Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

YENİ SALVOLARA DOĞRU

YENİ SALVOLARA DOĞRU

Günlerdir merakla beklenen ABD ara seçimleri, Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi’nin senatoda çoğunluğu koruması, Demokrat Parti’nin ise 8 yıl gibi uzun bir aradan sonra Temsilciler Meclisi’ni kazanmasıyla sonuçlandı. Sanki ikili bir yapı gibi bir görüntü oluşması nedeniyle, Trump’ın güç kaybedeceğinin düşünülmesi pek doğru çıkarım değildir. Ara seçimlerde nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, ABD’nin genel ve küresel ekonomi politikalarında köklü bir değişiklik olasılığı sıfıra yakın bir beklentidir. Belki Trump’ı, ABD’nin iç iktisadi, sosyal ve kültürel politikalarında biraz dizginlenmesi sonucuna yol açabilir. Yani söz konusu ikili yapı Obama’nın sağlık politikasının değiştirilmesinde yada göçmenlerle ilgili Trump’ın düşündüğünün tersine veya daha yumuşatılmış versiyonunda bir kanun çıkarılmasını sağlayabilirken, ABD’nin İran’a yönelik uygulamaya başlanan ikinci aşama yaptırımların hafifletilmesi, Orta Doğu ile israil’e yönelik ve genel olarak askeri politikalarda değişikliklere gidilmesi, iki yıl sonraki ABD başkanlık seçimlerine kadar pek mümkün görünmemektedir. Burada şu ayrıntı önem taşımaktadır. Yaklaşık bundan sonra geçecek yaklaşık bir yıllık süre içinde (2019), hem dünya için hem de gelişmekte olan özellikle de, Orta Doğu bölgesi ülkelerini kritik bir süreç beklemektedir. Kendini karlı bir şekilde Kasım ara seçimlerini atlattığını düşündüğünden, kısmen rahat ve güvende hisseden Trump’ın, ABD çıkarlarını sağlama adına politikalarında daha sert rüzgarlar estireceğini öngörmekteyim.

İran odaklı politikalarında ABD’nin başarılı sonuçlara ulaşması, pek kolay görünmemektedir. Çünkü dünya ekonomi pastasının önemli bir kısmını oluşturan, üstelik emtia, enerji ve ucuz emek gücü avantajını elinde bulunduran Rusya ve Çin, İran’ın petrolünün çok önemli bir kısmını satın almakta ve üçüncü ülkelere satma fonksiyonunu yerine getirmektedir. Bir yanda içinde bulunduğumuz yüzyılın ortasına doğru ABD ekonomisinin hacmini geçeceği öngörülen Çin ile, sahip olduğu devasa doğal gaz zenginliğiyle Avrupa kıtasının kaloriferi ve üretim dayanağı konumundaki Rusya’ya rağmen, istediği sonuçlara kolayca ulaşması zordur. Hırslı ve inatçı kişiliğini ülke yönetimine de taşıyan Trump’ın kolay kolay geri adım atmayacağı da ortadadır. israil’in Orta Doğu’da güvenliğini temin etmek gizli ajandası üzerine kurulu bir siyasi yapıdan, istikrarlı ekonomik süreç beklenilmemelidir. Çünkü ABD sudan ucuz bahanelerle sadece petrole ortak olma adına dünyanın öbür tarafından gelip Orta Doğuyu inşa etme peşinde koşarken, bu coğrafyanın gerçek sahipleri olan Türkiye, Rusya ve İran’dan birisine yapılacak ekonomik varyasyonlar, tüm bölgede domino etkisi ortaya çıkarmaktadır. Tüm bölge ülke ilişkileri sadece ekonomik değil, sosyal ve kültürel açılardan birbirlerine bağlıdırlar. İran’a yönelik yaptırımlar sonucu ekonomisinin zayıf düşmesi, İran ile başta bizim gibi petrol ithal eden ülkelerin ekonomilerini de olumsuz etkileyecektir. Uzun yıllardır cari dengesi açık veren ülkemiz için en azından altı aylık bir tehlike olmasa da, sonraki zamanlarda Trump’ın iki dudağı arasına mahkum olmak, pek hoş bir durum olmasa gerektir.   Bu ilişki ve sonuçları tüm bölge ülkeleri için geçerlidir. Bu olumsuz koşullara sokulmuş bir bölge ekonomisinin ihracat ve ithalat potansiyelinin düşeceği, reel ve finansal sektörü durgunluk (stagnation) sarmalına yol açarak, küresel bazda sonuçlar doğuracaktır. Bu durumdan karlı çıkacaklar ise, tüm gelişmeleri olduğu gibi değil de, sahip oldukları ekonomik, askeri ve medya gücü sayesinde kendilerinin istediği gibi algılanmasını sağlayan ABD, Almanya, İngiltere’nin başını çektiği gelişmiş ülkeler olacaktır. Bu derece zor koşullara gebe bir bölgeye komşu olan Türkiye’nin, yapısal ekonomik sorunlarını bir an önce çözüme kavuşturacak uzun vadeli yapısal adımları atmalıdır. Bu zamana kadar yapılanlar döviz kurunun aşırı yükselmesi karşısında, ekonominin hararetini düşüren can havli politikalardır. Türkiye ile ilgili son verilere bakıldığında, işsizlik oranı %10.2, yıllık TÜFE % 25.24, çekirdek enflasyon %24.34, Yİ-ÜFE % 45.01, imalat ve enerji de artışların sırasıyla % 42.62 ile %81.61 düzeylerindeki gerçekleştiği görülmektedir. Söz konusu sonuçlar bize ekonomimizin yılın son iki ayına ne kadar kırılgan ve zor bir durumda girdiğini açıkça göstermektedir. Öyle ki 2018’in sonunda TÜFE’nin %30’un altına inmesine bile sevinecek duruma geldik. Ne hale düştüğümüz su götürmez biçimde apaçık ortadadır. Bu şartlar altında ABD, AB, Suriye, Rusya, İran, Yunanistan ve Orta Doğu’daki ekonomik ve siyasi gelişmeler karşısında, elimizin ne kadar güçlü olabileceğini varın siz düşünün. 

Soru: Ücretlerin düşüklüğü dış ticarette kalıcı rekabet üstünlüğü sağlar mı? Neden?

Sözün Gözü: Külfetsiz nimete kondurulmak ancak gelişmekte olan ülkelerin gerçeğidir.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR