Rektör Metin Aksoy, Türkiye'de yapılacak seçimlere küresel ilginin detaylarını yazdı

Selçuk Üniversitesi Rektörü Metin Aksoy, Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak seçimlere küresel ilginin detaylarını kaleme aldı.
Rektör Metin Aksoy,  Türkiye'de yapılacak seçimlere küresel ilginin detaylarını yazdı

Dış politika alanında Erdoğan'ın yerleşik ve tavizsiz tutumu pazarlığa kapalı iken muhalefet blokunun adayının tavrının hem net bir şekilde bilinmemesi hem de bu bloktan Türkiye'nin tutumunda bir gevşeme olarak değerlendirilebilecek açıklamalar yapılması, Türkiye ile rekabet halinde bulunan ülkelerin desteğini muhalefet blokunun adayı nezdinde görünür kılmaktadır. Benzer bir durum ve beklenti terör örgütü PKK nezdinde de oluşmuştur.

Uluslararası İlişkiler çalışmaları için belki de en büyük handikap küresel bakış ile ulusal bakış arasındaki onulmaz çelişkiden kaynaklanmaktadır. Zira özünde bu iki alan arasındaki dengenin gözetilmesi esasına dayanan Uluslararası İlişkilerde küresel bakışa fazlaca yaslanmak yerelin özgül koşullarının göz ardı edilmesine, yalnızca ulusal bakışa yoğunluk verilmesi ise ortaya konan analizlerin küresel politikadan soyutlanmasına sebebiyet vermektedir. Oysa Uluslararası İlişkiler ile iştigal edenlerin politika okuması yaparken ulusaldan küresele ve küreselden de ulusala doğru salınım gösteren bir çerçevede yaklaşım sergilemesi gerekmektedir.

Küresel özgül ağırlık

Daha öz bir şekilde belirtmek gerekirse örneğin Türkiye'nin küresel politikadaki yerini ve dış politikasının bu eksende yarattığı etkiyi ortaya koyabilmek için Türkiye'yi yalnızca Ankara'dan bakarak değerlendirmek yeterli değildir. Aksine Türkiye'nin küresel politikadaki özgül ağırlığını ve dış politikasının mahiyetini kavramak için Türkiye'ye Moskova'dan, Washington'dan, Pekin'den, Brüksel'den, Bağdat'tan, Şam'dan, Tahran'dan yani diğer ülkelerin gözünden de bakmak gerekmektedir. Elbette bu durum ulusal bakışın küresel bakışa boğdurulması anlamına gelmemektedir. Aksine ulusal bakışın sağlaması ancak onun küreseldeki karşılığı ile değerlendirilerek yapılabilir. Benzer şekilde küreselin çizdiği eksen de ulusalda yarattığı karşılık ile birlikte anlam kazanmaktadır.

Böylesi bir denge üzerine bina edilmesi gereken ivedi ve derinlikli bir analiz Türkiye'nin 2023 seçimleridir. Zira ancak küreselden ulusala ve ulusaldan da küresele salınım yapan bir değerlendirme ortaya konduğunda "Türkiye'deki seçimlerin yalnızca yakın bölgesini değil aynı zamanda dünya politikasını etkileyecek bir mahiyette olduğu" gibi bir totoloji temellendirilmiş olacaktır. Bir başka anlatımla günümüz dünyasında elbetteki bir ülkenin küresel politikadaki özgül ağırlığı ile o ülkedeki seçimlere duyulan uluslararası ilgi arasında pozitif bir korelasyon bulunmaktadır. Ancak bir totoloji halini almış olan bu pozitif korelasyonun temellendirmesi; Türkiye'deki seçimin olası sonuçları, bu sonuçların küresel politikadaki olası yansımaları ve uluslararası aktörlerin bahse konu seçimin olası sonuçlarını okuma tarzları ile bu olasılıkların gerçekleşmesi için Türkiye'deki seçim rakiplerinden hangisini/hangilerini açık veya örtülü bir şekilde destekledikleri ortaya konduğunda yapılabilir. Tüm bu noktalardan hareketle bakıldığında Türkiye'nin 2023 seçimlerine duyulan küresel ilgi önemli uluslararası medya kuruluşlarının yayınlarında kendisini göstermektedir. Nitekim Politico dergisi, France24 adlı yayın kuruluşu ve Washington Post gazetesi 2023 yılı içerisinde dünyada gerçekleştirilecek olan en önemli seçimin Türkiye'de olacağını açıklamıştır.

Yine başta Bild, Guardian gibi gazetelerin seçim sürecini yakından izlemeleri ve seçime yönelik haberleri sıklıkla okuyucularıyla buluşturmaları 2023 seçimlerine yönelik küresel ilgiyi gözler önüne sermektedir. Şüphesiz ve daha önce de vurgulandığı üzere Türkiye'nin 2023 seçimlerine yönelik artan küresel ilginin sebebi Türkiye'nin küresel politikada artan özgül ağırlığıyla yakından ilgilidir.

Çatışmaların kaderini belirleyen ülke

Nitekim Türkiye; Suriye ve Libya'daki iç savaşlarda süreci yönlendirebilmesini sağlayan bir askeri varlık göstermiş ve bu ölçüde de kazanım elde etmiştir. Yine Türkiye; Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında Azerbaycan'a verdiği destekle Karabağ işgaline son verilmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Bununla birlikte Rusya-Ukrayna Savaşı'nda izlediği politika ile savaşan iki tarafın güvenini kazanmayı başaran Türkiye arabuluculuk görevi üstlenebilmiş ve bu yolla dünyada var olan gıda krizinin daha da derinleşmesi tehdidini bertaraf ederek Rusya ve Ukrayna arasında yapılan Tahıl Koridoru Anlaşması'nın mimarı olmuştur. Güneyinde bir terör koridorunun oluşmasını DAEŞ, PKK/PYD/YPG ile yürüttüğü mücadele ile önleyen Türkiye savunma sanayinde attığı millileşme adımları ile de İHA ve SİHA gibi üretimleriyle 21. yüzyıldaki çatışmaların kaderini belirleyen bir ülke konumuna gelmiştir.

Daha da arttırılabilecek bu örnekler Türkiye'nin küresel politikadaki artan özgül ağırlığının somutlandığı alanlar olmakla birlikte 2023 seçimlerine yönelik artan ilginin de sebepleridir. Bundan da önemlisi vurgulanan bu örneklerin yarattığı bölgesel ve küresel etki yalnızca Ankara'dan değil dünyanın farklı başkentlerinden bakıldığı zaman da aynı derecededir. Dolayısıyla uluslararası aktörlerin Türkiye'nin 2023 seçimlerine yönelik bakışı yalnızca rekabet halindeki adayların kim olduğuyla değil aynı zamanda bu adayların örnekleri yukarıda verilen ve Türkiye'nin küresel politikadaki ağırlığına karşılık gelen politik tutumlarına dair beklentileriyle de ilgilidir.

Uluslararası aktörlerin umudu

Bu çerçeveden bakıldığında analizin sonunda söylenecek olanı başından söylemek gerekirse Erdoğan'a kıyasla muhalefetin adayının gördüğü küresel destek iki temel sebebe dayanmaktadır. İlk olarak yukarıda örnekleri veren ve Türkiye'nin mevcut siyasi iktidarının kırmızı çizgi olarak belirlediği hususlarda Erdoğan'ın yerleşik ve pazarlığa kapalı tavrı net bir şekilde bilinmektedir. Buna kıyasla muhalefetin adayının uluslararası ilişkilerde az bilinirliği onun Erdoğan'a tercih edilmesini beraberinde getirmektedir. Bir başka adımla yerleşik tavrından taviz vermeyeceği bilinen Erdoğan'a kıyasla muhalefetin adayı uluslararası aktörlerin bir umududur.

Muhalefet blokunun adayının uluslararası alanda az bilinmesi ile birlikte bu umudu besleyen bir diğer unsur da oldukça çok parçalı bir yapı arz eden muhalefetin yetkili isimlerinden yukarıda verilen gelişmelerde Türkiye'nin pozisyonunu sorgulayan ve dolayısıyla Türkiye'nin taviz verme olasılığını uluslararası aktörler nezdinde gündeme getiren "Türkiye'nin şu coğrafyada ne işi var?" gibi söylemlerdir. İkinci olarak ise muhalefet blokunun tek hedefinin "Erdoğan'dan kurtulmak" olması ülkesel düzeyde -HDP'den görülen destek örneğinde somutlandığı üzere- bazı çevrelere verilen pazarlık tavizlerinin uluslararası düzeyde de verilebileceği olasılığını Türkiye ile mücadele halinde olan uluslararası aktörler nezdinde ortaya çıkarmıştır. Elbette muhalefet blokunun en temel hedefinin mevcut iktidarın yönetimine demokratik yollarla son vermek olması kadar doğal bir durum yoktur. Ancak bu uğurda ve Makyavelist bir siyasi anlayışla "amaca götüren her yol mübahtır" ya da "amaç araçları meşru kılar" yaklaşımının gösterilmesi "Erdoğan"sız bir Türkiye'nin kazanılması ama aslında Türkiye'nin kaybetmesi/kaybedilmesi ihtimalini de bünyesinde barındırmaktadır. Bundan kaçınmak ve 2023 seçimlerinde ulusaldan küresele küreselden ulusala salınım yapan bir bilinçle hareket etmek için muhalefet blokunun adayına verilen bahse konu desteğin -yine HDP'nin verdiği destek örneğinde görüldüğü üzere- nasıl bir politik ima taşıdığı ortaya konmalıdır.

Desteğin politik iması

Vurgulanan politik ima ABD özelinde sarih, AB'nin itici güçleri olan Almanya ve Fransa özelinde ise örtülü bir şekilde kendisini göstermektedir. Nitekim mevcut ABD başkanı Biden, başkan adayı iken katıldığı bir televizyon programında Türkiye'deki muhalifleri birleştirerek/destekleyerek Erdoğan'ın iktidarına son verme amacında olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte göreve geldikten sonra da Biden ABD'nin düzenlediği Demokrasi Zirvesi'ne Türkiye ve Erdoğan'ı davet etmemiştir. Şüphesiz Biden'ın bu tutumundaki amacı Türkiye'nin yükselen normatif gücünü; sözde "Türkiye'deki demokrasi açığını" ortaya koyarak ve bu yolla Türkiye'nin uluslararası prestijini zedeleyerek zayıflatmaktır. Fransa ve Almanya'nın Türkiye'nin 2023 seçimlerine dair tutumlarına bakıldığında ise her iki ülkenin de Türkiye'deki adaylardan birini desteklediklerine dair direkt bir açıklamaları bulunmamaktadır. Bunun temel sebebi bahse konu ülkelerdeki iç politik panoramadır. Nitekim Almanya'da Merkel sonrası Scholz hükümetiyle geçiş dönemi yaşanırken, Fransa'da Macron'un ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmesi ile birlikte emeklilik yasasına karşı genel greve gidilmesi gibi gelişmeler bahsi geçen ülkelerin Türkiye'deki seçimlere yönelik açık bir tutum takınmaktan kaçınmalarını beraberinde getirmiştir. Ancak hem ABD'nin sarih hem de Almanya ile Fransa'nın örtülü yaklaşımlarındaki politik imayı açığa çıkarmak için Türkiye ile hangi alanlarda rekabet ettiklerini ortaya koymak yeterlidir.

Türkiye'nin Ukrayna savaşına yönelik tutumu

Bu alanlardan ilki Türkiye'nin Rusya-Ukrayna savaşına yönelik tutumudur. Zira bahse konu olan ülkeler Türkiye'nin batının uyguladığı yaptırımlara katılmasını ve Rusya üzerindeki baskının daha da artmasını isterken, Türkiye savaşan her iki ülke ile yakın ilişkilere sahip olarak Rusya'nın işgalini kınamakla birlikte yaptırımlara katılmayarak arabulucu konumda kalabilen yegâne ülke olmuştur. Bu yolla Türkiye, dünyadaki pek çok bölgede görülen gıda krizinin derinleşmesini önlemek amacıyla, Rusya ve Ukrayna arasında Tahıl Koridoru anlaşmasının yapılmasını sağlamıştır. Bu anlaşmadaki gayretleri ve arabuluculuk faaliyetleri nedeniyle başta BM ve AB gibi çeşitli uluslararası aktörler Türkiye'ye teşekkürlerini iletmiştir. İkinci olarak İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği hususunda bahse konu ülkeler Türkiye'nin hassasiyetlerini önemsemeden iki ülkenin hemen üye olmasını isterken, Türkiye yine kendi menfaatlerini önceleyerek bahsi geçen ülkelerin PKK/PYD'ye siyasi-mali-askeri destek sağlamaları, 2019'da gerçekleştirilen Barış Harekâtı Operasyonu sonrasında Türkiye'ye silah ambargosu uygulamaları ve Türkiye'nin yargılanmaları için iadesini talep ettiği kişiler konusunda adım atmamaları sebebiyle üyeliklerine olumsuz baktığını açıklamıştır. Neticede NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in girişimiyle Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında imzalanan üçlü mutabakatta İsveç ve Finlandiya terör hususunda Türkiye'nin hassasiyetlerini kabul etmiştir. Üçlü mutabakat metnine uyan Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği Türkiye tarafından onaylanırken, İsveç'in üyeliği mutabakata uymaması nedeniyle henüz onaylanmamıştır.

Türk savunma sanayisine uygulanan yaptırımlar

Üçüncü olarak, Türkiye'nin terörle mücadele kapsamında Suriye'nin kuzeyine gerçekleştirdiği operasyonların ABD, Fransa ve Almanya tarafından eleştirilmesi bir başka anlaşmazlık konusudur. Öyle ki, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde merkezinde PKK/PYD'nin bulunduğu bir terör devleti kurma politikası, Türkiye'nin başarıyla gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları sonrasında sekteye uğratılmıştır. Mezkûr operasyonlar, Türkiye'nin sınırlarında terör koridoru oluşturulmasına izin vermeyeceğini göstermiştir. Bu harekâtlara yönelik bahsi geçen üç ülkenin tutumu olumsuz olurken, Fransa ve Almanya, Türk savunma sanayisine yaptırımlar uygulamıştır. Ek olarak Türkiye'nin İran ve Rusya ile birlikte yürüttüğü Suriye'de barışçıl bir çözüm sağlamaya yönelik Astana görüşmeleri, Batılı ülkelerin barış görüşmelerinde saf dışı bırakıldığı endişesinden hareketle ABD, Fransa ve Almanya tarafından eleştirilmiştir. Dördüncü rekabet alanı; Ege, Akdeniz ve Libya üçgeninde Türkiye'nin hem kendi hem de KKTC'nin egemenliğini ve çıkarlarını koruma politikasının, ABD, Fransa ve Almanya tarafından tepkiyle karşılanmasıdır. Nitekim Doğu Akdeniz'de bulunan gaz rezervinin Türkiye'yi dışlayarak, EastMed Boru Hattı Projesi'yle Avrupa'ya sevk edilmesi yönündeki stratejiye karşılık Türkiye, Libya ile deniz alanlarının sınırlandırılması anlaşması yaparak, mavi vatandaki egemenlik haklarını korumuş ve Doğu Akdeniz'deki jeopolitik dengeyi kendi lehine çevirmiştir. Bununla birlikte Türkiye, Yunanistan'ın Lozan Antlaşması'nı ihlal ederek Ege'deki adaları silahlandırdığını BM'ye mektup göndererek uluslararası kamuoyuna açıklamıştır. Bu süreçte ABD, Fransa ve Almanya, Türkiye'nin egemenlik haklarını ihlal eden Yunan tezlerini desteklemiştir. Öte yandan Libya'da Hafter'in ilerleyişi, Türkiye'nin meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne verdiği savunma desteğiyle durdurulmuş ve Erdoğan ile Putin'in ateşkes çağrıları sonrasında 12 Ocak 2020'de iki taraf arasında ateşkes yürürlüğe girmiştir. Bu süreçte Türkiye'nin Ege, Doğu Akdeniz ve Libya'daki politikalarını en çok eleştiren ülkelerin başında Fransa gelmiştir.

Görüldüğü ve daha önce de vurgulandığı üzere sıralanan bu alanlarda Erdoğan'ın tutumu yerleşik ve pazarlığa kapalı iken muhalefet blokunun adayının tavrının hem net bir şekilde bilinmemesi hem de bu bloktan Türkiye'nin tutumunda bir gevşeme olarak değerlendirilebilecek açıklamalar yapılması Türkiye ile rekabet halinde bulunan ülkelerin desteğini muhalefet blokunun adayı nezdinde görünür kılmaktadır. Benzer bir durum ve beklenti terör örgütü PKK nezdinde de oluşmuştur. Nitekim terör örgütünün ele başlarının mevcut yeni sistemle kendilerine yönelik mücadele sürecinin yoğunlaştığını vurgulayarak muhalefet blokunun kazanması durumunda sistem değişikliğini umduklarını belirtmeleri ve HDP'nin seçim bildirgesinde Suriye ve Irak'a yönelik gerçekleştirilen askeri operasyonlara son verme, Türkiye'nin Suriye ve Irak'tan çekilmesini sağlama, kayyum uygulamasına son verme gibi vaatlere yer vermesi bunun somutlandığı alanlardır. Bu hususlar HDP'nin seçimlerde aday çıkarmayarak muhalefet blokunun adayını destekleyeceğini açıklaması ile birlikte düşünüldüğünde terör örgütü PKK'nın iktidar değişikliğine yönelik "umudunun" politik iması da açığa çıkmış olmaktadır.

Ezcümle Türkiye ile rekabet halindeki uluslararası aktörlerin muhalefet blokunun adayına yönelik umutları Erdoğan'ın yerleşik ve tavizsiz tutumuna yönelik çaresizlikleri anlaşıldığında anlam kazanmaktadır. Buna karşılık tek derdi "Erdoğan'dan kurtulmak olmayan" veya "Erdoğan'sız bir Türkiye"'nin kazanılması uğruna Türkiye'yi kaybetmek istemeyenlerin Erdoğan'ı muhalefet blokunun adayına yeğlemesi politik bir gereklilik olarak kendisini göstermektedir. Zira ancak bu yolla Türkiye'nin önüne koyduğu "Türkiye Yüzyılı" vizyonu pratiğe dökülebilecektir.

Metin Aksoy
Selçuk Üniversitesi Rektörü

metin-aksoy.jpg

Etiketler :