Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

SALT VERİLERİN ARDINDAN KOŞULMAZ

SALT VERİLERİN ARDINDAN KOŞULMAZ

Ülkelerin kendine göre iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel bir gündemi olduğu gibi, aynı şekilde şüphesiz dünyanın da bir gündemi var. Çünkü ister ABD, Almanya ve Japonya gibi gelişmiş, isterse de Türkiye, Çin, Brezilya, Hindistan, İran ve Meksika gibi gelişmekte yada Uganda, Kenya, Moritanya ve Somali gibi fakir ülkeler olsun, hepsinin içinde bulunduğu kendi koşullarına göre sorunları ve hedefleri bulunmaktadır. Buradaki püf nokta, bazı ülkelerin ağırlıkla belirleyici ve baskın bir konumda yer alırken, bazılarının da kendilerine biçilen rolü oynamak zorunda kalmalarıdır. Global gündemin belirleyici ülkeleri, ekonomik bakımdan en güçlü ve en gelişmiş olanları ile, dünya ticaretinden önemli oranda pay alanlardır. Söz konusu ülkelerin ekonomi, siyasi, askeri ve sosyal gündemlerinin aynı zamanda, büyük ölçüde dünyanın da gündemini belirlemeleri, bağımsız ve objektif amaçla için kurulduğu ifade edilen uluslararası ölçekli ekonomik ve sosyal nitelikli kurum ve kuruluşlarla, ülkeleri ve politika(cı)larını etkileri altına almalarıdır. FED, ECB, WB ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları (FITCH, S&P, Moody’s) ekonomi; ILO, UNESCO ve WHO ise sosyal alanda gösterilebilecek başlıca örneklerdir. Değişmeyen tek gerçek ise, bu kurumların gelişmiş ülkelerin güdümü ve etkisi altında politika ve pozisyon aldıklarıdır. Artı bunlara ek olarak, her ülke için açıklanan işsizlik, enflasyon, tüketici güven ve eğilim anketleri de göz önüne alındığında, dünyanın bir veri bombardımanı ile kuşatıldığını söylemek, kesinlikle fazla abartı değildir.

Her kırk beş günde olmaz üzere yılda sekiz defa yapılan FED toplantılarında alınan kararların önemini hangi ülke yok sayabilir?, aynı şekilde ECB kararlarını, ABD menşeili uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkelerin ekonomilerine verdiği puanların ve WB raporlarının etkisini de. Alınan kararlar ve açıklanan raporlarla verilerin önemi, sebep değil sonuçtur. Sebep gelişmiş ülkelerin yukarıda da belirtildiği üzere, dünya eko-politiğinde ciddi derecede söz sahibi ve etkin olmalarıdır. Küresel ekonominin tek başına dörtte birini kaplayan, reel ve finans sektörün gelişmişliği açısından dünyanın en önde ülkesi olan ABD’de meydana gelen olumlu veya olumsuz gelişmelerin, dünya ekonomisini önemli derecede etkilemeyeceği düşünülemez. Üstelik ABD’nin global bazda elinde bulundurduğu ekonomik ve siyasi gücüne, aynı şekilde yine en güçlü olduğu askeri ve iletişim alanındaki etkinliği de düşünüldüğünde, büyük resim tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Global düzeyde etki doğurabilmek için temel koşul, bir ülkenin gelişmiş olması tek başına yeterli bir unsur değildir. Ülkenin gelişmekte bile olsa, dünya ticaretinde önemli birde olması yeterlidir. Bu konuda verilecek en iyi örnek Çin’dir, ayrıca Hindistan veya Brezilya gibi. Bu ülkeler ABD, Almanya, İsviçre, İsveç gibi gelişmiş ülkeler grubunda olmadığı gibi, kişi başına düşen gelir ve yaşam kaliteleri bakımından da, karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar geri durumdadırlar. Ancak İsviçre’de meydana gelen üretim ve finans krizi ve bunlarla ilgili veriler dünya genelinde fazla ses getirmezken, Çin ekonomisinde olası yüzde çeyreklik büyümedeki düşüş oranı, global kamuoyunun bir numaralı gündem maddesi olabilmektedir. Çin’in öneminin kaynağı, şimdilik ABD’den sonra ikinci en büyük ekonomiye sahip olmasıdır. G-20 zirvesinde Trump’ın, Çin Başkanı Xi Cinping ile yaptığı görüşmenin dünya kamuoyunda meydana getirdiği etki, bu gerçeği açıkça göstermektedir. Ucuz işgücü ve enerjiye sahiplik bakımından önemli bir avantajı elinde bulunduran gelişmekte olan Çin’in, bu fırsatı ileri teknolojiye dayalı yatırım ve üretime dönüştürebilmesi halinde, içinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci yarısında ilk sıraya yükselmesi sürpriz olmayacaktır.

Türkiye gibi dünya ekonomi pastasındaki payı çok az olan, yapısal ekonomik, siyasi, demokratik ve sosyal sorunlarını çözemeyen ülkelerin, büyük ekonomilere sahip ülkelerdeki gelişmelerden kendilerini dışlamaları ve etkilenmemeleri olanaksızdır. Bu nedenle Türkiye özelinde tüm ülkelerin yapması gereken yıllık, altı aylık, çeyrek dönemlik, aylık, haftalık hatta günlük verilere pozisyon almaya çalışmaktansa, sıklıkla güncel, ani, hızlı, alelacele, adeta ayak üstü ve popülizmden uzak kalmak şartıyla, kendi yapısal dokularına uygun gelişme ve kalkınma programlarını uygulamaya koymalıdırlar. Ülkemizde özellikle yaklaşık bir yıldan beri yapıldığı üzere sorunları kökten çözme yerine, ana sektörler olan tarım, sanayi ve hizmetler sektörünü canlandırmak amacıyla aktarılan mali destekler (sübvansiyon) hibe ve yardımlar gibi ya da, TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın, ülkemiz kamuoyunu tatmin edecek boyutta görünürde ciddi bir neden yokken sürpriz bir şekilde görevden alınarak yerine Murat Uysal’ın atanması gibi, kesinlikle değil.

Soru: Bankacılık krizi genel iktisadi kriz ortamına yol açar mı? Neden?

Sözün Gözü: Önce satacaksın sonra alacaksın, değilse daima emir alırsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR