İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Kalbine Sesleniyorum

Kalbine Sesleniyorum

Dağlım, bana arkadaş olarak özlemini bıraktın. Hava soğuk. Kar çiçekleri açmadı daha. Unutulmuş heyecanlarımızı tazeleyecek Nisan yağmurlarına da daha çok var. Mayıs ayında, muzip bir türkü eşliğinde mi görünür hercai menekşeler? Kim bilir belki de ömür nöbetim yetmeyecek o günleri görmeye. Nasip. Zamana ve her şeye rağmen hanımeli kokulu bahar gecelerine inanıyorum. Ne zaman ki sevdiklerimizden uzak düştük, bir dalımız kesildi ve ateşe atıldı bizim.

        Seni hatırlamam için yanımda senden kalan bir şey olmasına gerek duymuyorum. Evet, hatıralarımı tazelediğim doğrudur; ancak kalbini yanında taşıyan insan için, sevdiği de onunla değil midir? Hangi hediye, hangi hatıra kalbimizin önüne geçebilir ki? Hem sevdiğini söyleyip, hem de yorgunluk duyduğunu söyleyen insanları da anlıyorum Dağlım. Hem ne demiştik: “Kalbinde taşıdığından yorulur muymuş insan?”

        Bazı insanlar -ki bu insanların atalarına rahmet olsun!- o kadar güzel oluyorlar ki bana ağlama hissi veriyorlar. Bu insanlar için yalnızca taze çayım ve sarılmak için kollarım oluyor. Yine bazı insanlar, acı ve yanlış haberler getirmeye bayılırlar. Elbette ki bu hiç de iyi bir şey değildir ve ne hazin ki bu insanlar “dostumuz” olduklarını da söyler dururlar. Kendinden menkul bir dostluk!

        “Dil, hissettiğin ve yaşadığın şeyi anlatmada aracı olabilir./ Ancak aşkın ve sevginin kendisi değildir. / Dil, semboller yardımı ile anlaşmaya çalışmaktır./ Oysa her nesne kendine has şarkısını söyler. Eğer biz kulak verirsek bu şarkıyı duyarız. Bu şarkıya ait hiçbir sözcük yoktur. Nesnelerin şarkısı, sözcüklere kıyasla çok daha yücedir.” Bunun içindir ki Rilke, sözcüklerden “uzak durun” der. Ve konuşmak, her anı, her duyguyu, hissedişi kelimelere dökme uğraşı da hislerimizi daha doğmadan öldürmüyor mu? Birbirini hissetmeye çalışmayan insanlar denizde iz bırakmayan gemilere benzemiyor mu Dağlım?

        “Sessizce dinlerken açılan gülümseyişinle” su verdin bana. Susuzdum, bana su verdin. Kahvenin hatrı kırk yıl, suyun hatrı yüzyıl olsa gerektir.

        Büyüdükçe saklıyoruz sözlerimizi, duygularımızı. Büyüdükçe kalbimiz… Kiraz rengi düştü gönlüme. Yani çocukluğum, yani derelerde yıkandığım günler. Sonra büyüdüm, sonra yaşadım, sonra kiraz rengi doldu gönlüme. Kalbin çiçek bahçesi, kalbin rengarek kelebeklerin uçuştuğu kırlar… Kalbin bembeyaz güvercinlerin uçtuğu gökyüzü…

        Havalar soğuk. Ayakların ve gönlün üşümesin isterim. Bilirim; hayat hüzün ve acılarla var. Bilirim; düştüğümüz yerler, düşürenler var. Ancak yine de hayat yani yaşamak nimettir. Hüznün içinde debelenmek ruhumuzun paslanmasıdır ve suçlunun “hep” başkası olması insanın kendi gerçeğinden kaçmasıdır. Yürürken suçlu önemsizdir, yalnızca duran, yürüyen ve ilerleyenler vardır. Yürümeliyiz Dağlım. Yürümeli ve sahici olmalıyız.

        Özlüyorum. Onurlu, içten, açık bir kalbin bütün coşkunluğu ve taşkınlığıyla sarılırdık. Böyle bir duygunun ne demek olduğunu nasıl anlatırım Dağlım. Anlatmaya çalışmak da gereksizdir zaten. Gereksizdir, gözyaşlarımızla kabaran yüreklerimizi kelimelere hapsetme gayreti.

        Gönlümüz büyüdükçe yaramız, derdimiz ve -inananlar isek eğer- tebessümümüz de artacaktır. Gül kahırdan var olmuştur, gül olmak lazım! Sevgi ve şefkatinden yapılma bir sayvanın altında oturmuş, uzak ve içimdeki dağlara bakıyorum Dağlım. Hem “kim farkına varabilir, serin bir iç avluda, kızıl bir gülün ağladığının.”

        Graziella nasıl demişti: “Rüzgar her şeyi kurutur da yüreği kurutmaz.” Ağlamak mutsuzluksa eğer, mutsuzluğundan önce mutlu olduğunu unutmuyorsun değil mi Dağlım?

        Bir kadın şiir okuyarak değil dualı ve kınalı avuçları öpüldüğünde sevilir Dağlım. Merhamet saydığım avuçlarından öpüyorum.

        Yaşamak, aramak, ve ancak bulamayacağına da inanmaktır Dağlım. Bulmak, bu dünyanın değil hakikat yurdunun işidir. Aşk, yani sen, bana yaşamın bir armağanısın. Yüreğimdeki yangına gönüllüce boyun eğiyorum.

        “Ben bu hayatı sevdiğim için biliyorum ki ölümü de seveceğim” Dağlım. Ölüm kapımı çaldığında bir elimden annem diğer elimden sen tut istiyorum.

        Gözlerimizden, duruşumuzdan, sarılmamızdan ve şımarmamızdan anlasak, anlasak da, az konuşup çok sevsek. Değil mi ki zaten: “Kalbin bilinen nedenlere uymayan kendine göre nedenleri vardır.” Sessiz ancak “çok söyleyene” kulak verdiğim için sevdim ben seni.

        Gerçek dile de söze de gelmez Dağlım. Gerçek kalbimizdedir. Kalbine sesleniyorum.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR