ANALİZ - ABD’nin Orta Asya stratejisi: Bağımsızlığı sağlamak mı, çevreleme doktrini mi?

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun “Orta Asya’daki her bir ulusun bağımsız ve egemen olmasını istiyoruz; bölgedeki başka bir ülkenin himayesinde olmasını veya vasal devlet haline gelmesini değil” şeklindeki açıklamaları renkli devrimler döneminin retoriğini
ANALİZ - ABD’nin Orta Asya stratejisi: Bağımsızlığı sağlamak mı, çevreleme doktrini mi?

İSTANBUL (AA) -MEHMET ÇAĞATAY GÜLER- ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 29 Ocak’ta Londra ile başladığı yurtdışı seyahatlerinin son ayağı olan Orta Asya bölgesinde önemli ziyaretler gerçekleştirdi. Üst düzey temaslarda bulunan Pompeo ilk olarak Kazakistan’ın Başkenti Nur-Sultan’da (Astana) Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev ve ülkenin kurucu lideri Nursultan Nazarbayev ile bir araya geldi. Daha sonra Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e geçerek Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ile görüştü. Ardından tüm Orta Asya devletlerinin dışişleri bakanlarıyla birlikte bir toplantı yaparak programını tamamladı. Bu esnada ABD Dışişleri Bakanlığı da Orta Asya bölgesine yönelik yeni strateji raporunu açıkladı.

Ayrıntılı olarak incelendiğinde, raporun aslında herhangi bir yenilik getirmediğini, ancak bölgedeki mevcut statükoyu değiştirmeye yönelik bir hamle olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Nitekim söz konusu strateji belgesi kadar, Pompeo’nun ziyaretler kapsamında yaptığı basın açıklamaları da bu argümanı destekler nitelikte. Dışişleri Bakanı Pompeo’nun “Orta Asya’daki her bir ulusun bağımsız ve egemen olmasını istiyoruz; bölgedeki başka bir ülkenin himayesinde olmasını veya vasal devlet haline gelmesini değil” şeklindeki açıklamaları renkli devrimler döneminin retoriğini hatırlatıyor; strateji belgesinde yer alan “beş ülkeyle yakın ilişkilerin ve işbirliğinin ABD değerlerini teşvik edeceği ve bölgesel komşuların etkisine karşı bir denge sağlayacağı” ifadeleri de çevreleme doktrini bağlamında izlenen politikaları.

Çevreleme doktrini, Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikalarına karşı yürüttüğü, askeri, ekonomik ve diplomatik metotlar içeren, etkili bir dış politika stratejisidir. Bu minvalde ABD, Sovyet coğrafyasına yakın, fakat izlediği politikalarından da korkan ülkeleri, bilhassa da Doğu Avrupa ülkelerini hedef alarak güvenlik çerçevesi altında oluşturulan ittifak yapılarıyla bölgeyi çevrelemek, diğer bir deyişle Sovyetler’i dar bir alana sıkıştırmak ve yayılmasını önlemek istemişti. Ticari ve siyasi faaliyetlerin yine aynı bağlamda sekteye uğratılmasıyla, tek rakibi olan Sovyetler’in, en nihayet, yıkılması hedeflenmişti. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nden (NATO) Bağdat Paktı’na birçok yapılanma bu politika kapsamında kurulmuştu. Fakat Sovyetler Birliği ile birlikte, NATO’yu bir kenara koyarsak, söz konusu ittifakların tamamı dağılmıştır. Çoğu araştırmacı ve akademisyen, bu ittifaklar gibi, çevreleme doktrininin de Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte sona erdiğine inanıyordu. ABD’li diplomat ve tarihçi George Kennan her ne kadar bu politikayı Sovyet yayılmacılığına karşı formüle etse de, mevcut ABD dış politikasının çevreleme politikasına benzer stratejileri ve metotları içerdiğine dair önemli göstergeler bulunuyor. Nitekim bu doktrin 1990’lardan itibaren, ilk olarak Rusya Federasyonu’nun izlediği “Yakın Çevre” (blijneye zarubyeje) doktrinine karşı bir nüfuz dengeleme mekanizması olarak yeniden dizayn edilmiştir. Çift kutuplu uluslararası sistemin çökmesi, bu mekanizmaya başta Çin olmak üzere İran ve Irak gibi farklı aktörleri de dahil etmiştir.

Orta Asya devletleri ABD’nin hem Rusya’ya hem de Çin’e karşı uyguladığı çevreleme politikasının yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Bu politikanın metodolojisi Soğuk Savaş’tan bu yana değişmemiş, benzer yöntemler uygulanmaya devam etmiştir. Bu doktrinin diplomatik ve askeri boyutlarını incelediğimizde, ana aktör olarak karşımıza NATO çıkmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak beş Orta Asya ülkesinin de (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan) Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi üyesi olduğunu görüyoruz. Bu konsey üye devletlere, aralarında siyasi ve güvenlik konuları başta olmak üzere muhtelif hususlarda diyalog ve istişare mekanizmaları oluşturabilme fırsatı sunmakta; sözün kısası NATO, kurumları aracılığıyla bölgeye nüfuz etmeye çalışmaktadır. Ayrıca bu devletlerin tamamı NATO’ya tam üyelik yolunda ilk adım olarak kabul edilen “Barış İçin Ortaklık” programının da bir parçasıdır. Bu program, politika planlamasından ortak eğitimlere kadar askeri alanda işbirliğini öngörmektedir. Bunların yanı sıra ABD’nin bölgede Bozkır Kartalı ortak askeri tatbikatları ve Devlet Ortaklığı Programı gibi kendi yürüttüğü askeri ve sivil girişimleri de bulunuyor. ABD’nin 2019-2025 Orta Asya Stratejisi raporunda bu girişimler, Orta Asya ülkeleriyle “uzun süreli ilişkiler ve personel bağları tesis etmeyi ve sürdürmeyi” öngören adımlar olarak tasvir edilmektedir. Tabiatıyla Rusya söz konusu girişimleri, bilhassa da Barış İçin Ortaklık programını kendisine karşı bir genişleme hareketi ve ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak algılamaktadır.

Dahası, ABD’nin çevreleme politikası kapsamında bölge ülkeleriyle yürüttüğü ekonomik işbirliğini artırma politikaları, aslında bir taşla iki kuş vurma stratejisi olarak okunmalıdır. Nitekim Washington yönetimi aynı anda bölgedeki nüfuzunu arttırmayı hedeflerken, söz konusu ülkelerin Rusya ve Çin’e olan bağımlılıklarını da azaltmayı planlıyor. Son dönemde gerçekleştirilen ikili ve çoklu temaslarda, bölge ülkeleriyle daha fazla ekonomik entegrasyonun sağlanmasına ek olarak, sürdürülebilir ve bağımsız bir ekonomik düzenin kurulması, en çok istişare edilen konular arasında yer almıştır. Bu doğrultuda, Mike Pompeo’nun “ancak ABD’nin bölgedeki yatırımları arttığında gerçek kalkınma ve ekonomik iyileşmenin yaşanacağını” belirtmesine müteakip, durağanlaşan ABD-Orta Asya ekonomik ilişkilerinin ivmelenmeye başladığına tanık oluyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan raporun da karşılıklı ilişkileri esas olarak ekonomik bağlamda ele aldığını görüyoruz. ABD’nin Orta Asya ülkelerine sağladığı 9 milyar dolardan fazla ekonomik destek, 50 milyar doları aşan krediler ve teknik yardımlar, 31 milyar doları bulan ticari girişimler, 40 binden fazla kişiye verilen eğitim desteği ve burslar, fon aktarılan kültürel ve sosyal projeler, ekonomik işbirliğine yönelik atılan adımların yalnızca küçük bir göstergesi.

Diğer bölge devletlerinden farklı olarak ABD’nin bilhassa Özbekistan ve Kazakistan’la, yani Mike Pompeo’nun geçtiğimiz günlerde bizzat ziyaret ettiği iki ülkeyle, ikili ilişkilerini arttırdığını ve daha stratejik noktalara ulaştırmak istediğini de görüyoruz. Bahse konu iki devlet bölgedeki başat güçler olarak da kabul edilmekte. Özbekistan için Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in seçildiği 2016 yılı yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Bu tarihten itibaren Özbekistan her alanda daha liberal politikalar izlemeye başladı. Mirziyoyev’in başlattığı reformlar, başta ABD olmak üzere Batılı devletler tarafından da destek görüyor. Ayrıca Mirziyoyev Rusya ve Çin’in Taşkent üzerindeki nüfuzlarına karşı Batı ülkeleriyle bir denge kurma arayışında. Diğer yandan siyasi ve sosyal yapılarını incelediğimizde, bu ülkelerin, diğer Orta Asya ülkelerine kıyasla, Moskova ya da Pekin’in egemenliği altında olmayan yegâne devletler olduğunu görmekteyiz. Kazakistan bölgede en büyük milli gelire ve en zengin yer altı kaynaklarına sahip, jeopolitik olarak diğer bölge ülkelerine nazaran daha kritik bir konumda bulunuyor. ABD ile arasındaki ilişkiler ekonomik ortaklığın ötesine geçmiştir ve işbirliği bağları giderek daha da güçlenmektedir. Bu iki ülke bölgede nüfuz ve ekonomik bağımlılık elde etmek için kilit aktörler olarak görülüyor.

Tüm bunların yanı sıra, bu iki ülkenin daha fazla öneme sahip olmalarının iki sebebi daha var: Birincisi, Amerikalı politika yapıcıları Çin liderliğindeki Kuşak ve Yol girişimini engelleyemeseler de, projeye dahil edilmelerini sağlayacak, girişimin gerçekleşmesinde önemli role sahip güç veya güçler aramaktalar. İkincisi, Washington Afganistan konusunda üzerindeki yükü hafifletmek ve maliyeti paylaşmak için, bu ülkeleri yürüttüğü misyona dahil etmek istiyor. Söz konusu strateji belgesinde ve C5 + 1 Diplomatik Platformu çerçevesinde tasarlanan vizyonda bu husus birçok kez vurgulanıyor.

Özet olarak, Mike Pompeo’nun bölgeye son ziyaretinde egemenlik, bağımsızlık, işbirliği ve ekonomik entegrasyon gibi konuların ön plana çıkarıldığını söyleyebiliriz. Özellikle Orta Asya’daki ülkelerin bölgedeki başka bir ülkenin destekçisi veya vasal devleti değil, bağımsız ve egemen olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. Ayrıca son strateji raporunda ABD, bu bölgesel devletlerin “kötü huylu aktörlerden” bağımsız olmaları gerektiğini vurguluyor. Lakin bu devletlerin (başarılı olsun ya da olmasın) bağımsız ve egemen ülkeler olduğu düşünüldüğünde, bu retorik ilerleyen dönemde ABD’nin bölge ülkeleriyle arasını açabilir. Zira bu devletler Sovyetler Birliği’nin dağıldığı günden itibaren, diğer ülkelerin üzerlerinde egemenlik kurmaya yönelik politikalardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bu ülkelerin ne Rusya-Çin ne de bir ABD mandası altına girmek isteyeceklerinin altını çizmek gerekir.

Son olarak, yapılan resmî açıklamalar ve politika stratejileri göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin Rus-Çin etkisini dengelemeye yönelik bölgesel hedefleri doğrultusunda, çevreleme doktrininin etkinliğini hâlâ koruduğunu ve özellikle Orta Asya’da Azerbaycan, Ukrayna ve Gürcistan emsallerinde olduğu gibi, bu politikanın geri tepmelerinin olabileceği söylenebilir.

[ODTÜ Avrasya Çalışmaları programında lisansüstü öğrenimine devam eden Mehmet Çağatay Güler SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olarak çalışmaktadır]

Kaynak: