Prof. Dr. Önder Kutlu

Prof. Dr. Önder Kutlu

NE OLACAK BU MUHALEFETİN HALİ?

NE OLACAK BU MUHALEFETİN HALİ?

Demokratik rejimlerde muhalefetin durumu en az iktidarınki kadar önemlidir. Sağlıklı bir yönetim yaklaşımı sergilenebilmesi için muhalefete mutlaka büyük görev ve sorumluluklar düşer. İktidar doğru şekilde yönlendirilmediğinde, doğruya-doğru, yanlışa da yanlış denilmediğinde, hata yapabilir. Kendi prensip ve politikalarını gereğinden fazla abartabilir; alternatif görüş ve kanaatleri de hafife alabilir. Bu son derece normaldir. Gündelik hayatın akışı içinde, hele ki Türkiye gibi siyasi konjonktürün çok hızlı değiştiği ülkelerde her an çok sayıda ve hızlı karar alma durumunda olan iktidarlar için muhalefet bir kat daha önemli hale gelir. Sağlıklı muhalefet, sağlıklı iktidarı getirir.

Yılın en son yazısında, ülkemizin en önemli problemi olduğunu düşündüğüm, muhalefetin durumunu ele almanın doğru olacağı kanaatine vardım. Muhalefet cephesinde, son bir yıllık dönemde o kadar çok hata yapıldı; o kadar çok yanlış duruş ortaya konuldu ki, evlere şenlik. İki seçim yaşadık: Yerel ve ulusal. İki ayrı seviyede, iki farklı propaganda dönem ve argümanları tarafından ‘yönlendirilmesi’ gereken seçimler son derece tekdüze ve ‘niteliksiz’ geçti. Onca mesele arasında ‘paralel’ ihanet şebekesi gündemimizi ‘esir’ aldı. Türkiye iki seçimde de aynı şeyi tartıştı. Hatta tartışmadı. Tartışamadı. En vahimi de bu. Tartışıp, çözmediğimiz meseleleri her defasında ‘heybeye’ atıp, yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Böylece sapla-saman birbirine karışıyor. Bir süre sonra öncelikli meselemizin ne olduğunu unutuyoruz.

Ben bunu muhalefet ‘meselesine’ bağlıyorum. ‘Türkiye’nin iktidar meselesinden ziyade, muhalefet problemi var’ diye formüle ediyorum. Açıklayayım…

Muhalefetin iktidarı ‘yönetemediği’ ve ‘yönlendiremediği’ dönemlerde iktidarlar çok ‘rahat’ edemez, ‘diktatör’ nitelendirmesine maruz kalırlar. Muhalefetsiz olmaz. Hak ve özgürlüklere asgari derecede yer veren sistemlerde bir şekilde muhalefet bulunacaktır: Ya demokratik ya da ‘anti-demokratik’ şekilde.

Ak Parti iktidarları döneminde olan da bu aslında. Muhalefet boşluğu ilk dönemde asker, medya, üniversiteler tarafından, daha sonra polis ve yargı eliyle doldurulmaya çalışıldı. Bunların da yetersiz kaldığı durumlarda muhalefet karşımıza AB, ABD, Almanya, İngiltere, AİHM vs. formlarında çıktı. Çıkmaya da devam ediyor. Bunlar demokratik olmayan, seçim kaygısı bulunmayan ve Türk halkının tamamına ve hissiyatına dayanmayan muhalefet unsurları. Dolayısıyla da hak, hukuk ve adalet kaygısı duyması beklenmeyen bu mihraklar; insanımızın ortak değerlerine dayanmıyorlar.

Muhalefet bugünlerde ‘cemaat’ görüntüsünde. Yukarıda zikrettiğim unsurlar hemen bu görüntüyü benimseme, onu ‘aklama’ ve daha dün ‘F Tipi’ dedikleri yapıyı savunma telaşındalar. Bir de bakmışsınız ‘Ergenekon - Paralel’ yan yana, aynı safta. Şaşırtıcı değil. ‘Ne olursa olsun muhalefet etme’ telaşındalar. Ne söylendiği değil, kim tarafından söylendiği önemli. Böyle olunca da sorunlu.

‘Muhalif’ unsurlar zaman zaman Ak Parti içinden bir muhalefet çıkarma telaşına kapılıyorlar; ‘diğer partilerle olmuyor bunu da AKP yapsın’ diyorlar. Ama Ak Parti öyle bir parti değil. Aslında merkez sağ partiler (MHP, Saadet ve BBP dâhil) buna uygun değil.

CHP farklı. Zira Tek Parti dönemini ‘hayırla yâd eden’ bir ‘fırka’. Fiilen 1923 – 1950 yılları arasında ülkenin tek partisi olmuş. ‘Tek çiçekle bahar’ olmaz derken, ‘tek partiyle demokrasi’ iddiasını savunma ‘cesaretini’ göstermiş. Kutlamak gerekir!

Tek parti sistemleri hep böyledir. Komünist Partiler, mesela, parti-içi muhalefete, olmazsa özeleştiriye çok önem verirler. CHP de aynı gelenekten besleniyor. ‘Memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz’ mantığı yani. ‘Muhalefetimizi de içimizden çıkarırız’. Bu yaklaşım o kadar kökleşmiş ki, ‘iktidarla olmazsa, kendi kendimizle kavga ederiz’ diyebiliyorlar. Gündemdeki ‘Şişli meselesi’ başka nasıl açıklanabilir? ‘Dersim’ ve ‘Kürt’ meselelerinde parti-içi kavgalar başka nasıl izah edilebilir?

MHP ‘tersinden’ aynı. Onlar da ‘ne olursa olsun, konuşmamaya, çözmemeye’ odaklanmışlar. Parti-içi ‘problemler’ reddedilerek çözülüyor. Yıllarca ‘Kürt meselesi’, ‘öyle bir etnik unsur yok’ denilerek çözülmedi mi? iktidara muhalefet konusunda, takdir etmek lazım, Devlet Bahçeli’nin bir ‘duruşu’ var: Gençleri ‘sokağa’ dökmüyor, dış kaynaklı provokasyonlara itibar etmiyor. Dış politika konusunda daha duyarlı ve tutarlı. İç politikada hatalar yapabiliyor. En büyük başarısı ‘eleştiri’ ama hatası da ‘çözüm’ sunmamak.

Çözüm Süreci Türkiye’nin şu andaki turnusol kâğıdı. Muhalefet yapmak, sadece eleştirmek değil, aynı zamanda alternatifini de sunmak. Sadece ‘askeri yöntemin’ yetmeyeceğini en yetkili ağız, Genelkurmay başkanı ifade ediyor. Ayrıca, memleketin eğitim, sağlık, sosyal konular gibi pek çok sorunu var, ama bunlarla ilgili muhalefetin çözüm önerilerini bilmiyoruz.

Üstadın ‘gündüz geceye muhtaç, sen de bana lazımsın’ diye nitelendirdiği muhalefetin sadece karalama ve eleştiri için kullanılmaması gerektiğini biliyoruz. Sosyal ve siyasi olaylar sadece ‘ak, kara’ ile açıklanamıyor; ‘gri veya renksiz’ olanları da var. Muhalefet ‘şurası doğru; şurası yanlış; burası şöyle olsa iyi olur; böyle olsa kötü olur’ diyebilmelidir. Muhalefet, iktidarı bir ‘gölge’ gibi takip etmeli, müdahale etmesi gerektiği yerde devreye girmelidir.

Peki, çözüm ne? Kanaatimce çözüm bu partilere destek veren seçmenlerin tazyikiyle elde edilebilir. Seçmenler de kendi partilerine ‘muhalefet’ yapmalıdır. Yukarıda partiler için söylediğimiz şeyler seçmenler açısından da geçerli. ‘Bu seçimde iktidara gelmeyi beklemiyoruz’ diyen Kılıçdaroğlu CHP seçmeniyle aynı şekilde mi düşünüyor? İktidara gelmemeyi kabulleniyorlar mı?

Hakeza, MHP de son derece dar bir seçmen kitlesine hitap ediyor görüntüsü veriyor. Kendi seçmenleri tarafından sağlıklı muhalefet yapmadığı, toplumu kuşatamadığı gerekçesiyle eleştiriliyor mu? Eleştirilmesi lazım. Kürtlerle ilgili sağlıklı bir söylem geliştiremeyen MHP iktidara gelemez. Dindar insanlarla ilgili kuşatıcı söylem ve eylemler sergileyemeyen CHP iktidar yüzü göremez. CHP’yi sadece Bekaroğlu kurtaramaz.

Ak Parti’nin en büyük başarısı söylem ve eylemleriyle toplumun neredeyse tüm katmanlarına ulaşabilir görüntüsü vermesidir. Tunceli, Edirne, Konya, Muğla, İstanbul, Artvin gibi siyasi yelpazenin farklı kesitlerinde yer alan seçmenle bulaşabilmeye devam ettiği ölçüde iktidarı kaybetmeyecektir.

Türkiye ne yapıp, edip ‘muhalefet sorununu’ bir an önce çözmelidir. Bu tüm toplum için yararlı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi
SON YAZILAR