İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Yalnız uçan bir kuştur kalbimiz

Yalnız uçan bir kuştur kalbimiz

Dağlım, dağlarda yürüdüğüm…
Kaç gündür sana yazacağım da yazamıyorum. Tembel ve miskinim. Değilim. Dağ gibi göğsüme çökmüş hasretin, ardına korkularımı, güçsüzlüklerimi sakladığım bahanelerim, şu dünya salıncağının ayartan ışıltısı… Şu geçen günlerle alakası yok, bazen kimseyi beğenmez iken bazen de kendimi herkesten aşağıda ve günahkâr görüyorum. Bu ruh halinin sağlıklı olmadığını da biliyorum. İnsan insana muhtaç derdim, bu görüşüm değişmiş değil, ancak insan çok insana değil, merhamete muhtaç. İnsan ilgiye muhtaç. Ve ben çok konuşuyor olmamdan şikâyetçiyim. Biliyorum ki sen beni sevmeyecek olduktan sonra sabahlara kadar konuşsam, sabahlara kadar yazsam bir anlamı yok. Hayat akıyorken avuçlarımızdan, sevmek değil, daha güzel, daha merhametli sevmekten gayrı yapabileceğim bir şey yok.
 
Küçük olanda büyük olanı, bir olanda sonsuzu görmedikten sonra, dünyayı dolaşsak bir âmanın gördüğünden fazlasını göremeyiz Dağlım. Az ve küçük olanda güzeli göremeyen, bulamayan, denizin kenarında olsa da susuz kalır. Maharet küçük bir pınarın başında durup, susuzluğumuzu gidermek, o şırıl şırıl akıp duran pınara bakarak denizi görmek, deniz olmanın yolunun pınar olmaktan geçtiğini tefekkür etmektir.
 
Şu son günlerde, her gün iki yüz sayfa kitap okumaya başlamıştım. Hiçbir şeye yaramıyorum, bari bunu yapayım diyor, gözlerim kapanıyor olsa da iki yüz sayfa okumadan uyumuyordum. Son yazımda kullandığım iki alıntıyı, son okuduğum bin sayfadan almıştım. Şöyle denilebilir; senin için sabahtan kırlara çıkıyor, akşama kadar ancak iki çiçekle dönüyordum. Bazen böyle oluyor ve yine de insan sevdiği için bir şey yapmış saymıyor kendini. Saymamalı da zaten. Sevdiği için sayan eksik sever. Ne zaman bir insana verdiğimi içimden saymışsam bilirim ki bu insanı çok da sevmiyorum. Seviyorum da sevmiyorum. Az seviyorum. Oysa teklifsiz sevdiklerimiz için böyle mi? Sevdiklerimize verdiklerimiz hep eksiktir. Hep daha güzelini, daha fazlasını vermek isteriz. Kendimden biliyorum ya gözlemlerim, bana anlatılanlar, hislerim, okuduklarım bana şunu söylüyor; insan sevdiğine doymaz. Sevdiğimiz ile yürümeye, konuşmaya, onunla paylaşmaya, ona şımarmaya asla doymayız. Doymayız ve işte bu doymamak hissi de bize ahireti hatırlar. Bize demeyeyim, doymamak hissi bana ahireti hatırlatır. Sen doymadığımsın. Bunları yazarken gözlerim yanıyor, bu edebiyat değil, bu gerçeğin ta kendisi.
 
Savaştan, ölümlerden daha çok ayağımızdaki nasırı, alamadığımız ayakkabıyı dert ederek… Gelip geçiciliğin, renklerin, seslerin peşine düşerek… Her imkâna sahip olduğumuz halde, daha çok tüketemiyor olmayı kendimize sıkıntı ederek, verilmiş olanları nankörlükle unutup, verilmemiş olanların peşine hırsla düşerek… Yaşamaya devam edeceğiz. Bazen, hayata dair tüm ilgimi kaybediyor, yalnızca üç-beş dostumu, kitaplarımı ve seni istiyorum.
 
Dışarıda, çamurda dolaşan insan, temiz bir yere girerken pabuçlarındaki çamuru silse de geldiği yolun izlerini tamamen silemez üzerinden. Konuşmasından, oturup kalkmasından, çatal bıçak tutuşundan olsun kendini ele verir. Kendimi ele veriyorum, bundan pişman değilim.
 
Dağlım, dağlarda bulduğum.
Heybemizde kuşlara buğday, heybemizde kuş cıvıltıları… Heybemizde balonlar, tertemiz çocuk gülüşleri… Heybemizde anne duaları, heybemizde dostlarımıza sakladığımız cümleler… Heybemizde tüm adaletsizliklere karşı haykıran, tüm mazlumlar için dünyaya kafa tutma isteğiyle işaret parmağımız dik, başımız dimdik bağırma isteği…

Ne çok şey biriktirdim gönlümde senin için, suskunluğumda demlenmiş onlarca cümle, ne çok şehir, ne çok görüntü, ne çok yol ve hasret… Bazı şehirlerin adı nabız gibi atar durur göğüs kafesimizde. Gökyüzünün güzel olduğu şehirler diyorum ben buna.

Seni sevdikçe, hep daha bir dar ve kırılgan köprülerden geçiyorum. Çok zaman düşüyorum. Gönlüm kırılıyor. Her ne kadar sana gönül koyuyor görünsem de gerçekte yalnızca kendime kızıyor, kendimi haksız buluyorum. Yol almaya gelince… Yine aynı şeyleri tekrar edeceğim. İnsan severek yol alıyor, severek "insan" oluyor. Yol alıyor muyum? Bütün hüznümü bir hazine gibi kalbimin derinliklerinde saklamayı başarırsam evet. Ancak bu yazıldığı kadar kolay yaşanmıyor. Hülasa; yol almak zor olmakla beraber adım adım olsa da yol alınıyor elbet. Seviyor ve vazgeçmeyi öğreniyor insan. Haklı ve haksız olmaktan maada kalp kırmamayı önemsiyor. Basit bir soruya bile cevap veremez oluyor. Belki de yol almak, daha güzel sevmek ve daha çok dua etmektir. Yol aldım demekten imtina ederim. Korkarım. Gün olur iki çiçeği bile arar da bulamam. Bana düşen seni sevmek ve çiçek toplamaktır. Kalbim bunu söylüyor. Son söz; yol almak hayatı  bütünüyle ibret kabul edebilmenin feraseti ve erdemi olabilir. Her ne yaşanırsa hepsi ve bütün sorular sevgiye dâhildir diye düşünüyorum. Benim bildiğim budur.
 
Aynı yokuşta yorulan bir kalbi görünce onu tanırsın. Selamlaşırsın. Gülümsersin. Kalp kalbe bir kez sarılmışsa, evveli ve sonrasını Allah'a bırakırsın. İnsan sebeplere sarılmakla ve merhametle mükelleftir. Yoksunluklarımızın nimet ve rahmet olduğunu da öğreniyor insan. İnsan kalbinden mürekkep, kalbimize seslenenlere selam olsun.
 
Kendisine benzeyeni, kendisine yakın olanı arasa da…
Kendi kanatları ile yalnız uçan bir kuştur kalbimiz.
 
Yan yana gelişlerimizde sanki bütün kalbin gözlerinde oluyordu.
Kalbini gözlerinde toplayarak bakıyordun.
Yaprakları henüz yeşeren ağaçlıklı yolları.
Baharı, çuha çiçeklerini ve seni bekliyorum.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR