Sezai Keskin

Sezai Keskin

PUBLİN

PUBLİN

İngilizce’nin şehri yeteri kadar anlatamadığını düşünerek onlarca yeni isim takılmış şehre...Bence bu şehire en yakışanı PUBLİN...Gri bir gökyüzünün altında yemyeşil bir kent...İsyankâr ama barışçıl, melankolik ama pürneşe bir halkın sosyal yaşam mekanı Pub’lar, şehrin simgesi durumunda...İrlanda’nın başkenti Dublin, tam manasıyla ‘edebi’ bir kent. İçinden nehir geçen her şehir gibi güzel. İrlanda, Birleşik Krallık’a bağlı olmadığı için İngiltere vizesiyle girilemiyor. Şehre giden otobüsler çok konforlu ve her an elinizin altında. Havaalanından şehir merkezine yolculuk yaklaşık 20 dakika sürüyor. Yol keyifli, yemyeşil kırmızı tuğlalardan yapılmış masal evlerini seyrederek son derece düzenli şehrin sokak ve caddelerinden ilerleyerek şehir merkezine ulaşıyorsunuz. İki resmi dilleri var: İrlandaca (İrlanda Keltçesi) ve İngilizce.

1y.jpg

Tüm tabelalarda önce İrlandaca, sonra İngilizce yazıyor. İki dil birbirine hiç mi hiç benzemiyor; Türkçe İngilizce’den ne kadar farklıysa, İrlandaca da o kadar farklı.Dublin’in ortasından geçen nehrin ismi Liffey, üzerinde çok sayıda köprü var. Şehir düz olduğu için yürüyerek gezmek en kolay yöntem. Dublin’de metro yok, güzergahınıza göre tramvayı kullanabilirsiniz. Sadece birkaç durak gidecekseniz otobüs size vakit kaybettirebilir çünkü çoğu cadde tek yön, ışıklar çok ve otobüsle fazla dolanıyorsunuz. Gideceğiniz yerlerin çoğunu yürüyeceğiniz için günlük kartlara pek ihtiyaç duymayacaksınız. Tramvay biletleri duraklardaki makinelerden, otobüs biletleriyse şoförden alınabiliyor. Diğer Avrupa şehirlerine göre biraz pahalı.

2y-003.jpg

Dublin’de turistlere gezilecek yer yaratmak için sinekten yağ çıkarmışlar. 1845′de, İrlanda’da patates kıtlığı oluyor ve tam üç yıl sürüyor. Bu süre zarfında bir milyon insan ölüyor. Bir o kadar insan da göç ediyor. Her şey var…Et, süt, un, mısır, meyve…Ama patates yok diye ölüyor açlıktan onca insan. Çünkü patates yemeye alışmışlar…Çünkü patates fakirin yemeği, ucuz. İşte bu Famine Anıtı, bu açlık dönemini simgeliyor…Kemikleri sayılan insan figürleri, biraz hüzün veriyor izleyene…

oconnell-caddesi.jpg

İngilizlerin mahalle kahvesi olan ‘pub’lar Dublin’de de neredeyse her köşe başında. 1000′in üzerinde pub olduğu söyleniyor. İrlanda mutfağı diye bir kavram pek yok. Kendilerine özgü olan en meşhur yemek İrlanda kahvaltısı. İrlanda mutfağının zayıflığından olsa gerek şehrin genelini dünya mutfaklarından restoranlar sarmış durumda. İrlanda dilini herkes biliyor, şehirdeki bütün işaretlerde, trendeki anonslarda iki dil de var. Kulağa çok hoş geliyor. Melodik ve etkili bir havası var, ben sevdim. Sözcüklerin acelesi yokmuş da ağız içinde yaylanarak ve salınarak konuşuluyormuş gibi geldi. Zaten şehir de öyle. Sakin, acelesi yok. Dublin’de telaş yok. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri de dil okullarıdır. Gezerken irili ufaklı onlarca okul görebilirsiniz. Sokaklarda çamur yok, bebek arabalarıyla insanlar çok kolay trenlere iniyor biniyor, kaldırımlarda rahatça hareket ediyor.

3y.jpg

İrlandalılar samimi ve sıcak insanlar. Ben sevdim. Sohbeti ve müziği çok seviyorlar. Hava durumu en önemli konu. Dublin’de, “havadan” konuşmak çok önemli. “Bu gün hava nasıl” diye sorduğunuzda, sohbet birden ciddileşiyor. O kişi önce uzun uzun gökyüzüne bakıyor, bulut hareketlerini takip ediyor, sonra kendi tahmini uzun uzun anlatıyor. Zaten hep havadan konuşuluyor. Dublin’de birisiyle sıkı fıkı dost olmak istiyorsanız ona havayı sorun. Nasıl olup da İngilizlere hiç benzemediklerine gerçekten şaşıyorsunuz. Özgürlük mücadeleleri bakımından bize çok benziyorlar, Kuzey İrlanda İngiltere’ye bağlı kalırken, Güneyliler bağımsızlık mücadelesi neticesinde 1948’de Britanya ile bağlantılarını koparmış. İngiltere’den o kadar nefret ediyorlar ki ne kadar ortak noktaları varsa silmişler. Para birimleri de beklendiği üzere Sterlin değil, Euro. Sadece trafiğin soldan akması alışkanlığından vazgeçememişler.

5y.jpg

Dublin’in nüfusu sadece 700.000. Ama günün her saatinde her yer kalabalık. Gündüz herkes yürüyerek işe gidiyor. Kentin içindeki geniş parklar, insanlara hem işe giderken ve işten dönerken keyifli bir yürüyüş imkanı sağlıyor. Herkes alışveriş yapıyor ki, buradan ekonominin kişilerin borçlu yaşaması üzerine kurulduğunu anlıyoruz. Herkes şık ve yeni giyiyor. Grafton Street, şık bir alışveriş caddesi. Bilinen dünyaca ünlü ürünler ve mağaza zinciri burada da var. Ama fiyatlar roket hızında. Şehirde bir de çok sayıda yeraltı mağaraları var. Bunlar savunma amaçlı mağaralarmış.

o-connell-koprusu.jpg

O’Connell Street Dublin’in en kalabalık caddesi belki ama hemen yakınında öyle bir yer var ki, sanki Dublin çok uzakta. Sakin, sessiz, yemyeşil bir şehir parkı; Phoenix. Avrupa’nın en büyük şehir parkı burası. Öyle rahatlatıcı ki, Cumhurbaşkanlığı Konutu bile bu parkın içinde. Park güzel bir peyzaj mimarisi örneği ve sanatsal yapılarla dolu. İrlanda pek çok sanatçı çıkarmış bir ülke. Yazarlar, müzisyenler, şairler, mimarlar…Tarihi ve kültürü acılarla şekillenmiş, özgürlüğünü mücadele ederek kazanabilmiş ülkede, iyi sanatçılar da yetişmiş. Şehir merkezindeki 18. yüzyıldan kalma bir malikânenin içerisinde kurulu olan popüler alışveriş merkezi Powerscourt Centre; el yapımı mücevherler satan kuyumcuları, lüks butikleri, şık kafe ve restoranları içerisinde barındırmaktadır. Dublin, minicik, kutu gibi bir şehir. Fazla sıcak ve soğuk olmayan ılıman bir okyanus iklimine sahip. Yılın önemli bir bölümünde yağmur yağar.

8-001.jpg

Yazları serin geçer. Adanın tuz kokan havası ile serinleyen ovalarında dolaşırken kendinizi bir rüya aleminde hissedersiniz. İnsanın başını döndüren tabiat ve okyanus manzaraları, tarihten ilhamlar sunan kaleler, labirent şeklindeki mağaralar, zengin bitki örtüsüyle kaplı ovalar, benzersiz şelaleleri bünyesinde barındıran Emerald Bahçeleri gibi botanik bahçeler, farklı alternatifler sunan eğlence yaşamı, insana müzik ve dans dünyasının kapılarını aralayan mekanlar, ülkenin ziyaretçilerine sunduklarından sadece birkaç örnek. Dublin, Avrupa’nın çoğu başkentine göre daha güvenilir bir şehirdir. Ancak hava karardıktan sonra Aşağı Abbey Sokağı’nın ve Boardwalk semtinin arka taraflarından uzak durulması tavsiye edilmektedir. Bu bölgeler genellikle uyuşturucu kullanan kişilerin takıldığı mekânlar olarak bilinmektedir. Temple Bar bölgesi, gecenin ilerleyen saatlerinde mekânlar kapandıktan sonra sarhoşların cirit attığı semt olarak bilinmektedir.

dublin-kalesi.jpg

Güvenliğiniz için mekânların kapanma saatinde bölgeyi terk etmeniz ve yanınıza yanaşan sarhoş tiplerle muhatap olmamanız gerekir. Birçok evin kapılarının renkli olması sizi şaşırtmasın. Bu kapılarla ilgili bir de efsane öğrendik. Eskiden (gerçi hala değişen bir şey yok) çok içip sarhoş oldukları için evlerini bulmakta zorlanan halk, kapılarını farklı renklere boyayarak ayırt etmeyi kolaylaştırmışlar.  İrlandalılar sabah 7 ile gece 11 arasında tüm soruları tek kelimeyle cevaplıyor: “sorry.” Böylesine içki müptelası bir millet. Bir İrlanda atasözü, bu işin ciddiyetini şöyle açıklıyor: “Bir erkeği çıldırtmak istemiyorsan, karısına sarkıntılık etme ve viskisine sakın su koyma...” İrlandalıların hayatı müzik, dans ve içki arasında gidip geliyor. Bu kadar çalkantılı bir tarihe sahip olan İrlanda, hepimizin kafasında zıtlıkların ülkesi olarak bilinmekte çoğunlukla... Serbest-bağımlı, katolik-protestan, kuzey-güney, köylü-kentli...
Bence İrlanda’ya giderken tüm önyargılarınızı evde bırakıp, sağlam botlarınızı, yağmurluk ve şemsiyemizi almanız yeterli...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezai Keskin Arşivi
SON YAZILAR