AŞK

Ali Ramazan Dinç Hocaefendi – Yeni Dünya Dergisi
AŞK

Gönül nûr-i cemâlinden habîbim bir ziyâ ister

Gözüm hâk-i rehinden ey tabîbim tûtiyâ ister

Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır

Aman ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister

Yetiş imdâda ey Şâh-ı risâlet rûz-ı mahşerde

Ki derd-i bî-devâ-ı ma’siyet senden şifâ ister

Ne âb-ı dîdeden rahat ne âh-ı sîneden imdâd

Benim bâr-ı günâhım lûtf-ı şâh-ı enbiyâ ister

Sarıldım dâmen-i ihsânına ey Şâfi-i ümmet

Dahîlek yâ Muhammed hasta cânım bir devâ ister

Gül-i ruhsârına meftûn olanlar şüphesiz sensiz

Ne mülk ü mâl ü cân ister ne de zevk ü safâ ister

N’ola bir kerre şâd olsun cemâl-i bâ-kemâlinle

Ki kemter bendeniz Es’ad sana olmak fedâ ister

 

Allah Teâlâ’dan gayriye duyulan aşka mecâzî, kudsî sevgilere duyulan muhabbete de İlâhî aşk denir.

Bu aşkı Yûnus Emre dillendirir:

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni

Aşkın âşıkları öldürür, aşk denizine daldırır

Tecellî ile doldurur, bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem, Mecnun olup dağa düşem

Sensin dün ü gün endişem, bana seni gerek seni

Sofilere sohbet gerek, Ahîlere Ahret gerek

Mecnunlara Leylî gerek, bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler, külüm göke savuralar

Toprağım anda çağıra, bana seni gerek seni

Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç hûri

İsteyene ver sen ânı, bana seni gerek seni

Yunus’dürür benim adım, gün geçtikçe artar odum

İki cihanda maksûdum, bana seni gerek seni

 

Aşk hakkında yazı yazmam talep edilince, hemen Fuzûlî geldi hatırıma.

“Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni,

Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni”

 

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib,

Kılma derman kim helâkim zehri dermânındadır.”

 

“Aşk imiş her ne var âlemde. İlm bir kıyl ü kâl

imiş ancak.”

 

Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimiz’e duyduğu derin sevgiyi de şu dizeleriyle ifâde eder Fuzûlî:

 

“Pâre pâre dilimi rûh-i perîşânımda

Ser-i kûyunda gezen her ite bir pâre fedâ.”

 

(Yaralı gönlüm parça parça olsun da Yâ Rasûlallâh,

Sen’in Medîne-i Münevvere’nin köyünde olan köpeklerine fedâ olsun.)

 

Aşk denince Mecnun gelir hatıra. Mecâzî aşkın doruğundan İlâhî aşka geçmişti de ondan, Köpeği, Leylâ’nın köyünden diye sevmiş, ceylanı da, gözleri Leylâ’ya benziyor diye.

Daha sonra da gerçek sevgiliyi bulunca bakın neler söylemiş:

Leylâ Leylâ deyü Mecnun niçe dem yandı yakıldı

Son demde dedi, bana bu kavga neme lazım.

Geceleri uykusuz, gündüzleri susuz, mâşukundan başkasını görmez, âh ü vâh eder durur âşık.

 

ah minel ışk-ı ve hâlâtihî

ahraka kalbî bi harârâtihî

mâ nazara ayni ilâ gayrikum

uksimu billâhi ve âyâtihi...

 

(ah aşktan ve onun hallerinden

hararetiyle yaktı kalbimi

gözüm senden gayrısına bakmadı)

 

Başkalarına şaka gibi gelen aşk, Mevlânâ’ya sorulunca anlaşılır. Aşk nedir diyenlere “benim gibi olursanız anlarsınız” der.

 

Aşkın sarhoşluğunu Bâyezid (ks)’da yaşarız.

 

“Ne şarab bitti, ne de ben.”

 

Bu şarabla kasdettiği mânâyı Kur’ân-ı Kerîm’de buluruz. “İyiler ise, katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.” (Dehr, 5.)

“Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.” (Muhammed, 15.)

“Bu ırmakların hepsi de “Besmele-i Şerîf”den çıkar.”

İzah: H. Hasan Efendi Üstâzımız.

 

Aşk, sevdiğinde kaybolmaktır. Hak Teâlâ bâkî olunca, elbette fânî onda yok olur. Mevlânâ’nın ifâdesiyle, kıpkırmızı olan demirin, ben ateşim demesi gibi.

Aşk, Elest bâdesinden tadıp sarhoş olmaktır. Vatanını özleyip garip yaşamaktır aşk. Âlem-i

Ervâh’ın hasretini çekmektir bu dünyada aşk.

Esadı Erbil Efendimiz, “Dünyâda bir garip ve bir yolcuymuş gibi yaşa, akşama ulaştığında sabahı bekleme. Sabaha ulaştığında akşamı bekleme. Hastalığın için sıhhatinden ve ölüm için hayâtından istifâde et. Vaktini boşa geçirme..” buyurmuş.

Atomdaki çekirdeğin etrâfındaki elektronlar aşkla döndüğüne göre, zerrelerin birikiminden olan kâinât da aşkın eseridir.

“Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinâtı yarattım.”

 

Hakîkî aşk, kulun Rabbini tanımasıdır. Emr-i İlâhî’den haz duymasıdır. “Kendisinde (şu) üç özellik bulunan kimse îmânın lezzetini tadar:

1. Allah Teâlâ Hazretleri ve Resûlullâh’ın (sav) kendisine (Hak’tan gayrı) başkalarından daha

sevgili olması.

2. Sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmesi.

3. Allâh’ın lutfuyla küfürden kurtulduktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar kötü görmesidir.”

 

Gerçek sevgiye iki şey ulaştırır.

Mâsivâyı terk.

İbâdet ve tâate muhabbet.

 

Bedenden yedi bin sene önce yaratılan kâlb, kurb-i İlâhî, Allah Teâlâ’ya yakınlık için halk olunmuştur. Kâlbden yedi bin sene evvel halk olunan ruh, üns, Mevlâ ile dostluk için yaratılmıştır.

Ruhtan yedi bin yıl önce yaratılan sır, Hâlik-ı Lemyezel’e vuslat, kavuşmak için yaratılmıştır.

Bu saydığımız esasları Kitâb-ı Kerîm’den inceleyerek izah edelim. De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilâhtır. Artık her kim Rabbinin huzûr-u mânevîsine ermek niyâzında bulunur oldu ise sâlih amel işlesin ve Rabbinin ibâdetine hiçbir kimseyi ortak edinmesin.” (Kehf, 110.)

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).” (Kıyâmet, 22- 23)

Cennettekiler, zâtının künh ü mâhiyetini kavramaksızın ve herhangi bir şeye benzetmeksizin

Allah Teâlâ’yı görecektir. Mü’minler Rablarını, Cennette ayan-beyân görecekler. Ay, ondördüncü gecesinde zorluk çekilmeden müşahede olunduğu gibi, inananlarda Rablerine zahmetsizce bakacaklar.

Gerçek sevgiye, ilâhî aşka ulaşanlar şu sözü söylerler. “Neden yalnız böyle oturuyorsun” diye de, “Ben Beni zikredenle beraberim.”

 

Aşkın kademeleri:

1. Sevdiğinizi Allah için sevmek.

2. Habîbine (sav) ve Zâtına (cc) kavuşturacak olan mürşid-i kâmillere saygı.

3. Kendisine itâatle emrolunduğumuz Efendimiz’e (sav) derin bir sevgi.

4. Bütün bu sevgilerin husûlüne sebep olan Rabbi Zülcelâlimize muhabbet.

Çekilen evrad ve ezkâr, yapılan Râbıta ve murâkabe hep ilâhî aşk içindir. O’nu bulmak, O’na ermek içindir.

 

Eserde mümessiri görerek, baktığı eşyâda Rabbimizi bularak, zâtına muhabbet eden kullardan kılsın bizi.

 

 

Ali Ramazan Dinç Hocaefendi – Yeni Dünya Dergisi