Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

KISA DÖNEM SONUÇLARI

KISA DÖNEM SONUÇLARI

          Günümüzde iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel ve toplumsal gelişmeler, fazla değil, bundan yirmi yıl öncesine göre baş döndürücü hızla akmaya devam etmektedir. Başta ekonomi olmak üzere özellikle siyasi pozisyonların ülkelerin çıkarlarına göre hızla değişim göstermesi sonucu, uygulamaya konulan politikaların volatilitesi de aynı şekilde artmaktadır. Tüm insanlık; uluslararası teamüller, evrensel hukuk kuralları, insan haklarının kutsallığı gibi temel normları bile göz ardı ederek, çıkarları her neyi gerektiriyorsa yapmaktan çekinmeyen, mutlak kendi çıkarlarının yerine gelmesini arzu eden, dengesiz, kuralsız hatta paranoya boyutunda bakış açısına sahip ülkelerin politikaları arasında sıkışmış durumdadır. Hele bu ülkeler, kendilerini dünyanın efendisi konumuna oturtan, adeta uçan kuştan bile haberleri olması gerektiğini düşünen, diğer ülkeleri ancak çıkarlarına uygun hareket etmek zorundaki unsurlar olarak görenler de ABD, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş ülkeler ise, dünyanın geleceğinin barış, huzur ve refah ortamı içinde yüzeceği beklentisinin, ancak hayalden öte geçmeyen bir düşünce olduğu ortaya çıkmaktadır. Dünyada ve ülkemiz etrafında cereyan eden gelişmelere, televizyonlarda işlenen haber konularına, siyasetçilerin konuşmaları ve eylemlerine bakıldığında, insanlığın içinde yaşadığımız XXI. yüzyılın geri kalanında ümitsizliğe kapılması için, onlarca sebebin bulunduğu açıkça görülmektedir. Daha düne kadar terörün her türlüsüne karşı olduğunu her platformda dile getiren batı ülkeleri, şimdi bırakın karşı olmayı, kendilerine göre yararlı olacakları düşüncesiyle bir kısım terör unsurlarını desteklemekte ve bunu da açıkça söylemekten geri durmamaktadırlar. Konunun ilginç yanı ise, yıllar önce Irak-Kuveyt savaşında olduğu gibi yine insan haklarını geliştirme ve demokrasiyi yerleştirme diye uydurdukları yalanları sanki başkaları söylemiş gibi, şimdi de kalıcı barışın tesisi için Orta Doğu’da askeri politikalara giriştiklerini ifade etme pişkinliğine de devam etmektedirler.

          Dikkatinizden kaçmamıştır, yaklaşık bir yıldan beri siyasi kararlar ekonomi kararlarının önüne geçmiş durumdadır. Yani özellikle batı ülkelerinin başını çektiği grup (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya, Çin, Rusya), dünya üzerindeki gelişen her konudan kendi çıkarları ne ise öncelikle onları belirlemekte, sonrasında ise ne pahasına olursa olsun, bunları elde etmek için her türlü yolu denemektedirler. Bu aşamadan sonra iktisadi hedefler, diğer birçok hedefin yanında sadece bir alternatif gibi düşünülmekte, bir ayrıntı hükmünde değerlendirilmektedir. Terörize edilen küresel ortamın ekonomiye olumsuz yansımaları sonuçta yukarıda sıralanan ülkeleri etkilese de, bir kısmı reel ve finans sektörü bakımından nispeten geliştikleri (ABD, AB, Japonya), bir kısmı da işgücü ve emtia kaynakları (petrol, doğal gaz) bakımından zengin kaynaklara sahip oldukları (Çin, Rusya) için, yapısal iktisadi sorunlarla karşılaşmadan üstesinden gelebilecek reflekslere sahiptirler.

          Bir yandan küreselleşme kıskacı, diğer yandan kendilerini dünya kümesinin horozları olarak nitelendiren ülkelerin hedeflerine ulaşmak için her şeyi göze almaktan çekinmeyeceklerini düşünüp, konuya Türkiye açısından bakalım; ülkemizin kritik bir coğrafya üzerinde bulunması, neredeyse tüm zamanların kanayan bir yarası konumundaki Orta Doğu bölgesine yakınlığı ve batılıların bu coğrafyada etkili olabilecek, örneğin Türkiye gibi güçlü bir ülkenin varlığını istememeleri nedeniyle, işimizin çok ama çok zor olduğu açıktır. Üstelik bu bölgenin altında yer alan zengin petrol yatakları için batı ülkelerinin çeşitli hesaplar peşinde koşmaları da cabası. Bu realitenin yanında, ülkemizin ortak menfaatlerini bir yana bırakıp sadece siyasi rant elde etme amacıyla acımasız, kuralsız, delilsiz, mesnetsiz ve omurgasız yıkıcı muhalefette ısrar edilmesi, bu yolu tercih edenlere bir çıkar sağlamayacağı açıkken, olan Türkiye’nin enerjisinin boşa harcanmasından başka bir sonuç doğurmayacaktır.  Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin  2017'nin Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam otomotiv üretiminin %19 artışla 1 milyon 90 bine, adet bazında toplam otomotiv ihracatının %26, otomobil ihracatının ise %42 artış göstermesi, dolar bazında % 23 artışla 18,9 milyar dolar, euro bazında ise %25 yükselişle 7,19 milyar euro gerçekleşmesi, Rus uçağının düşürülmesine yönelik yaşanan krizin ardından sekteye uğrayan Rusya'ya ihracatın bu yıl yükselişe geçerek ocak-ağustos döneminde %52,5 artması (1,557 milyar $), takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış temmuz ayı sanayi üretiminin hazirana göre %2,3 artarken, takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretiminin geçen yıla göre %14,5 artış göstermesi, dünyanın gelişmiş ülkeleri durgunlukla veya düşük büyüme hızıyla boğuşurken ülkemizin yılın ilk yarısında %5,14 büyürken, üçüncü çeyrekte %12, yıllık olarak ise yaklaşık %6 büyümesinin beklenmesi, göz ardı edilemeyecek önemli sonuçlardır. Bu verilerin kalıcı ve uzun döneme yayılmasının yolu, yapıcı muhalefet ile sorumlu ve herkesi kucaklayan iktidar yönetiminden geçmektedir.   

  

Soru:  Açıklanan TÜİK verilerine siyasilerin etkisi olur mu? Neden?

Sözün Gözü: Çizgin doğru ise gerisini düşünme.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR