki sebeplerden biridir. Adaleti gerçekleştirme iddiasında olan hiçbir hukuk sistemi veya hiçbir hürriyet anlayışı, bir başkasına işlemediği bir suçu isnad etmeyi mazur göremez. Nitekim Eski Mısır’da41, Eski Hint Medeniyetinin Manu ve Yajnavalkiya Kanunları’nda42, Bâbil uygarlığının ortaya koyduğu en meşhur kanun mecmuası olan ve ceza sorumluluğu için subjektif unsura oldukça önem veren43 Hammurabi Kanunları’nda44, Asur Medeniyeti’nde45, Moğol Kanunları’nda46 iftira suçu için ciddi düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Antik Yunan’da kişilere, suç ithamında bulunma hakkı verildiğine, ancak bununla beraber ithamın delillendirilmesi mecburiyetinin öngörüldüğüne dair bilgilere rastlamaktayız.47 Eski Roma’da sabit kurallarla korunan haysiyet ve şerefi yaralayıcı asılsız ithamlar için sert cezalar öngörüldüğü dikkat çekmektedir.48  Musevilik’te de,49 Hıristiyanlık’ta da50 iftiraya tolerans gösterilmediği görülmektedir. İslam dini ve İslam hukuk sistemi de iftirayı bir ifade hürriyeti konusu olarak değerlendirmemiştir. Şüphesiz iftira, İslam hukukuna göre ifade hürriyetini sınırlayan bir sebeptir. İslam hukukunda bahsi geçen iftiraları kazf (asılsız zina isnadı) ve diğer asılsız suç isnadları olarak iki kısma ayırabiliriz. Bu çerçevede iftiranın bir biçimi olarak hakaret ve sövme suçlarını diğer iftiralar içinde değerlendirmek mümkündür. Öte yandan kazf gibi bir zina isnadı olmakla beraber karı-koca arasında gerçekleşen ve aslında iki tarafın da iddiasını ispatlamaktan aciz kalmasıyla neticelenen liânın da ifade hürriyetini sınırlayan bir sebep olduğunu düşünmekteyiz.

 

1. Kazf

Kavramsal olarak bir kimseye işlemediği bir suçu, aybı isnat etmek,51  tanımına sahip olan kazf, özelde bir kimseye asılsız zina veya gayr-i meşru cinsel ilişki isnat etmek anlamına gelmektedir.52 Kazfte asılsız isnad kişinin şahsına yönelik olabileceği gibi, kişinin nesebini de hedef alabilir; sözlü ya da yazılı olabilir.53 Kazf, açıkça ve doğrudan, kinâye yoluyla54, tarizle yahut da kişinin nesebini inkâr şeklinde gerçekleşebilir.55 Kazfe uğrayan mağdurun muhsan olması;56 kazf suçunu işleyen kişinin bulûğ, akıl ve hürriyet57 şartlarını taşıması ve uygun biçimde ispatlanması kaydıyla İslam hukuku, kazf suçunun 80 sopa ve şahitlikten men ile tecziyesini esas almaktadır: “Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir. Ancak tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 58 İsnadın asılsızlığı sabit olmakla beraber kâzif ve makzûfa dair şartların eksik olması halinde ise kazf suçu oluşmamakta, ancak asılsız isnad siyasi otoritenin düzenleyeceği diğer cezalarla (tazir) tecziye edilmektedir. İslâm hukukunda, zina iftirası suçu, hem topluma ve hem de bireye zarar veren bir fiil olarak nitelenmiş, bu nedenle sert bir bedeni ceza ve belki de bu şekilde hiçbir suç için ön görülmeyen manevî bir cezayla karşıya karşıya bırakılmıştır.

2. Liân

Esasen liân, kazf ve zina cezalarını düşüren ortak bir sebep, ama aynı zamanda ifade hürriyetini de sınırlayan bir niteliğe sahiptir. Liânın, kazf cezasının yerine ikâme edilmiş hukukî bir süreç olduğu da söylenebilir.60 Modern hukukta yer almayan, ancak Musevilik’te ve İslam hukukunda birbirine benzer biçimde düzenlenen61 liân müessesesinin varlığı Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili ayetine dayanmaktadır: “Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir. Kocasının yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.” 62 Karşılıklı lanet okumak anlamına gelen liân (mülâane)63 sürecine göre karısını zina yapmakla suçlayan erkek, dört şahitle iddiasını ispatlayamazsa, taraflar, hakim önünde karşılıklı olarak yemine davet edilmekte, erkek iddiasının doğruluğunu, karısı da bu ithamın asılsızlığını yeminle ifade etmektedir. Sürecin tahakkuku için her iki tarafın da bazı şartları taşıması zaruri görülmüştür.64 Eşin zinası sebebiyle hakim önünde vuku bulan mülâane sonunda koca, kazf veya tazir cezasından; kadın ise zina haddinden kurtulmuş, eşler kesin bir ayrılık ile (bâin talak-geri dönüşü olamayan boşanma) boşanmış, eğer süreç çocuğu inkar ile başlamış ise baba ile doğan çocuk arasında miras ve nafaka ilişkisi/hukuku ortadan kalkmış olur.65

3. Diğer İftira Türleri

Bir kimse hakkında zina isnadı dışında “hırsızlık”, “rüşvet”, “dolandırıcılık” gibi insan onuruna yakışmayan ithamlarda bulunulup ispatlanamaması, bu başlık altında konu edilen iftiralardır. İslam hukuku hiçbir surette ifade hürriyetini gerekçe göstererek bir başkasına işlemediği bir suçu atmayı maruz görmemektedir.

Kazf dışındaki diğer iftiralar hakkında hâkim, Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerin ifade veya işaretleri ya da diğer İslâm hukuku kaynaklarından yararlanarak belirlenmiş genel usul ve kurallar ile devlet idaresinin düzenlemeleri ışığında, suçun özel koşullarını, örf gibi dayanakları dikkate alıp tedib maksadıyla bir tazir cezasını tayin edecektir.66 Bu noktada devlet idaresine tanınan yetkilerin olağan üstü geniş olduğu söylenebilirse de, tazirin nitelik ve niceliğinin tayini hususunda kayıtsızlık söz konusu değildir. Nitekim her halükarda idare ve mahkeme, İslâm hukukunun genel ilkeleri, hedefleri ve diğer kanunî düzenlemeler ile çerçevelidir.67 Tazir cezası, sopa vurulması, hapis, kınama  veya İslâm hukukunun ruhuna ve genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla mâlî müeyyide tayini gibi bir başka biçimde uygulanabilmektedir. 68 Buna göre İslam hukukunun hiçbir surette ifade hürriyetini gerekçe göstererek bir başkasına işlemediği bir suçu atmayı mazur görmediğini, ister had cezası ile ister tazir ile tecziye edilsin İslam hukukunun iftiranın bütün türlerine karşı net bir tavır takındığını ve bu hususta ifade hürriyetini sınırlamaktan geri durmadığını belirtebiliriz.

C. Sövme - Hakaret

Sövgü ve hakaret de ifade hürriyetini sınırlayan bir başka hukuki sebeptir. Sövme ve hakaret, gerek kişinin kendisine yönelik verdiği değeri (iç şeref, saygınlık), gerekse başkalarının gözündeki değerini (dış şeref) alçaltmayı hedef alan (niyet) söz ve eylemleri ifade etmektedir.69 Ancak nelerin sövme ve hakaret kavramları içinde değerlendirilebileceğine dair tüm zaman ve toplumları kapsayacak genel bir liste ortaya koyabilmek mümkün değildir.70 Bununla beraber en azından kişileri küçük düşüren ve kişilerin istemedikleri nitelemelerde bulunulması, kötü isim ve lakaplar takılması, hiçbir hukuk sisteminin ifade hürriyetiyle bağdaştıramayacağı bir durumdur.71 Zina isnadı dışındaki konularla ilgili kişilere yönelen sövme ve hakaretlerin bazılarını bir çeşit iftira olarak değerlendirmek mümkündür. Nitekim klasik İslam hukuku eserlerinde suç işleme isnadında bulunmakla belli hakaretlerin aynı çatı altında ele alındığını görebilmekteyiz.72 Ancak iftira bir suçu işlemeyen biri üzerine atmayı içerirken, sövme ve hakarette kimi zaman ispatlanması mümkün olmayacak kadar gerçek dışı (bir kimsenin bir başkasına hakaret amaçlı fare demesi gibi) bazense genel bir aşağılayıcı vasıf telaffuzu söz konusudur.73 İnsan şerefini korumak hususunda büyük hassasiyet gösteren74 İslam dininin hukuk sistemi, müslüman olsun, gayri müslim olsun, bir kimseye had veya kısas hükümleri kapsamına girmeyen söz veya fiille ezâda bulunmayı, rencide etmeyi, aşağılamayı yasaklamakta, aksi halde suçlunun tazir ile müeyyidelendirilmesini öngörmektedir. Yani, hadde konu olmayan veya kazf şartları taşımayan iftiraların tümünün, ispatlanması kaydıyla tazir ile müeyyidelendirilebileceğini belirtebiliriz. 75 Kur’ân-ı Kerîm’de şu istisnaya da yer verilmektedir: “Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”76 Lanetleşmek de İslam dininde teşvik edilmiş, hoşgörülmüş bir davranış değildir. Nitekim Hz. Peygamber (S)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Birbirinize, Allah’ın laneti, Allah’ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduada bulunmayın.”77 Keza ölülere yapılan hakaretler de kesin bir dille yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (S) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular.” 78

D. Tekfir

Tekfir, bir müslümanı müslüman olmamakla, İslam dininden ayrılmakla itham etmek anlamı  taşıyarak, muhatabı için yaralayıcı  bir durumu ifade etmektedir. Açık bir delile ya da şahsın ikrarına dayanmaksızın bir müslümanın tekfir edilmesi İslam hukukuna göre kesinlikle yasaktır.79 Açık bir delil de ancak tevâtürle veya icma ile doğruluğu sabit dinî bir esasın -şüpheye yer bırakmayacak biçimde- inkârı olabilir. Hz. Peygamber’in bu konuda “Her kim bir kimseyi ‘kafir’şeklinde çağırır ya da öyle olmadığı halde (ona) ‘Allah’ın düşmanı’ derse o söz kendisine döner.”80 “Bir kimse diğer  bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi takdirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa kelime kendine döndürülür.”81 Tekfir hususunda mağdurun şikayeti, ithamın subutu ve tekfirin dayanaksızlığının ortaya konulması üzerine iddia sahibinin küfre girmesi söz konusu olur.82 Bu durum, İslam’ın, insanların imanına dil uzatma konusunda kişilere yüklemiş olduğu büyük sorumluluğun nişanesidir. Ancak sırf hakaret için telaffuz edilmiş bir tekfir ithamı küfrü beraberinde getirmezse de “tazir” ile tecziyesi gerekecektir.83 Bir yahudiye, hıristiyana dahi sırf rahatsızlık vermek, tahrik etmek amacıyla “kâfir” diye seslenmek de idarenin tazir cezası verebileceği bir durumdur.84 İslam hukuku böylelikle, inanç gibi hassas bir konuda keyfi aforozları, kişileri dinden çıkmakla itham etmek gibi tehlikeli bir silahı hoyratça kullanmayı ifade hürriyetine yönelen bir tehdit olarak benimsemiştir.

E. Fitne ve Kamu Düzeni

Fitne, toplumda birliği zedeleyici nitelikte insanları birbirine düşürmek amacıyla ortaya çıkabileceği gibi, sosyal kargaşa oluşturmak yahut da otoriteye karşı isyana teşvik etmek gibi biçimlerle de belirebilir. Bu açıdan bakıldığında nefret veya nefreti çağırıştıran ifadeler de fitneye sebebiyet vermeleri kaydıyla bu başlık altında anılmalıdır. Kur’an-ı Kerîm’in yaklaşık 60 yerinde farklı türev ve anlamlarıyla fitneye yer verilmektedir. Fitne, işkence, şiddet, musibet, bir şeyi ateşe sokmak, zorlama, baskı, dine dâvetin tehdit edilmesi, şirk, küfür85 gibi anlamlara gelmektedir. Bununla beraber fitne, disiplinsizliği, sosyal kargaşayı ve bütünlüğe kasteden her türlü bölücü, yıkıcı faaliyeti de içine alan bir derinlik taşımaktadır.86 Özetle bidatlerin propagandasını yapmaktan87 tutunuz, inanç hürriyetini tehdit eden tertiplere, toplumu apaçık kargaşaya götüren, isyana, teröre taşıyan fikirlere kadar fitne başlığı altına girebilecek tüm cereyanların hareket sahasının, ifade hürriyetine çizilen sınırlamalar ile mukayyet olduğunu söyleyebiliriz.88 Nefret ifadeleri de modern dünyada ifade özgürlüğünün himaye etmediği hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır.89 Bu yaklaşımın nefret ifadelerinin fitneye de sebebiyet vermesi ve İslam’ın zaten kötü söze karşı peşin tavrı nedeniyle İslam hukukunun bakış açısıyla aynı istikamette olduğu söylenebilir. Ancak fitne kavramının esnek yapısının her türlü eleştiriyi içine alacak biçimde genişletilerek zalim bir idare tarafından suistimal edilmesi riski her zaman bulunmaktadır.

F. Müstehcenlik

Hukuk sistemleri toplumun genel sağlık, huzur ve istikbali için ahlaki seviyeyi korumaya yönelik tedbirler almaktadır.90 İslam hukuku neslin korunması amacına matuf olarak ahlaksızlığı ve müstehcenliği önlemek için düzenlemelere gitmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de: “İman edenler içinde fuhşun/edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da, âhirette de acı bir azâb vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz”91 buyrulmaktadır. Müstehcenlik zinaya yol açan ve yaklaştıran bir enstrüman olarak da önleyici tedbirlere konu olan bir suçtur. Kur’ân-ı Kerîm, müstehcenliğin bir sektör haline gelmesini peşinen yasaklarken kişiyi çirkin işlere sürükleyebilecek yahut da diğer insanları rahatsız edebilecek bakışlar hususunda kadın ve erkekleri ayrı ayrı uyarmaktadır: “Mü’min erkeklere söyle: Bakışlarını çevirsinler, gözlerini (harama) dikmesinler, nâmuslarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar, bakışlarını çevirsinler, nâmuslarını korusunlar...” 92 Gayri meşru cinselliği tahrik edecek ve toplumda ahlaksızlığın yaygınlaşmasına sebebiyet verecek söz ve eylemlere konulan yasak, ifade hürriyeti için de bir sınırlama durumundadır ve otoritenin bunu engelleyici ta’zir cezaları belirlemesi gerekmektedir.

SONUÇ

Çeşitli çağ ve yörelerde insanların ve toplumların ihtiyaçlarına göre hukukta belirli kavramların öne çıktığına şahit olmaktayız. Örneğin insanın insanın kurdu olduğu bir toplumda insanların ejderha gibi kudretli bir otorite arayışları, tartışılan temel konu olabilmişken, günümüzde insan hak ve hürriyetleri belki hiç tartışılmadığı kadar gündemimizde yer edinmiştir. Modern dönemlerle ortaya çıkmış ve popülarite kazanmış bazı kavramların birebir karşılıklarına İslam hukukunun temel kaynağı Kur’ân-ı Kerim’de ve sünnet-i seniyede, hatta klasik İslam hukuku eserlerinde rastlayamamaktayız. Fakat ifade hürriyeti, düşünce suçu gibi kavramalara, bu adlarla şahit olmamak anormal bir durum, İslamiyetin bu kavramların içerdiği anlamlara kayıtsızlığı olarak algılanmamalıdır. İslam dini, inanç ve hukuk sisteminde kendisine has bir dil inşa etmiş ve bu özgün yapısının içerisinde modern hukukun  değinmediği veya yeni yeni sahip olabildiği çok sayıda kavram ve yaklaşım geliştirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve İslam medeniyetinde yer almış bazı hukuk kavramlarının halen modern hukuk tarafından telaffuz edilmediğini/edilemediğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Mensuplarının ihtilafına rahmet gözüyle bakan bir inancın hukuk sistemi olarak İslam hukuku, yukarıda görüldüğü üzere, başka hakları ihlal etmemek kaydıyla düşünce, inanma, inanç ve düşünceyi ifade etmeyi, görüş ayrılığını, eleştiriyi meşru görmektedir. Onun içindir ki İslam’ın ruhuyla bağdaşmayan bazı istisnai vakalar yer almaktaysa da, Müslümanların mazisinde ne inançlarından dolayı insanların yırtıcı hayvanlara parçalattırılması, ne Engizisyon, ne de Morisco dramları yaşanmıştır. Her hak ve hürriyet gibi ifade hürriyetinin de bir takım kısıtlamalara muhatap olması tabii bir durumdur. Takipçilerini, elinden ve dilinden diğer insanların emin, selamette olduğu kimseler biçiminde tanımlayan İslam, ifade hürriyetini benimsemekle beraber ifade hürriyeti adıyla birey ve toplumun haklarına tecavüz edilmesine müsaade etmemiştir. Başkalarının haklarına zarar vermesi, toplumda şiddet, düzensizlik ve benzer problemlere sebebiyet vermesi ve en geniş tabirle İslam hukukunun temel gayeleri olan aklı, dini, malı, nesli ve canı koruma hedefine halel getirmesi halinde ifade hürriyetinin tahdidi, zaruret olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu mecburi tahdidin altında yer alan anlama dair muğlaklık, tarihte, toplumun korunması hedefine bağlı olarak maalesef İslam’ın arzusu hilafına bir takım hürriyeti bağlayıcı ve kısıtlayıcı, hatta baskıcı yönetimlere dayanak da teşkil edebilmiştir. Meselenin özünde iki kutbu dengeleme problemi yatmaktadır: ifade hürriyetini tehditler karşısında sınırlamamak, toplumun dayandığı düzen ve güveni hızla aşındırabilecek yahut da tersine yöneliş, baskıcı, hatta zalim bir yönetim anlayışını husule getirecektir. Esasen bu, sadece İslam hukukunun değil tüm hukuk sistemlerinin ve yönetimlerin karşı karşıya kaldığı sıkıntılı bir ikilemin ifadesidir. Bu durum hukuku uygulamak ve adaleti ayakta tutmakla mükellef idarenin ancak doğru ellerde doğru biçimde kullanılmasıyla aşılabilecek bir hayat gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle kural ve düzenlemelerdeki hakkaniyet kadar, uygulayıcılardaki vicdan ve adalet de bir o kadar önem taşımaktadır. Neticede İslam hukukunun temelde ifade hürriyetini meşru gördüğünü; bununla beraber ifade hürriyetini belli ölçü ve sınırlarla çerçevelediğini;  ancak bu sınırlamaların keyfi değerlendirmelerle yapılmasına müsaade etmeyip temel haklar, toplumun maslahatı ve İslam hukukunun ruhuna bağlı kanuni dayanakla yetkili merciler tarafından tespit ve tatbikine imkan tanıdığını belirtebiliriz.

 

KAYNAKÇA:

Abdülcelîl, Firâs Yahyâ Abdülcelîl, “Hurriyetü’t-ta‘bîr ani’r-Ra’y kemâ Karraraha’l Kur’ân el-Kerîm”, Mecelletü Câmi‘ati’l-Enbâr li’l-Ulûmi’l-İslâmiyye, Ramâdî 2009. Akbulut, İlhan, “İslam Hukukunda Suçlar ve Cezalar”, AÜİFD, LII/1, Ankara  2003. Alınge, Curt, “Moğol Kanunları (III. Bölüm 3. Kesim - 1)” (çev. Coşkun Üçok), AÜHFD, FM, XII/12, Ankara 1955. ______, “Moğol Kanunları (III. Bölüm 3. Kesim - 2)” (çev. Coşkun Üçok, AÜHFD, XIII/1-2, FM, Ankara 1956. Âmilî, Zeynüddîn b. Alî b. Ahmed eş-Şâmî (eş-Şehîd es-Sânî) (ö. 965 h.), er Ravdatü’l-Behiyye fî şerhı’l-Lüm‘ati’d-Dımeşkıyye, Dâru’t-Teâruf li’l-Matbûât, Beyrut (t.y). Ânî, Abdülkahhâr Dâvûd, Ukûbetü’l-kazf ve’s-sebb beyne’ş-Şerî‘ati ve’l-Kânûn, Matbaatü’l-Maârif, Bağdad 1971. Arîs, Helâ, Şahsiyyetü ‘ukûbâti’t-ta‘zîr fi’ş-Şerî‘ati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Felâh, Beyrut 1417/1997. Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Emel Mat., Ankara 1987 Arsal, Sadri Maksudi, Umumi Hukuk Tarihi, İstanbul Mat., İstanbul 1948. Arslan, Zühtü, “ABD Yüksek Mahkemesi ve İfade Özgürlüğü”, ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü (Derleyen: Zühtü Arslan), Liberte Yayınları, Ankara 2003. Artuk , M. Emin, A. Gökçen, A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2005. Avcı, Mustafa, “Önceki Hukukumuzda Para Cezaları”, KHAD, III/ 2-3, Haziran Ekim 2000. Avdeh, Abdülkâdir (ö.1954), et-Teşrî‘u’l-Cinâiyyü’l-İslâmî Mukâranen bi’l-kanûni’l vad‘î, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Beyrut 2005. Aydın, Öykü Didem, “Düşünce Özgürlüğünün Anlamı ve İşlevi Işığında-Düşünce Özgürlüğünü Sınırlamanın Anayasallığı”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi 1(2), 2011. Baloğlu, Çiğdem, İfade Özgürlüğü, (Kocaeli Üniversitesi) Basılamamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli 2006. Barry, Norman P., “Hukukî ve Siyasî Açıdan İfade Hürriyeti”, Çeviren: Özlem Çağlar Yılmaz,  Liberal Düşünce, sy. 27, Yaz 2002, Ankara. Başgil, Ali Fuad, Demokrasi Yolunda, Yağmur Yayınları, İstanbul 1961. Besyûnî, Cemîl, “Bahs fî Haddi’l-Kazf”, Mecelletü’l-Ezher, XLVIII/8, Kahire 1978. Beydâvî, Ebû Saîd Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer b. Muhammed (ö.685/1286), Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl (Tefsîru’l-Beydâvî), Dâru Sâdır, Beyrut 2001. Buhârî,  Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (ö.256/870), el-Câmi‘u’s-sahîh, I- VIII, Dâru SahnûnÇağrı Yayınları, İstanbul 1992. Câd, el-Huseynî Süleyman, el-‘Ukûbetü’l-bedeniyye fi-l-fıkhi’l-İslâmî, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut 1411/1991. Can, Osman, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar Işığında Neler Değişti” Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti (ed. B. B: Özipek), LDT Yayınları, Ankara 2003. Coulson, Noel J., A History of Islamic Law, Edinburgh University Press Edinburgh 1964. Doğan, Hasan, İslam Hukukunda İftira Suçu ve Cezası, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2008. Dost, Süleyman, Avrupa İnsan Hakları Yargısında İfade Hürriyeti, Fakülte Kitabevi, Isparta 2001. Ebû Abduh, Sa‘d Muhammed Hasen, Cerîmetü’l-kazf ve ‘ukûbetuhâ fi’l-fıkhi’l-İslâmî, Dâru’nNahdati’l-Arabiyye, Kahire 1993-94. Ebû Dâvûd,  Süleymân b. Eş‘as (ö.275/888), es-Sunen, I-V, Dâru Sahnûn-Çağrı Yay., İstanbul 1992. Ebû Ruhayye, Macid Muhammed, “İslam’da Mâlî Tazir Cezası” (çev. Nihat Dalgın), OMÜİFD, OMÜM, Sayı 11, Samsun 1999. Ebû Zehra, Muhammed (ö.1974), el-Ukûbe, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, (y.y.) (t.y.). Ebû Zehra, Muhammed, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Dâru’l-Fikr, Kahire (t.y.). Erkal, Mehmet (ö.2015), “Hac Emirliği  (Yönetimi) ve Bununla İlgili Bazı Fıkhi Meseleler”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV, Sakarya 2001. Fehmi, Mehmed, İslam Hukuk Felsefesi (sadeleştiren: Niyazi Kahveci), Semih Ofset, Ankara 1994. Fendoğlu, Hasan Tahsin, Türk Hukuk Tarihi, Filiz Kitabevi, İstanbul 2000. Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (ö.505/1111), el-Vasît fî’l-mezheb, Dâru’s-Selâm, Kâhire 1417/1997. Goethe, Johann Wolfgang (ö.1832), Goethe Der ki (derleyen ve çeviren: Gürsel Aytaç), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1986. Gindî, Kamil Muhammed, “Şura ve İslam Hukukunda İnsan Hakları ve Demokrasinin Belirginliği” (çev. Hasan Özer), İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.12, Konya 2008. Güriz, Adnan, “İfade Hürriyetinin Sınırları”, Düşünce Özgürlüğü (ed. Hayrettin Ökçesiz), Afa Yayınevi, İstanbul 1998. Hakyemez, Yusuf Şevki, Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası, Seçkin Yayınları, Ankara 2000. Hattâb, Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed b. Abdurrahman el-Magribî (ö.954/1547), Mevâhibu’l-Celîl li-şerhi Muhtasari Halîl, I-VIII, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyâd 1423/2003. Heytemî, Abdülhak, İrtidad ve Mürtedin Hükmü (çev. Halil Müftüoğulları), Hak yay., İstanbul (t.y.). Hıllî, el-Hasen b. Yûsuf b. Mutahhar (ö.726/1325), Muhtelefu’ş-Şîa fî ahkâmi’ş-Şerî‘a, Merkezu’lEbhâs ve’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, (y.y.) (t.y.). Hülagu, Metin, İslam Hukuku’nda Hapis Cezası, Eramat Mat., Kayseri 1996. İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyüddîn Abdurrahman b. Muhammed (ö.808/1406), Târîhu İbn Haldûn, Beytü Efkâri’d-Devliyye, Amman, (t.y). İbn Hanbel, Ahmed Muhammed (ö.241/855), el-Müsned, I-VI, Dâru Sahnûn-Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, Dâru’l Beyâni’l-Arabî, (y.y), (t.y). İbn Kayyım El-Cevziyye, Şemsuddîn Ebû Abdullâh Muhammed b. Ebû Bekr (ö.751/1350), Zâdü’lme‘âd fî hedyi hayri’l-‘ibâd, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut (t.y.). İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed el Makdisî elHanbelî (ö.620/1223), el-Mugnî alâ Muhtasari Hırakî, Dâru’l-Fikr, Beyrut (t.y.) İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd (ö.273/886), es-Sunen, I-II, Dâru Sahnûn-Çağrı  Yayınları, İstanbul 1992. İbn Müflih, Ebû İshâk Burhânüddîn İbrâhîm b. Muhammed el-Hanbelî (ö.884/1479), el-Mubdi‘ Şerhu’l-Mukni‘,  I-VIII, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1418/1997. İbn Nüceym, Zeynüddîn b. İbrâhîm el-Hanefî (ö.970/1562), es-Siyâsetü’ş-Şer‘iyye, Dâru’l-Müslim, Riyad 1416/1995. İbn Rüşd, Ebû’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî el-Endelüsî (İbn Rüşd elHafîd) (ö.595/1198), Bidâyetü’l-müctehid ve nihâyetü’l-muktesıd, el Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut 1427/2006. İbn Teymiyye, Takiyüddîn Ahmed (ö.728/1327), es-Siyasetü’ş-şer‘iyye (çev. Vecdi Akyüz), Dergâh yay., İstanbul 1985. ______, el-Hisbe fî’l-İslam, Şirketü’l-Ubeykân li’t-tıbâ‘a ve’n-neşr, Riyad 1403/1983. İbnü’l-Arabî, Ebûbekr Muhammed b. Abdillah (ö.453/1148), Ahkâmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1987. İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdilvâhid, Fethu’l-Kadîr alâ’l-Hidâye, el-Matbaatu’lMeymeniyye, Kahire (t.y.) İçel, Kayıhan-Süheyl Donay, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Hukuku (Genel Kısım), Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1999. İnam, Ahmet, “Düşünce Özgürlüğünden Özgür ve Özgürleştirici Düşünceye”, Düşünce Özgürlüğü (ed. Hayrettin Ökçesiz), Afa Yayınevi, İstanbul 1998. İsfahânî, Ebû’l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed b. el-Fadl er-Râgıb el-Isfahânî, el Müfredâtü fî garîbi’l-Kur’ân, el-Matbaatü’l-Meymeniyye, Mısır (t.y.). İşler, Emrullah, “Fitne Katilden Beter mi? –Fitne Kelimesi ve Türkçe’ye Çeviri Sorunu-”, İslâmiyât, II/2, Ankara 1999. Kal‘Acî, Muhammed Ravvâs, el-Mevsû‘atü’l-fıkhiyyetü’l-Müyessera, “kazf” Maddesi, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1421/2000. Kapani, Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınları, Ankara 1993. Karadâvî, Yusuf, Şerî‘atü’l-İslâm, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1987. Karâfî, Şehâbuddin Ahmed b. İdrîs el-Karâfî (ö.684/1285), ez-Zehîra, Dâru’l-Garbi’l İslâmî, Beyrut 1994. Karagöz, Kasım, İfade Özgürlüğü ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Sınırlandırılması Sorunu (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) Doktora Tezi, Ankara 2004. Kâsânî, Alâüddin Ebû Bekir b. Mes‘ûd (ö.587/1191), Bedâi‘u’s-sanâi‘ fî tertîbi’ş şerâi‘, Matbaatü’lMeymeniyye, Mısır (t.y.). Kemâlî, Muhammed Hâşim, İslam’da İfade Hürriyeti (çev. Muhammed Şeviker), Erkam Mat., İstanbul 2000. Kettânî, Muhammed Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi (çev. Ahmet Özel), Sistem Matbaa Mücellit, İstanbul 2003. Köse, Saffet, İslam Hukuku Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti, Umut Matbaası, İstanbul 2003. Meıklejohn, Alexander, The First Amendment is an Absolute, The Supreme Court Review, 1961. Menzel, Hermann, Die Falsche Anschuldigung Nach Deutschen und Schweizerischem Strafrecht, Münster – Westfalen 1963. Meydânî,  Abdülganî b. Tâlib ed-Dımaşkî (1298/1881), Şerhu’l-Kudûrî, Dâru’l Hilâfeti’l-Aliyye, İstanbul 1270. Mıll, John Stuart (ö.1873), Hürriyet (çev. Mehmet Osman Dostel), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1997. Mîr, Mustansır, Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Erat Matbaası, İstanbul 1996. Modlinger, Oscar, The Universal Jewish Encyclopedia, “Calumny”, Universal Jewish Encyclopedia Co. Inc., Newyork 1948, (m.y.). Mugniyye, Muhammed Cevâd, Fıkhu’l-İmâm Ca‘fer es-Sâdık, Dâru’l-Cevâd,  Beyrut 1404/1984. Müslim, Ebû’l-Huseyn el-Haccâc (ö.261/874), el-Câmi‘u’s-sahîh, Dâru Sahnûn-Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb (ö.303/915), es-Sunen, I-VIII, Dâru Sahnûn-Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Neusner, Jacob - Jonathan E Brockopp-Tamara Sonn, Judaism and Islam in Practice, Routledge, Londra 2000. Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref b. Mûrî (ö.676/1277), Ravdatu’t-tâlibîn ve umdetü’l müftîn, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1412/1991. Okandan, Recai, Umumi Hukuk Tarihi Dersleri, FM, İstanbul 1951. Okumuş, Ali, Avrupa İnsan Haklari Mahkemesi Kararlarında İfade Hürriyeti (Gaziosman Paşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2006. Râzî , Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. el-Huseyn b. Ali et-Taberistânî (ö.606/1209), Mefâtîhu’lgayb (et-Tefsîru’l-kebîr), I-VIII, Matbaatü’l-Âmiratü’ş-Şerîfe, (y.y.) 1308 h. San‘Ânî, Ebû İbrahim İzzuddin Muhammed b. İsmâîl (ö.1182/1768), Sübülü’s-selâm Şerhu Bulûgi’lmerâm min Cem‘i edilleti’l-ahkâm, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1424/2004. Schauer, Frederick, Free Speech: Philopsaphical Enquiry, Cambridge University Pres, Cambridge 1982. Sîdî Halîl, Ebû’l-Mevedde Ziyauddin b. İshâk b. Mûsâ el-Mâlikî (ö.776/1374?), Muhtasaru(’lAllâme) Halîl, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1995. Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Basımevi, Ankara 2002. Suyûtî, el-Hâfız Celâlüddîn Abdurrahman (ö.911/1505), Celâleddîn el-Mahâllî (ö.864/1459), Tefsîru’l-İmâmeyni’l-Celâleyn, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1412/1992.      Şafak, Ali, Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rehber Yayıncılık, Ankara 1992ç. Şâme, Muhammed, elMevsûatü’l-İslâmiyyetü’l-Âmme, “el-kazf” Maddesi, el- Meclisü’l-A’lâ li’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, (m.y.), Kâhire 1422/2001. Şehûd, Ali b. Nâyif eş-Şehûd, Mefhûmu’l-Hurriyye beyne’l-İslam ve’l-Câhiliyye, (m.y.) (y.y.) 2011. Şeybânî, Ebû Abdullah Muhammed b. el-Hasen (ö.189/805), el-Câmi‘u’s-sagîr,  Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1406/1986. Şekerci, Osman Şekerci (ö.2003), İslam Ceza Hukukunda Ta’zir Suçları ve Cezaları, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1996. Şibli, Mevlana (ö.1914), Asr-ı Saadet (çev. Ömer R. Doğrul), Eser Neş., İstanbul 1973. Tabersî (en-Nûrî) , el-Hâc Mîrzâ Huseyn, Müstedreku’l-Vesâil ve müstenbatu’l-mesâil, Müessesetü Âli’l-Beyt li-İhyâi’t-Türâs, (y.y.) (t.y.). Tahâvî , Akîdetü’t-Tahâviyye, İbnu Ebî’l-İz Şerhi, el-Mektebu’l-İslâmî, 1408. Tezcan, Durmuş, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara 2010. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevra (ö.279/892), es-Sunen, Dâru Sahnûn-Çağrı Yayınları, İstanbul 1413/1992. Toroslu, Nevzat, Ceza Hukuku Özel Kısım, Savaş Kitabevi, Ankara 2010. Tosun, Mebrure, Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil, Assur Kanunları ve Ammi-Şaduqa Fermanı, Ankara 1989. Trager, Robert, Donna L. Dickerson,  Freedom of Expression in the 21 st Century,  Sage PublicationsPine Forge Press, California 1999. Tûsî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. el-Hasen b. Ali (ö.460/1067), el-Mebsût fî fıkhi’l- İmâmiyye, elMektebetü’l-Murtezaviyye li-İhyâi’l-Âsâri’l-Caferîyye, (y.y.) (t.y.). Uneysî, Ahmed b. Kâsım el-Yemânî, et-Tâcü’l-müzheb li-ahkâmi’l-mezheb şerhu  Metni’l- Ezhâr fî fıkhi’l-eimmeti’l-ezhâr, Darü’l-Hikmeti’l-Yemeniyye, San‘a 1993. Yenidünya, Caner, İftira Suçu, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997. Yûsuf, Abdullah Ahmed, Şer‘iyyetü’l-ihtilâf (m.y.), (y.y.), 2004. Zemahşerî , Ebû Kâsım Cârullah Muhammed b. Ömer el-Harizmî (ö.538/1143), el- Keşşâf ani’lhakâiki’t-tenzîl ve uyûni’l-akâvîl fî vücûhi’t-te’vîl, Kahire 1318 h. Zerkâ, Mustafa Ahmed, el-Fıkhu’l-İslâmî fî sevbihi’l-cedîd (el-Medhalü’l-fıkhiyyü’l âm), Matâibu Elif Bâ’, Dımeşk 1967-1968.