Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Yine petrol

Yine petrol

OPEC’e üye olan ve olmayan ülkelerin petrol üretimi ile ilgili aldığı kararlarla, FED’in Mayıs ayındaki toplantı tutanaklarının yayınlanması üzerine tartışmaların yapıldığı, küresel sonuçlar doğuracak ekonomi verilerinin peş peşe açıklandığı, ECB Başkanının Avrupa Birliği ekonomisinin geleceğiyle ilgili bildirdiği görüşlerinin ve Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının ülkelere verdiği notların yorumlarının yoğun bir şekilde yapıldığı bir gündemi yaşıyoruz. Dünyadaki ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve aklımıza gelen hangi konuda olursa olsun gelişmelere bakıldığında, özellikle gelişmiş ülkelerin tamamen kendi çıkarlarını maksimum düzeye çıkarmak için kural tanımaz bir edayla aldıkları siyasi kararların, iktisadi, siyasi ve askeri yansımalarının çok daha sert sonuçlarının yaşanacağını öngörmek hiç de zor değildir. Küreselleşmenin gelecekte dünyayı artık daha sıkı sıkıya saracağı, etkilerinden kaçınılamayacağı da bir realite olarak önümüzde durduğuna göre, ülkelerini yönetmek üzere vatandaşlarından yetki alan siyasetçilerin alacakları tüm kararlarda hata yapma lüksleri bulunmamaktadır. Herhangi bir ülke, meydana gelen  değişmelerden ve olaylardan olumsuz etkilenmemek ve dünya politikalarında söz sahibi olmak istiyorsa, toplumsal bütünselliği ve birlikteliği arkasına alarak, ekonomisini reel üretim üzerine inşa edip, finansal sektörün dengeli gelişimini sağlamaktan başka çaresi bulunmamaktadır. Bunu başaran ülkeler için FED, ECB, Trump, Merkel, Yellen, Draghi vb. tarafından alınan kararların, öne sürülen görüşlerin ve açıklanan verilerin, ayrıntıdan öte bir anlam ifade etme olasılığı yoktur. Artık bu ülkelerin yapması gereken, global sürecin ortaya çıkardığı koşullara göre, ekonomilerini daha güçlü hale getirmek adına politikalar geliştirerek GSYİH düzeylerini yükseltmektir. Üretim ekonomisi zayıf, genel olarak kısa vadede spekülatif kazanç peşinde koşanların sıklıkla birikin alternatifi olan finansal (menkul) enstrümanlar yanı sıra gayri menkul, altın, döviz gibi çarpan etkisi çok düşük alanlarda tasarruf fazlalarının değerlendirildiği ekonomilerin ise, tabir yerindeyse vay haline, durumu geçerlidir. Son gruba giren ülkelerin, hiç bir dünya politikası üzerinde etkin, yetkin bir konumda olması ve saygı görmesi mümkün değildir.

          Petrol üreticilerinin önceden yapılan anlaşma koşullarında dokuz ay süreyle uzatılması yani petrolün sınırlı üretimine devam edilmesinde anlaşmaları, petrol fiyatlarını yukarı çekerken, gelişmekte olan ülkeler için, hele bu ülkeler birde cari dengesi negatif veriyorsa – Türkiye gibi –, yine karalar bağlayacağı günlerin kapıya dayandığı demektir. Üstelik enerji üretimimizin ihtiyaçlarımızın ancak %6’lar civarında olmasından dolayı, ithal etmeye mecbur olduğumuz da göz önüne alınınca, petrol fiyatlarının yükselmesi veya düşmesinin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.  Bu nedenle içinde bulunduğumuz iktisadi, siyasi, sosyal, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk alanlarında yapısal sorunlarımızı, tüm toplumun desteği alınarak, şartsız – amasız Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda ortak akıl oluşturarak çözme yoluna gitmeliyiz. Tabi ki siyasi rekabetin kıyasıya yapılması, demokrasinin gereğidir. Bu konuya hiç kimsenin itiraz edeceği düşünülemez, ama  burada dikkat çekilmesi gereken durum, mücadelenin yalan ve iftira yoluyla toplumu farklı fraksiyonların kucağına iterek kaos ve kargaşa ortamına sokarak ahlaki olmayan yollarla kendine hareket alanı sağlanmaya çalışılmasıdır. Ülke olarak bu oyunu görüp tuzağa düşmezsek, küresel ekonominin olası olumsuz dışsal etkilerinin kolayca üstesinden gelerek, bizim için özel anlamlarla yüklü 2023, 2053, 2071 gibi kritik eşik yıllardaki hedeflere ulaşmak hayal olmaktan çıkacaktır. Tersi durumda ise, dışsal ve içsel değişkenlere göre yaz boz tahtası gibi, politikalar geliştirme uğraşı içinde, ülke enerjimizi boşa harcamaktan başka bir sonuç olmayacaktır. Zaten cari ve dış ticaret açığı veren ülkemizin yapısal sorunları çözmede yetersiz kalması, gelecek nesillerin de geleceklerinin ipotek altına alınması sonucunu, beraberinde getirecektir. Bu gerçekler ışığında birlik içinde çok çalışmaktan başka alternatifimizin de kalmadığı gerçeği, kendiliğinden anlaşılmaktadır.

             

          Soru: Gelişmekte olan ülkelerde marjinal tüketim eğilimi oranı yüksek midir? Neden? 

          Sözün Gözü: Kalbi bir yere ağzı başka bir yere gidenden uzak dur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR