Aşkın sokaklarında O'nu aramak

Şehrim Aşk'ta yazar, eşi ve kayınvalidesiyle çıktığı hac yolculuğunu anlatıyor.
Aşkın sokaklarında O'nu aramak

Şehir'den çıkış öyküsüyle başlayan ama sadece fiziki bir yer değiştirme olmayan, yolculuğu yapanın arayışlarının ve aradığına kavuşmasının hikayesini izliyoruz aynı zamanda bu kitapta.

Leyla İpekçi yıllar önce yaptığı bir söyleşisinde 'yazma' ile ilişkisini bir çeşit 'yolculuk yapma' olarak tanımlamıştı: 'Hayatta kör noktalarımız var ve onları görmek çok zor. Halbuki o kör noktalarda gezebilmek bir yolculuktur. İnsanın kendine doğru çıktığı bir yolculuk.' Kitap yazmaya başladığından beri oturduğu sokağı, evinin her köşesini yeniden keşfederken farkında olmadan kendisini de keşfettiğini, yazarak içindekini metalaştırdığını ve dışarı attığını söylemiş, bunu 'terapi görme' olarak tanımlamıştı.

İÇSEL BİR YOLCULUK

Bu söyleşinin ve Maya'yı yazmasının üzerinden yıllar geçti. Leyla İpekçi bu yıllar boyunca yazdı ve bu yolculuğuna Ateş ve Bahçe ile, Başkası Olduğun Yer ile Gecenin İkinci Rüyası ve diğerleriyle bizler de eşlik ettik. Şüphesiz her eser yazarından izler taşır, 'hepimiz anılarımızdan oluşuyoruz' sonuçta. İpekçi, yeni kitabı 'Şehrim Aşk' ile şimdiye kadar olmadığı şekilde açıyor kendini ve kendine yaptığı yolculuğunu… Öyle ki, yazdığı satırların samimiyetinden zerrece kuşku duymuyorsunuz, öylesine içten ve öylesine yürekten koparak geliyor anlattıkları.

Şehrim Aşk'ta yazar, eşi ve kayınvalidesiyle çıktığı hac yolculuğunu anlatıyor. Şehir'den çıkış öyküsüyle başlayan ama sadece fiziki bir yer değiştirme olmayan, yolculuğu yapanın arayışlarının ve aradığına kavuşmasının hikayesini izliyoruz aynı zamanda. Belli ki bu arayış daha yolculuğa çıkmadan başlayan bir arayış. Yunus Emre'den İbn Arabi'ye, Ali Şeriati'den Hallac-ı Mansur'a uzanan bir arayış. Onların satırlarında bulduğu 'mana'yı, ete kemiğe bürünmüş, eliyle tutabileceği, dokunabileceği bir varlığa dönüştürmek, hissedebilmek için çırpınan bir arayış. En küçük bir eylemi, içinden geçen duyguları acımasızca eleştiren, adeta didik didik eden, haykıran bir çığlık…

KALP BÂTINA MEYLEDİYOR

'Bizim şehirli orta sınıf neslimiz modern seküler hayatta büyümüş, solculuğun ve lakliğin içinde kavrulmuş, yabancı kültürlerle yoğrulmuş bir nesil. Bu yüzden dedelerle büyükanneler bize dinimizi anlatma konusunda pek girişken davranmamışlar. Din adına tek hatırladığım, anneannemin bana ezberlettiği 'Rabbiyesir' ve 'Amentü' dualarıdır. Bir kez olsun bu konularda bir şey konuşmamışızdır. Din, sanki geçmişte kalmış, aile büyüklerinin anılarında küllenmiş, eski bir hikaye gibiydi yetmişlerin İstanbul'unda bizler için.'

'Günümüzde geleneksel bir çevreden gelmiyorsanız, dinin zahiri kısmına ait gündelik hayat pratikleriniz yoksa, kalbinizin açılması genellikle tasavvufi metinlerle olabiliyor. Halbuki esasta, kurallara uyarak başlanılması daha fıtri olanıdır. Bireyciliğin kutsandığı, dilin sekülerleştiği, anlamların mecazından koptugˆu bir çağda, insanın en mahrem yeri olan kalbi bâtın olana daha kolay meyletmeye başlıyor. Bunun sakıncaları çok fazla. Ama bir de nasip meselesi var. Bazen en sığ katmanından da olsa, bu kıyısız okyanusa dalıveriyorsunuz.'

BAŞI BİLGİYLE ÖRTMEK GEREK

'Saç ile şuur arasındaki anlam üzerine bir yazı okumuştum. Tam kavrayamamıştım. Ne kadar açıkmış meğer! Saç, başa örtü olur. Ama her bir saç teli, tek tek bir şeyi simgeliyor olsa gerek. Kimileri kâmil insanın her saç telinin bir insana -müritlerine- tekabül ettiğini söyler. Ama bizim gibi avam için, saç, bilgisizliğin kökünden türüyor. Başı bilgiyle örtmek gerek. Saça da örtü gerek. Başın örtüsü saç. Şuur ve saç anlamındaki sa'r ile ilişkisinde, evet, ille bilmek gerekiyor. Bilmenin, bilişin örtüsü gerekiyor başa. Kadında da, erkekte de...

'İstanbul'a geri dönersek eğer' diyorum Ahmet'e, 'örtüneceğim...' Uzun yıllardır istediğim ama hayırlı vaktini beklediğim bir ibadet... Hem unutmak, hem bilmek için... Hem ölmek, hem dirilmek için... Örtüneceğim.'

HAC VE PSİKOLOJİ

'Çocukluğumda ve gençliğimde tehlikeli sularda yüzmek zorunda kaldığım için terapi koltuklarına uzun mesailer vermiştim. O vakitler ülkemizde psikolog patlaması henüz başlamamıştı. Küçük bir kliniğin loş bir köşesinde, kendini karşısındakine adayan, beyaz lüle saçlı bir doktorum vardı. Hiçbir zaman bana ne yapmam gerektiğini söylemekle uğraşmadı. Bunu herkes yapıyor. Onun amacı, beni kendime gösterebilmekti. Şimdi bunca yıl sonra, haccın her anlamda psikolojiye de, sosyolojiye de, siyasete ve felsefeye de net çözüm önerdiğini seziyorum. Belki döndükten sonraki yaşamımda bunu daha içeriden özümseyeceğim. Haccın hiç bitmeyeceğini, insanda her an başka bir boyutuyla yansıyacağını hissediyorum.

Kitabın Künyesi:

Şehrim Aşk

Leyla İpekçi

Timaş Yayınları

2013

256 sayfa