Türkiye mazlumlar için neden önemli? İsmail Kılıçarslan yazdı...

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı İsmail Kılıçarslan bugünkü yazısında, Ümmetin Umudunu özetledi. Kılıçarslan Türkiye'nin, mazlumlar için ne kadar önemli olduğunu duygu yüklü cümlelerle kaleme aldı...
Türkiye mazlumlar için neden önemli? İsmail Kılıçarslan yazdı...

Kime?

2012’de Somali’ye inen iki Türk uçağı vardı. Uçaktan inen Türkiye heyeti şehre doğru yürürken bir pazarın içinden geçtiler. O esnada Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlık bakanı, kim olduğunu, nerede olduğunu unutup hastalıktan ölmek üzere olan bir çocuğu fark etti. Kolları sıvayıp ilk müdahaleyi oracıkta yapmaya başladı. Sadece sağlık bakanı da değil. Heyetteki bütün doktorlar o pazar yerinde, dünyaya insanlık dersi vermek üzere sözleşmişler gibi kolları sıvayıp “biz bu yarayı iyileştiririz” dediler.

O çocuklara, o bakana, o doktorlara, Somali’ye…

TİKA başkanı Serdar Çam ile Filistin’in el-Halil kentinde usul usul yürürken ellerinde çelik taslarla mağrur ve yorgun onlarca çocuk geçti önümüzden. “Allah bize bu hizmeti de nasip etti. Buradaki aş evimizden her gün onlarca yoksul aile sıcak yemek alıyor. Elhamdülillah” demişti Serdar Çam.

O mağrur yürüyüşlü yorgun çocuklara, gözümüzün bebeği TİKA’ya, Filistin’e…

Mostar köprüsünün azıcık uzağında güzel gülümsemeli bir Boşnak abimiz anlatmıştı. Hırvatlar, Almanya’nın fonlarıyla bereketli Mostar topraklarını satın almaya çalışıyorlarmış. Niyetleri, sahip oldukları toprakların yüzdesini artırıp plebisit benzeri bir numarayla Mostar’ı Hırvatistan’a bağlamakmış. Şükür ki Türkiye’nin dağıttığı krediler yetişmiş imdada. Yaptığı tarımı ilerletemeyen Mostarlı Boşnaklar bu kredilerle tarım makineleri almış, işçi tutmuş… Hırvatlar da baka kalmış işte.

O güzel gülümsemeli Boşnak abiye, verdiğimiz kredilere, Bosna Hersek’e…

Birdenbire “kanser” dedi doktorlar teyzemin eşine. Şaşırıp kaldık. Tabii hemen tedaviye başlandı. Ve tabii hemen teyzemi aradım. “Hastanede ulaşmam gereken bir doktor var mı? Yapılacak bir şey var mı? Bana düşen bir görev var mı?” Teyzem duraksamadan “taksiyle geldiğimizde taksi paramızı bile veriyor devlet. Bütün ilaçlarımızı, bütün tedavimizi karşılıyor. Duan yeter” dedi.

Devletin hastaya verdiği taksi parasına, iyi tedavi için kimseyi aramak zorunda olmayışımıza, insana verilen değere…

Ertuğrul Özkök isimli pop sosyolog “ben öyle bir gencin öldüğünü bilmiyordum. Bilsem onun için de yazardım” demişti ya. O genç Yasin Börü idi. Onlarca terörist tarafından başı ezilerek, bedeni paramparça edilerek katledilmişti ve tek suçu yoksul insanlara kurban eti dağıtmaktı.

Yasin Börü’ye, iyi ki varsın Eren’e, öğretmen Aybüke’ye, bu memleket için vurulup düşen herkese…

Can Dündar isimli vatan haini, ajanlık yaparak devletinin sırrını pazarlarken Eskişehir’de Türkmen Dağı’ndan gelen çocuklarla buluşmuştum. Babaları aslanlar gibi savaşan, kendileri de üniversite okuyan bu aslan parçaları uzun uzun anlatmışlardı Esed denen soysuzun Türkmen Dağı’nı niçin ele geçiremediğini. Delikanlının biri şöyle demişti sonunda: “Anlayacağın abi, Türkmenler Türkmen Dağı’nı Türkiye var diye vermiyor. Türkiye’nin desteği olmasa Esed bizi parça parça eder.

O aslan parçası delikanlılara, onların yiğit babalarına, kahraman annelerine, Türkmenlere, destek verdiğimiz tüm mazlumlara…

15 Temmuz gecesi “kim var” diye sorulmasını bile beklemeden sokağa çıkmış, yârimizin bahçesini, vatanımızı savunmuştuk. Orada plastik terlikler, basma etekler, eprimiş gömlekler, terlemiş bedenler vardı. Teslimiyet vardı, cesaret vardı, millet olma duygusu vardı. Şehit vardı orada, gazi vardı. Dışarı ışık sızmasın diye perdelerini kapatıp evin ampullerini gevşetenlere inat “la galibe illallah” diyen bir muazzez topluluk vardı.

15 Temmuz direnişine, güllü Yasin okuyarak darbeye karşı koyan teyzelere, “lebbeyk” diyerek düşmanın üzerine yürüyenlere, “biz ölürsek silahlarımızı alıp sıkın” diyen yiğit polislere, vurulup düşenlere, Halil’e, Canbaz’a, Erol abiye…

Başka kime olacaktı? Türkiye’yi altı ayda oligarşik Kemalizm’in kucağına yeniden itecek, 28 Şubat’ı hortlatacak tacizci küfürbaza mı? Yoksa bütün çağrışımlarıyla “eski Türkiye” olan “karanlık doksanlar kraliçesi”ne mi?

Memleketin, insanımızın, dünyanın tüm mağdur ve mazlumlarının onca kazanımına vefasızlık eder miyiz sanıyorsunuz? Armudun sapına üzümün çöpüne geleceğimizi riske eder miyiz sanıyorsunuz? “Gayret bizden inayet Allah’tan” sözüne sonuna kadar, sonuna kadar, sonuna kadar inanmıyor muyuz sanıyorsunuz?