Abdullah Akif Solak

Abdullah Akif Solak

Nefes Alalım!

Nefes Alalım!

Değerli okuyucularım;

Dünya öyle bir dönüyor ki… Dünya ile birlikte insanların da başı da dönüyor. Göremiyoruz, anlayamıyoruz, duyamıyoruz. Hatta bazen nefes bile alamıyoruz. Herkes bir imtihanda. Herkes bir şeylerin peşine takılmış koşturuyor soluksuzca. Kimin nereye gittiğini, neler yaşadığını kimse bilmez.

Kiminin imtihanı varlıkla, kimininki yoklukla. Kimini kalabalık arkadaş çevresi boğar, kimini yalnızlık alır götürür.

Kimi sever, kimi sevilmez.

Kiminin sağlığı elden gider, kiminin huzuru…  

Kimini hayırsız bir evlat yakar, kimi hayırsız bir evladı bile bulamaz. Ama dedik ya; imtihan dünyası. Her şeyi veren de Allah, alan da…  Sevgili İbrahim Sadri abimizin bir şiiri vardır; “Kuşların isimlerini öğreten, sabretmeyi de öğretiyor.”

Öyle ya; Derdi veren Allah, sabrını da vermez mi? Verir elbet; Ama önce istemek gerek. İstemek için de yaşamak gerek. Sonra yaşadığını unutman gerek. İşte o zaman ‘sabır’ın ne olduğunu anlayabiliriz. Hadi şimdi hep birlikte, yaşadıklarımızı unutalım.  Şimdi sizleri ufak bir gezintiye çıkaracağım. Gelin hep birlikte, usanmışlıktan, yorgunluktan, dünya telaşesinden uzak, 5 dakika da olsa rahat bir nefes alalım ve sabretmeyi öğrenelim.

Arkanıza yaslanın ve okumaya devam edin.

Okurken düşünün!:

İki yanı yemyeşil ağaçlarla sıralanmış ince bir yol… Yürüyorsunuz. Siz yürüdükçe yol da sizinle yürüyor sanki.

Öyle bir yol ki, sanki yürüdükçe gökyüzüne çıkıyorsunuz. Siz yürüdükçe dünya sizden yürüyor. Dünyanın yaşanmışlıklarına sırt çevirmişsiniz, yeşillerin içinde kayboluyorsunuz. Kuşların cıvıltısı size eşlik ediyor. Sanki her adım atışınızda kuşlar size ‘hoş geldin’ diyor. Hava ne karanlık ne aydınlık… Yol seni güneşe götürecek. Güneş hem içini ısıtacak hem de önünü aydınlatacak.

İçiniz kıpır kıpır… İçinizde hem tüm yaşanmışlıkları geride bırakmanızın rahatlığı var hem de ileride görmek istediğiniz umudun meraklı bekleyişi…

Yorulmuyorsunuz. Yürüdükçe koşasınız geliyor. Yolun sonunun gelmesini istemiyorsunuz; çünkü yürüdükçe mutluluğunuz artıyor.

Ama bitecek. Bitireceksin. Biliyorsun,  o yol beraberinde farklı güzellikleri getirecek.

Kafanı kaldırıp bakıyorsun. Yolun sonu görünüyor. Gözlerini kamaştıran bir aydınlık var. Adım atsan, kaybolacaksın sanki. Merakın artıyor. Kollarını açıp ışığın içine atıyorsun kendini. Kuş sesleri kurbağa sesleriyle süsleniyor. Işık perdesi gözlerinin önünden yavaşça aralanıyor. Gözlerin maviliğin sonsuzluğuyla yeniden açılıyor.

Muhteşem bir manzara…

Yeşil yol, seni masmavi suların önüne bırakıyor. Kafanı hafifçe yukarı kaldırıyorsun. Güneş gözlerini alıyor. Birazdan dünyaya veda edeceğim diye göz kırpıyor sanki. ‘Bu anı kaçırmamalıyım’ diyorsun.

Evet bu an kaçmamalı. Masmavi suların ve kızıllaşan aydınlığın kucaklaşmasını izlemeliyiz.

Etrafına bakıyorsun. Solunda tahta bir sandalye görünüyor. Denizin bıraktığı incecik kumların içinde yürüyorsun. Ayakların anadan doğma… Kum sıcacık. Yürüdükçe için ısınıyor. Rüzgâr var. Her esişinde kulaklarına ‘huzur’u fısıldıyor. Çok güzel. Sağın masmavi, solun yemyeşil. Huzurun renklerinin arasındasın. Yüzünde ufak bir tebessüm… Sandalye yürüdükçe yaklaşıyor sana. Etrafta kimse yok. Yalnızsın. Gördüğün ve hissettiğin; mavi, yeşil, sıcak, kum, rüzgâr, aydınlık ve o sandalye. Sandalyenin mutluluğu sen yaklaştıkça artıyor sanki. Rüzgâr konuşturuyor onu. Rüzgârın şiddetiyle bir öne bir arkaya sallanıyor; beşik gibi. Gıcırtısıyla seni çağırıyor sanki. Ulaşıyorsun ona. Onun üzerinde konaklamanın vereceği mutluluğu düşünerek yavaşça oturuyorsun. İki elin yanda, arkana yaslanıyorsun.

O ne rahatlık? Sanki dünyanın üstüne oturdun.

Gözlerini kapatıp kafanı geriye yaslıyorsun. Rüzgârın getirdiği dalgalar foşurdarken, kuşların şarkısını dinliyorsun. Dünya senin altında kaldı sanki.

Yalan yok, riya yok, sahtelik yok. Her şey gerçek… Dünyanın tam tersi… Etraf bomboş. Tüm sesler, tüm renkler seni anlıyor. Dünyada anlatamadıklarını burada anlatıyorsun. Konuşarak anlatamadıkların susarak dize oluyor sanki. Dost-düşman, kardeş, arkadaş, sırdaş, anne-baba, dede-nine, dert-tasa, borç- harç hepsi yeşil yolun diğer ucunda kaldı. Birazdan güneşle birlikte geride kalanları batıracaksın. 5 dakikalığına da olsa kaybolacaklar.

Kafanı yavaşça doğrultup gözlerini açıyorsun. Gözlerin ufukta… Mavilik seni dalga dalga götürüyor. Derin bir nefes alıyorsun. Ferahlık kokuyor. Güneş denize yaklaşıyor. Çok hızlı. Sanki bir anda denize düşecek gibi. Zaman böyle acımasız olmamalıydı.

Neyse, bu anın tadını çıkarmalıyız.

Denizin maviliği kızılla kol kola girmeye başladı. Birazdan ahenkle dans edecekler sanki. Martılar da orada. Güneşe veda için gelmişler. Rüzgârın şiddeti artıyor. Güneşe kızmış gibi sanki. Maviliği yalayarak dalga dalga sana getiren rüzgâr, sinirle güneşe fısıldıyor.

Ama güneş gitmek zorunda… Aydınlık yerini karanlığa bırakacak. Vakit geliyor.

Güneş düştü düşecek. Kızıllaşan deniz alacak onu bizden. Sandalye gıcırtısının eşliğinde bu ona son bakışın… Güneş düştükçe sen de düşüyorsun. Her şey düşüyor; yeşillik, mavilik, martılar, sıcak… Güneş ayaklarını denize soktu. Birazdan tüm vücudunu denize indirecek.

Olsun. Kısa süre de olsa yaşadığın huzur seni mutlu etmeye yetiyor.

Deniz güneşi kendine asıldı sanki. Son kez göz kırpan güneş, bir anda gözünün önünden nasıl da kayboluverdi? Martılar ve kuşların sesleri de güneşle birlikte kulaklardan uzaklaştı. Aydınlık, yerini karanlığa bırakmaya başladı. Dalga ve rüzgârın sesi eşliğinde gözlerini yeniden kapattın. Ellerini başının arkasına koyarak yaslandın. Kısa süreli huzuru tebessümle uğurluyorsun.

Güle güle güneş, hoş geldin dünya… Saygı, sevgi ve selamlarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdullah Akif Solak Arşivi
SON YAZILAR