Dört yıl süren soykırımın doruk noktası: Srebrenitsa

Bu yılki mesajımız açık: Srebrenitsa’nın düşüşünün ve Temmuz 1995’te trajik bir şekilde kaybedilen hayatların yasını tutuyor ve Srebrenitsa’yı Boşnak soykırımının sadece ağırlık merkezi olarak kabul ediyoruz.
Dört yıl süren soykırımın doruk noktası: Srebrenitsa

Yıllarca yere yaydığım bir şiltede yattıktan sonra evimi baştan ayağa yeniletmeye karar verdim. Bir komşum bana canı gönülden yardım etmenin yanı sıra inşaat süresince kalacak bir yer de verdi. Evi köyün farklı bir bölgesinde, nehrin kıyısında. Bu bölge, köyün 1880’lerin sonunda ecdadımızın ilk gelip yerleştiği noktası; buraya gelmeleri de geri çekilmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun verdiği ödünlerden bir diğerinin neticesi. Savaş patlayana kadar bu meseleye pek kafa yormamıştım. Çoğumuzun (hakikate isabet etmeyen bir şekilde) “savaş” olarak adlandırdığı süreç boyunca tanıdığım en çetin ceviz kişiler köyün o bölgesindendi.

Srebrenitsa kuşatması sırasında bir ara, [Birleşmiş Milletler’in (BM) “güvenli bölge” ilan ettiği] anklavda, basit suçları itiyat edinmiş birkaç kişiyle talihsiz bir sürtüşme yaşadım. Tercüman olarak sahip olduğum “imtiyazlı” konumum sayesinde, güvenli bölgedeki “otorite benzeri şeye” gidip şikâyette bulunabildim. Mesele çözüldü ve sonuç olarak ondan sonra beni rahat bıraktılar. Birkaç hafta sonra, savaştan önce komşu olduğumuz ve hepsi benden birkaç yaş büyük kişilerden oluşan bir grup ziyaretime geldi. BM ajanslarından biri için çalıştığım yer olan şehrin postanesinde yanıma yaklaştılar ve lafı hiç eğip bükmeden, yardım istemek için yabancılara gitmeyi tercih etmemden dolayı kendilerini ihanete uğramış hissettiklerini söylediler. Bana onların koruması altında olduğumu ve gelecekte benzer bir şey olursa önce onlara söyleyeceğimi söylediler. Hayatımda bu hadiseden ne önce ne de sonra öyle duygulanmışımdır.

Srebrenitsa’nın düşüşünün, yani Boşnak soykırımının doruk noktasını oluşturan hadisenin 25. yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde, Temmuz 1995’ten önce güvenli bölgede kaybedilen tüm hayatları daha fazla düşünüyorum.

Savaşın ilk yılında, Srebrenitsa kuşatmasının en kendine mahsus hallerinden birini, büyük sivil grupların yiyecek bulmak için geceleri çatışma hattından geçerek köylerine dönmesi oluşturur. Onları sık sık pusuya düşüren Sırplar birçoklarını öldürmüş yahut sakat bırakmıştı. O gece baskınlarında ölenleri kimse saymadı. Bazıları yakalandı ve barbarca muamele gördü. Arkadaşlarım, komşularım ve akrabalarımın çoğu -babam da dahil olmak üzere- artık düşman bölgesi olmuş yerlere yönelik bu “gecelik gezilere” katılmıştır. Babamın yakalanma ihtimaline karşı yanına aldığı küçük siyah bir el bombasını kavramış duran hali gözümün önündedir.

Temmuz 1995 olayları tarihi, sosyal, siyasi veya askeri bir vakumda gerçekleşmiş değil. Raphael Lemkin’den alıntılayıp söyleyecek olursak, “varlığımızın her veçhesine yönelik bir saldırıya uğradık”. İleri yaşlarından dolayı köyü terk edemeyen yaklaşık bir düzine yaşlı erkek ve kadın, bir arada kaldıkları bir evde canlı canlı yakıldılar; kalabalığın getireceği zannedilen emniyet ve tesellinin peşinde o evde toplanmışlardı. Köylerimiz baştan ayağa yağmalandı ve sıklıkla yerle bir edildi. Geçim kaynaklarımız, evimiz barkımız, mallarımız ve geleceğe yönelik bütün istikrar veya ümit kaynaklarımız ellerimizden sökülüp alındı. Yaşamayı seçmek, ormanda hayatta kalmaya çalışmak demekti. Günlük yaşamımızın belirleyicisi olan belirsizlik artık tam bir bütünlük arz ediyordu. İnsanlar sadece aynı dehşet, yıkım ve kayıp tecrübelerini tekrar tekrar yaşamak için, emniyet ve barınma umuduyla köyden köye gidip durdular. Kırsal doğu Bosna, daha Srebrenitsa’daki soykırım operasyonu başlamadan önceki üç buçuk yıl boyunca tecavüze uğradı ve yağmalandı.

Temmuz 1995’teki soykırımla ilgili gerçekleri tespit eden yargı süreci, “antiseptik” bir mahiyet arz etmesinden dolayı, doğu Bosna’nın kırsal nüfusunun tabi tutulduğu kıyım ve katliamın tam mahiyetini ve boyutlarını ihata etmekten çok uzak kalmıştır. Yaşanan şiddet, kaosun veya “eski nefretlerin” bir tezahürü değil, Bosnalı Sırp liderliği tarafından alınan siyasi kararın özenle sahneye konulmasının bir sonucuydu. Mayıs 1992’de Radovan Karaciç tarafından önceki Ekim ayında kurulan ayrılıkçı “meclis”, Bosna ile Sırbistan arasında bir sınır teşkil eden Drina nehri hattının temizlenmesini “stratejik hedeflerinden” biri olarak kabul etti; o Drina nehri ki Bosnalı Sırp liderliğindeki bazı isimlerin ifadesiyle “iki dünya arasında bir sınır” idi. Bu yönerge, Bosnalı Sırp liderliğinin “yabancı” ve “bizatihi düşman” bir nüfus olarak gördüğü Boşnakların, ülkenin demografik çoğunluk oluşturdukları o kısmından temizlenmesiyle uygulanabilirdi. Bu hedefe ulaşılması için, Sırbistan’ın gizli servisleri ve Yugoslav Ulusal Ordusu (JNA) yerel Sırp nüfusa sürekli olarak silah tedarikinde bulundu ve doğu Bosna’ya yaptıkları saldırılar sırasında onları çeşitli şekillerde destekledi.

Her hafta yüzlerce kişi öldürülüyordu. Bazıları işkence ve cinayet için inşa edilen müstakil kamplarda tutuldu. Kadınlar tecavüze uğradı, genellikle terk edilmiş Boşnak köylerinde ya da karma köylerde bulunan tutuldukları özel evlerde hamile kalana kadar tecavüze uğradılar. Diğerleri, tedhiş edilip ellerindeki avuçlarındaki her şey alındıktan sonra, acımazca sürüldüler. Srebrenitsa’daki soykırımın içinde gerçekleştiği genel durum ve şartlar işte böyleydi. Bize reva görülen ve infaz anımıza kadar her türlü imkansızlığa rağmen karşı koyduğumuz dehşetler bunlardı. Üç buçuk yıl süren ve meşakkatleri çok ağır bir mücadeleden sonra, bizi nihayet Temmuz 1995’te gelip yakalayan kötülük işte buydu.

Srebrenitsa soykırımının 25. yıldönümünü anma törenleri, önceki yıllara göre çok büyük bir değişiklik arz edecek. Bu yılki etkinliği organize ederken benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıyayız. Sadece dünyanın sıradan faaliyetlerinin çoğunu durma noktasına getiren son salgın değil, aynı zamanda soykırım inkârının son derece yaygın olduğu ve aşikare düşmanca bir ortam da bu zorlukların arasında. Yine de bu yılki mesajımız açık: Srebrenitsa’nın düşüşünün ve Temmuz 1995’te trajik bir şekilde kaybedilen hayatların yasını tutuyor ve Srebrenitsa’yı Boşnak soykırımının sadece ağırlık merkezi olarak kabul ediyoruz. Fiziki, kültürel ve manevi varlığımıza yapılan bu saldırıdan sağ kurtulan bizler, bu deneyimi bizim için başkalarının tanımlamasına izin vermeyeceğiz.

Yenileme çalışmaları yavaş yavaş sona ererken, kendi evime taşınmakla ilgili alışılmadık bir heyecan hissediyorum. Şimdikinin yerinde olan ve taşınmamı müteakip birkaç ay sonra yerle bir edilen evden Mayıs 1992’de çıkmıştım. 2001’de geri dönen dedemin içinde vefat etmesinden bir yıl sonra eve geri taşınmıştım. Şahsi travmamın büyük bir kısmını simgeleyen bu yerde kendimi umutlu ve belki de huzurlu hissetmem garip. İnanıyorum ki bu, 1990’larda ufukta bizim için ne olduğunu biliyor olmamla ilgili bir his. Kaybolmuş olmamız gerekiyordu.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Dr. Emir Suljagiç, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezi’nin müdürüdür; Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagiç, ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence-Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.