'Üretilmiş gerçeklikler' bağlamında medya ve terör

Terör, medyayı, kendisi açısından, kullandığı şiddetin sonuçlarını daha da abartma, genele yayma, psikolojik etkiyi artırma ve ulaşabileceği maksimum etkiye ulaşabilme açılarından kullanmayı temel amaç edinir.
'Üretilmiş gerçeklikler' bağlamında medya ve terör

Medya ve terör kelimeleri yan yana konulduğunda, iki türlü etki alanı oluşabileceğine ilişkin bir durum kendiliğinden ortaya çıkar. Bir yönüyle medyanın terörü besleyici etkisini; diğer yönüyle de, medyanın elbirliği ile hareket edip teröre prim vermeyerek, onun en çok arzuladığı korku ve güvensizlik ortamı oluşturmasının önüne geçebileceğini görürüz.

Bireysel ve toplumsal olarak şiddeti doğuran etkenlere baktığımızda alta alta sıralayabileceğimiz birçok neden ortaya koyabiliriz. İster fiziksel güç kullanma anlamında olsun isterse daha genel tanımlarla, bir gruba, bir topluma ya da o toplumun temel değerlerine –ahlakî, kültürel, sembolik, vb.- karşı olsun, şiddet sonuç itibariyle verilen rahatsızlığın ötesinde çok daha ileri derecede sorunlar yaratan bir eylem olarak karşımıza çıkar. Bireysel etkilerinin yanı sıra toplumsal etkileri hiç de göz ardı edilmemesi gereken şiddet olgusu, günümüz modern toplumlarında başat sorunlardan biri olarak hep gündeme gelmekte; özellikle de toplumsal sonuçları açısından bakıldığında, çok geniş ve genel anlamda kullanılarak terör denilen bir sorunu dünya genelinde insanların gündemine sokabilmektedir.

"Terörist yaptığı işin duyulmasını ister"

Şiddetin hemen her türlüsüyle gündelik hayatımızda karşılaşır hale geliyoruz. En azından bir şiddet mağduru olmama konusunda bireysel olarak, toplumsal olarak, yönetimsel düzeyde her türlü mücadelenin verildiğine tanık olmaktayız. 'Şiddetin Tarihi ve Diyalektiği' kitabının yazarı Fransız sosyolog Raymond Aron şöyle bir tespitte bulunur: “Terörist çok adam öldürmekten ziyade yaptığı işin çok duyulmasını ister.”

Geleneksel anlamdan farklı bir evreye geçiş yapan basın yayın organlarını, günümüz terminolojisindeki ifadesiyle kitle iletişim araçlarını, temel işlevleri açısından değerlendirdiğimizde; genel anlamda medyanın özelde de sosyal medyanın, televizyonun, gazetelerin, internet sitelerinin, blogların, sosyal ağların vb. günümüzde bilgi verme, gündem yaratabilme ve kamuoyu oluşturma, eğlendirme, haber verme, farkındalık oluşturma ve eğitebilme gibi toplumsal algıyı yönetmeye ve oluşturmaya yönelik etkilerini göz ardı edemeyiz.

Aron’un belirttiği, “Terörist yaptığı işin duyulmasını ister” ifadesini yukarıda zikrettiğimiz kitle iletişim araçlarının işlevleri açısından değerlendirecek olursak şunu görürüz:

Terör, yukarıda sıraladığımız temel işlevlerini göz önünde bulundurduğumuzda; medyayı, kendisi açısından, kullandığı şiddetin sonuçlarını daha da abartma, genele yayma, psikolojik etkiyi artırma ve ulaşabileceği maksimum etkiye ulaşabilme açılarından kullanmayı temel amaç edinir. Bunun yanı sıra terör, bu temel amaçlarla birlikte kullanabileceği her türlü şiddet imajını üretip medya vasıtasıyla yayma, yayarak etki oluşturmayı da en az gerçekleştirdiği eylem kadar önemli görür.

Terörün bu yöndeki etkisinin en aza indirgenmesi konusunda medyanın kendi içerisinde oluşturacağı uzlaşma, terör eyleminin sadece duyulmasını, yayılmasını önlemekle kalmayacak, bireysel ve toplumsal sonuçları itibariyle de psikolojik etki oluşturmasının önüne geçecektir. Ancak şurası da kesindir ki bu bir medya etiği sorunu olarak karşımıza çıkar. Medyada, terörün ve terör eyleminin sonuçlarının yayılması, abartılı bir biçimde doğuracağı sosyal ve psikolojik sonuçlarının daha baştan yok edilmesi için meslek etiğinin gerektirdiği davranış biçimleri, hiçbir zaman tek taraflı yapılacak bir çaba olarak etki üretemeyecektir.

Şiddet ve zorbalığı özendirici yayınlar

Nitekim bu konuda meslek kuruluşlarının terörün psikolojik sonuçlarına ilişkin amaçladığı etik davranışları düşündüğümüzde örneğin, Basın Konseyi’nin Basın Meslek İlkeleri başlığıyla yayımladığı ilkelerin 13. maddesinde “Şiddet ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici yayın yapmaktan kaçınılır” ifadesinin yer almakta olduğunu görürüz.

Terörün ve teröristin amaçlarına karşı tam da bu maddede ifade edilen bir etik duruşun sergilenmesi gerekirken ne yazık ki, özendirici ve incitici haberlerin yapıldığı, terörün ve teröristin adetâ kahramanlaştırıldığı haberlerle sıkça karşılaşıyoruz. Burada İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi olayıyla ilgili bazı basın yayın organlarının teröristleri eylemci olarak sunduklarını; sosyal medyada Savcıyı şehit edenlerin kahramanlar olarak sahiplenildiğini hatırlatmak isteriz. Basın Konseyi tarafından meslek ilkeleri olarak yer verilmesine karşın, bu ve benzer birçok olayda özendirici ve incitici haberler konusunda kamuoyunun hassasiyetlerinin artarak devam ettiği görülür.

Nitekim son günlerde, toplumun genelinde büyük bir öfkeye ve yılgınlığa neden olan, terörün ve teröristin arzuladığı türden eylemler haber ve görüntüler eşliğinde medyada yayımlanmıştır. Her ne kadar yayın yasaklarıyla sınırlandırılmaya, terörün psikolojik etkisinin önüne geçilmeye çalışılsa da; terörün, bir etik sorun olarak, sosyal medya ve sosyal ağlar yoluyla, bir tür psikolojik harekâtın toplumsal üretim merkezi oluşturduğunu görüyoruz.

Sosyal medyanın rolü ve ‘üretilmiş gerçeklikler’

Terörle yıldırılmak istenen toplumlarda, sadece medyanın değil, sosyal medyanın da teröre karşı yapılması gerekenin ne olduğu konusunda vicdanlarda karşılık bulması arzulanan temel nokta şu olmalıdır:

Parçalanmış insan bedenlerini önümüze koyanların, bu görüntüleri büyük bir maharetmiş gibi yurttaş gazeteciliğinin adetâ haz veren(!) bir davranış biçimi olarak yayanların, kendileri ya da yakınları için benzer bir tür olaya nasıl tepki vereceklerini düşünerek hareket etmelerinin insanî ve vicdanî bir davranış olduğunu bilmemiz gerekir.

Günümüz insanı gerçeklerin yanı sıra üretilmiş gerçekliklerle de birlikte yaşamakta; medyanın etki gücünü arzuları doğrultusunda kullanmak isteyenlerin ürettiği gerçekliklerle olgusal ve algısal bir kurgunun içerisine hapsedilmektedir. Hemen her türlü bilginin, belgenin, görüntünün çok hızlı bir şekilde paylaşıma sunulduğu bir dünyada, içerik üretenlerin kontrollü ya da kontrolden uzak tuttukları yoğun paylaşımlar, ülkelerin sadece iç kamuoylarında değil, ülkeler arası ilişkilerinde de belirleyici etkiler üretebilmektedirler.

Yakın geçmişte, ülkemizde MİT Tırları davası olarak bilinen ve arka planında uluslararası arenada Türkiye’yi DEAŞ’a silah yardımı yapan ülke durumuna düşürerek suçlu konuma sürüklemek isteyenlerin temel amacının, 15 Temmuz Darbe kalkışmasıyla tescillenecek olan topyekün bir saldırının basamaklarından biri olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. MİT Tırları davası esnasında gerek yazılı ve görsel medya aracılığıyla, gerekse sosyal medya üzerinden üretilen sanal gerçeklik Avrupa kamuoyunda bugün bile etkisini sürdürmektedir.

Batı medyasının algı operasyonları

15 Temmuz Darbe kalkışmasından ancak 3-4 ay gibi bir süre geçtikten sonra ve belki de Türkiye kamuoyu tarafından darbe destekçiliklerine suçüstü yapılmış olmanın etkisiyle olsa gerek, Avrupa ülkelerinin neredeyse hemen tamamı, lütfen ve ancak bunun bir darbe kalkışması olduğunu kabul edebilme noktasına geldiler. Buna rağmen Avrupa kamuoyu Avrupa medyasının bilinçli ve tek taraflı olarak oluşturmaya çalıştığı bir algı operasyonuyla bugün bile Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği noktasında kamuoyu oluşturma çabalarını sürdürmektedir. Oysa aynı medya bir tren kazasında çarpışan trenleri değil sadece olay yerinde bulunan görevlileri göstererek kazazedelerin acınası hallerini ekranlara getirmekten, fotoğraflarla görüntülerini yaymaktan da imtina edecek kadar bilinçli bir medyaydı.

Terörün, ülkeler arasında bir boyun eğdirme ve hizaya getirme amacı olarak kullanıldığı hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Türkiye teröre karış mücadeleyi “üretilen medya terörüne” karşı da yapmaktadır.

Çifte standart oluşturan bir medya karşısında terör, kendine daha yayılmacı bir alan bulacaktır. Bu alan terörü ve medya terörünü bir etki aracı, bir silah olarak kullanmak isteyenlerce her zaman el altında bulundurulacaktır. Batı medyasının olaylar karşısında sürekli takındığı ikiyüzlü tavır, medya ve terör ilişkisi söz konusu olduğunda çok daha açık bir şekilde ortaya konmaktadır.

[Doç. Dr. Ali Büyükaslan.İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi]