Dünyanın en büyüğü Konya'da bulunuyor! Yoğun ilgi görüyor
İçerişehir Mahallesi'nde, Beyşehir Gölü kenarında bulunan tarihi cami, yılın 365 günü ziyaret edilen Türkiye'nin en fazla ziyaretçi çeken ibadethaneleri arasında yer alıyor.
Ahşap direkli camilerin en büyüğü
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Muşmal, dünya üzerindeki ahşap direkli camilerin en büyüğü olarak değerlendirilen Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey Camisi'nin tarihte "beylerin şehri" olarak bilinen Beyşehir ilçesinde yer aldığını belirtti.
Türkiye'de ahşap direkli cami geleneğinin çok yaygın olduğunu ifade eden Prof. Dr. Muşmal, özellikle Selçuklular ve beylikler döneminde ve Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde ahşap direkli ve düz damlı camilerin yapımı tercih edilen camiler arasında yer aldığını vurgulayarak, "Selçuklular'ın mescitleri de meşhurdu. Beyşehir'de aynı zamanda çok sayıda mescit de bulunur. Ancak, bunlar arasında en önemlisi; bölgedeki camilerin piri olarak kabul edilebilecek diğer mescit ve camilere örneklik teşkil eden Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey Camiidir. Bu caminin ahşap direkleri çok meşhurdur. Halk arasında ahşap direkleri ile bilinir, tanınır. Bunun dışında caminin halk arasında tanınmasına neden olan başkaca özellikleri de vardır. Bunlardan biri de caminin ahşap minberidir. Özellikle kündekari tekniğiyle yapılmış meşhur minber ile caminin yine vaaz kürsüleri bugün Konya Sahip Ata Vakıf Müzesi'nde sergilenmektedir. Yani burası, ahşap özellikleri ile meşhur, özellikle de mihrabı ile de çini süslemeleriyle de meşhur bir camidir. Caminin 1296-1299 yılları arasında Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından yaptırıldığını biliyoruz. Yani Osmanlı beyliği kurulmadan hemen önce inşa ettirilmiş. Cami inşa ettirildikten sonra o muhteşem taç kapısının üzerine kitabesi kazdırılmış. Yani biz caminin taç kapısında caminin vakfiyesini, vakıflarını da görüyoruz. Özellikle burası, büyüklüğü ile bulunduğu konumu ile bitkisel süsleme özellikleriyle, minberiyle, mihrabıyla ve mihrap önü kubbesiyle eşi benzerine az rastlanır bir camidir. Çünkü caminin mihrap önü kubbesi de bir otağ görünümünde, muhteşem süslemeleriyle çok dikkat çeker, kayda değerdir" ifadelerine yer verdi.
Caminin ortasında yer alan "çukur alan"
Prof. Dr. Muşmal, tarihi Eşrefoğlu Camisi'nde yer alan bu özelliklerin Türkiye'deki başkaca camilerde benzerlerini bulabilmek mümkün iken caminin farklı bir bölümü olan "karlık" adı verilen kuyunun Türkiye'de ve dünya üzerinde eşine son derece az rastlandığını belirtti. Bu bölümün caminin ortasında yer alan "karlık" olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Muşmal, taç kapısı ile sağ ve sol kapılardan camiye girenlerin ilk karşılaştığı yerlerden birisinin caminin ortasında bulunan karlık bölümü olduğunu ifade etti. Bu örneğin, sadece Bursa Ulu Camiinde mevcut olduğunu ancak orasının da bir karlık olmadığını vurgulayan Muşmal, şunları aktardı:
"Orada caminin ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Eşrefoğlu camiinin ortasında ise görenlerin hayret ettiği, şaşırdığı, merak ettiği bir kuyu alan bulunmaktadır. Caminin orta yerindeki bu alan ne işe yarar dediğimizde; eskilerin, yaşlıların anlattığına göre, burası 8-10 metre derinliğine ulaşan bir kuyu idi. Ancak son zamanlarda orada bir cemaatin kazaen içeriye düşmesiyle 1940'lı yıllarda, çevresinde bir güvenlik tertibatı alınarak, çukurun belli bir kısmı doldurulmuş ve bugün 3-4 metre, belki en fazla 5 metre yüksekliğe sahip bir alan haline getirilmiş. Peki bu kuyu ne işe yarıyor, neden Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey, camisini inşa ettiği, camisinin ortasında hemen kendisinin metfun olduğu türbesinin karşısında böyle bir kuyu yaptırmış, karlık yaptırmış? Bu yönde yapılan araştırmalar, sanat tarihçilerin, mühendislerin, caminin ahşap aksamını inceleyen orman mühendislerinin, bu konuyla ilgili çalışan mimarların yapmış olduğu araştırmalarda caminin içerisinde bulunan çok sayıda sedir ağacından yapılmış, caminin ahşap direklerinin 700 yıldır ayakta olmasının sırrının bu karlıkta olduğu rivayet ediliyor. Çünkü bu karlık, üzeri açık bir karlık, üzerinde eski düz dam olması ve eskiden o bölgede herhangi bir çatı aksamının bulunmaması nedeniyle caminin düz damı üzerine yağan karlar, kürümek marifetiyle karlığa doldurulur ve basılır; kışın burada hem kar biriktirilir hem de caminin düz damı kardan temizlenmiş olur. Buraya temiz karlar biriktirilir, çatıdaki karlar toprakla buluşmadan karlıkta biriktirilir, yaz mevsimi geldiğinde bu karlar cemaatten isteyenlere, gelip geçenlere dağıtılır ve insanların ihtiyaçları için sarf edilir. Buradan insanlar kar alır, buz alır gıdalarını korumak veya birtakım gıdalarda kullanmak üzere bu karları evlerine götürürlermiş. Yaşlıların anlattığına göre burada karın sıcaklarda erimesiyle oluşturduğu nem dengesi, bu sedir ağaçlarının, caminin ahşap aksamının korunmasına, nemli kalmasına ve yıpranmasının önüne geçermiş. Biz bu güne kadar burada araştırma yapmış olan araştırmacıların eserlerinde buna dair izleri görebiliyoruz.
Ormana benzetilen cami
Bunlardan biri de İbrahim Hakkı Konyalı, Eşrefoğlu Camisini bir ormana benzetir ve bu ağaç ormanının birbirini takip eden çok sayıda sedir ağacının minare boyu sedir ağaçlarının günümüze kadar ulaşmasında bu camide uygulanan yöntemlerin başarılı olduğunu paylaşır. Biz de öyle midir, değil midir bilmiyoruz ama 700 yıldır günümüze ulaşmış olan bu caminin elbette ki günümüze intikal etmesinde caminin inşasındaki sağlamlık kadar, işini iyi yapan ecdadımız kadar bu karlığı buraya yapan ecdadımızın bir bildiğinin olduğunu düşünüyoruz."
Prof. Dr. Muşmal, tarihi camide geçmişte karlık olarak kullanılan kuyuda günümüzde de teknolojiden istifade edilerek kar biriktirmenin mümkün olabileceğine de dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Devir değişti, teknoloji değişti, imkanlar değişti günümüzde. 1940'lı yıllara kadar burasının kullanıldığını biliyoruz. 1940'lı yıllara kadar Eşrefoğlu Camiinin cemaati İçerişehir Mahallesinin yaşlı sakinleri, 10-15 yıl öncesine kadar onları dinlediğimizde kendilerinin bu kuyudan çocukken kar aldıklarını anlattılar. Ben de bizzat onları dinledim. Bunlardan birisi Naci Demirat amca idi, bu kuyunun 1940'lı yıllara kadar kullanıldığını ifade etti. 1940'lı yıllardan sonra burası kapatıldı, üstü de çatının ve düz dam özelliğinin değiştirilmesi neticesinde üstü de bir camekanla kapatıldı. İçeriye aynı zamanda ışığı ve havayı alan, karı alan bölüm burası daha sonra kapatıldı. Belki bir açılış kapanış yapan bir mekanizmayla düzenlenebilir ama şu anda içeriye kar alınması çok uygun görünmüyor."