İletişim Başkanı Altun'dan ABD'nin sözde barış planı açıklaması: (1)

"Planı hazırlayanlar, uygulanamayacağını gayet iyi biliyorlar. Tüm hedefleri, zaman kazanmak ve bu arada işgal edilen alanları genişletmektir. Barış planı değil, savaş ilanıdır bu"- "İlk günden beri Filistin konusunda duyarlı olan Türkiye'de ve dünyanın b
İletişim Başkanı Altun'dan ABD'nin sözde barış planı açıklaması: (1)

ANKARA (AA) - İletişim Başkanı Fahrettin Altun, ABD Başkanı Donald Trump'ın açıkladığı sözde barış planına ilişkin, "Planı hazırlayanlar, uygulanamayacağını gayet iyi biliyorlar. Tüm hedefleri, zaman kazanmak ve bu arada işgal edilen alanları genişletmektir. Barış planı değil, savaş ilanıdır bu." değerlendirmesinde bulundu.

Altun, Hürriyet Gazetesi'ne ABD'nin sözde barış planına ilişkin açıklama yaptı.

Planın adlandırılmasıyla ilgili bir sorun olduğunu belirten Altun, "Orta Doğu Barış Planı" veya "Yüzyılın Anlaşması" tabirlerinin oldukça hatalı olduğunu düşündüğünü ve planın içeriği okuduğunda bunun çok net görüleceğini bildirdi.

Planın, "İşgal ve İmha Planı" ya da "Yüzyılın İhaneti" olarak adlandırılmayı daha çok hak ettiğini kaydeden Altun, "Kavramsallaştırma noktasında itiraz da bir eylem biçimidir. Dolayısıyla öncelikle doğru kavram setlerini kullanırsak meseleyi de doğru zeminde tartışırız. Siz de fark etmişsinizdir, ilk günden beri Filistin konusunda duyarlı olan Türkiye'de ve dünyanın birçok yerinde insanlar kendiliğinden bu adlandırmayı reddettiler. Sadece bunun bile önemli bir itiraz refleksi olduğunu düşünüyorum." dedi.

Planda sorun olan öğelerin sorulması üzerine Altun, şunları söyledi:

"İki tarafın müzakeresinden ziyade, tek taraflı bir dayatma var burada. Hatta ve hatta bu konuyu biraz bilenler, tek tarafın İsrail değil, Netanyahu ve çevresindeki siyasi elitler olduğunu da çok rahat göreceklerdir. Bu yönüyle baktığınızda, planın barış gündemiyle ya da Filistin-İsrail meselesinin sürdürülebilir çözümü ile hiçbir ilgisinin olmadığını görebilirsiniz. Planın tek amacının Netanyahu'nun liderlik krizini gidermek olduğu ortaya çıkıyor. ABD'nin önemli medya kuruluşlarında da iç siyasi hesaplara vurgu yapan onlarca önemli makale yayınlandı geçtiğimiz hafta boyunca. Planı hazırlayanlar, uygulanamayacağını gayet iyi biliyorlar. Tüm hedefleri, zaman kazanmak ve bu arada işgal edilen alanları genişletmektir. Barış planı değil, savaş ilanıdır bu."

Fahrettin Altun, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Trump ile Netanyahu'nun bu planına yönelik tavrının nasıl değerlendirilmesi gerektiği sorusunu şöyle cevapladı:

"Avrupa ve AB'nin diplomasi eksenli gündemini güçlü bir şekilde masaya koymasının zamanı gelmiştir. Orta Doğu'ya yönelik artık daha sağlıklı politika geliştirmeli ve Filistin-İsrail meselesini bu yönüyle ele almalıdırlar. Zira Trump-Netanyahu'nun bu planı, küresel diplomasinin tüm unsurlarını yok ederken, AB ve Avrupa ülkelerinin de alanını daraltmaktadır. Filistin meselesi, tüm bu eksiklikleri giderebilecek bir fırsattır kendileri için. Bu konuya başka hiçbir ahlaki ya da etik kaygıyla yaklaşamasalar bile, sadece uluslararası hukuku savunsalar yeterli olacaktır. Kendileri de çok iyi biliyorlar ki Orta Doğu'da krizin büyümesi ve derinleşmesi, Avrupa'da da emniyetsiz ortamı güçlendirecektir. Orta Doğu'da istikrarsızlığı besleyen her adım, AB ve Avrupa ülkelerinde de güvenlik sorununu besleyecektir."

- "Plan, uluslararası hukuk ve anlaşmaları, küresel kuruluşları işlevsizleştiriyor"

ABD'nin daha önce de Filistin-İsrail meselesine dair birçok girişimde bulunduğu hatırlatılan ve Trump'ın bu girişiminin diğerlerinden farkı olup olmadığı sorulan Altun, şunları kaydetti:

"İşgal ve imha planının, geçmiş anlaşmalara yaklaşımı tamamen fırsatçılık üzerine kurgulanmış. Zira söz konusu anlaşmaların barış getirmediğini ve birçok sorunu çözemediğini dile getirerek kendisine diğerlerinden farklı bir meşruiyet alanı sağlamaya çalışıyor. Özellikle BM ve BMGK ile diğer uluslararası kurumlar tarafından ortaya konulan çözüm önerilerinin hiçbirini temel olarak almayan bir yaklaşım sergilenmiş.

Bunun da ötesinde plan, BMGK kararlarını sorunun bir parçası olarak görmekte ve barışın tesis edilememesi sorumluluğunu kısmen bu kararlara yüklemektedir. Bu haliyle Filistin meselesine dair uluslararası kabul görmüş bazı metinlerin de facto olarak geçersiz kılınması söz konusu. İşte tam da bu noktada tüm dünyayı ilgilendiren başka bir sorun ortaya çıkarıyor. Plan, sadece Filistin meselesini çözümsüz kılmıyor, aynı zamanda uluslararası hukuk ve anlaşmaları, BM gibi küresel kuruluşları işlevsizleştiriyor ve değersizleştiriyor. Bu da sadece Filistin halkının sorunu değil."

- "6 milyon Filistinli mültecinin topraklarına geri dönüşü de engellenmektedir"

Altun, planın meşruiyeti olup olmadığı sorusuna, "İsrail-Filistin sorununu çözmekten ziyade, İsrail'in işgalini kalıcılaştırmaya odaklanmış bir planla karşı karşıyayız. Bunu da İsrail'in teo-politik maksimalist tezlerini destekleyerek gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Özellikle planın üçüncü bölümünde, barışın İsrail Devleti ile Filistinliler arasında olacağını söylemek suretiyle Filistin'i daha başında bir devlet olarak görmek yerine bir halk olarak tasvir etmişler örneğin. Tarafların katı itirazından dolayı uygulanma ihtimali olmadığı gibi, uygulama çabalarının kriz ve çatışmayı derinleştireceği aşikardır. Siyasi liderlerin sorumsuzca davranışı, dünyayı ateş atmak isteyen bir süreci başlatmaktadır. Plan uluslararası hukuka aykırı, BM ve BM kararlarına tamamen terstir. Hiçbir meşruiyeti yoktur." yanıtını verdi.

Planın ardından ortaya konulan haritada, Filistin'in topraksal varlığı yüzde 70'e indiğinin görüleceğini belirten Altun, "Filistin meselesinin en temel sütunlarından biri olarak BM 194. maddeye aykırı şekilde 6 milyon Filistinli mültecinin topraklarına geri dönüşü de bu bağlamda engellenmektedir. Ayrıca, Batı Şeria'daki mevcut yasa dışı Yahudi yerleşim yerleri ise kalıcı hale getirilmeye çalışıyor. Önerilen çerçeveye baktığınızda, dört yıl içinde kurulacak bir Filistin devletinin sınırları yönetilemez ve paramparça olarak çizildiğini görüyoruz. Bu strateji ile Filistin'e bırakılan topraklar birbirine köprü ve tüneller ile bağlanarak, yeni devletin dış 'sınır' kontrolü ve ara bağlantılardaki geçişler doğrudan İsrail'in kontrolüne geçmektedir." ifadelerini kullandı.

Altun, Filistin için sadece Kudüs ayrım duvarının dışında kalan kenar mahallerinde başkenti olan bir devlet öngörüldüğünü ve tamamı İsrail'e bırakılan Kudüs'ün İsrail'in "bölünmez başkenti" olarak kabul edilmesiyle İsrail'in mutlak bir egemene dönüştüğünü belirtti.

- "Uluslararası hukukta ve literatürde örneği yoktur"

Planda Filistin devletinden bahsedilmesinin olumlu bir gelişme olup olmadığı sorulan Altun, şu görüşlerini paylaştı:

"Plan, her ne kadar yeni ve bağımsız bir Filistin devletinden söz ediyor olsa da bunun sadece kağıt üzerinde sözde bir bağımsızlık anlamı taşıdığının birçok kanıtı var içerikte. Bakın mesela, oluşturulması vadedilen yeni Filistin Devleti'ne bir ordu kurma hakkı verilmiyor ve sınır güvenliği İsrail'e bırakılıyor. Filistin'in güvenliğinin ise hafif silahlı polisler tarafından sağlanabileceği söyleniyor. Ayrıca, Filistin devletinin uluslararası kuruluşlara üye olabilmesi için bile İsrail'in onayı gerekiyor.

Plan her ne kadar Filistin devletinin kurulmasına izin veriyor gibi gözükse de bunu bazı şartlara bağlıyor. Bu haliyle, bütün şartların İsrail tarafından onaylanması gereken bir keyfiyetle oluşturulmuş. Yani bir devletin ordusu olmadan, hava sahasına ve karasularına hakim olmadan, uluslararası kurumlara katılımı dahil tüm kararlarını başka bir devlete onaylatması, egemen bir devlet anlayışı anlamına nasıl gelebilir ki? Bunun diplomaside, uluslararası hukukta ve uluslararası literatürde örneği yoktur."

- "İslam dünyasındaki tartışmaları öne çıkarmaya çalışan bir plan"

Sözde barış planına bölge ülkelerinden gelen tepkilerde farklılık görüldüğünün, ABD Başkanı Trump'ın planını bu hesap üzerinden şekillendirip şekillendirmediğinin sorulması üzerine Fahrettin Altun, "ABD'nin bu girişimde izlediği stratejiyi 'sert güç' ve 'oldu-bitti' şeklinde değerlendirmek mümkün. Zira plan, herhangi bir diplomatik zemin ya da destek kazanma çabasından ziyade, Müslümanların zayıflığını ve dağınıklığını esas alan bir bakış açısının ürünü olarak temellendirilmiş. İslam dünyasındaki iç krizleri hassas bir şekilde değerlendirmişler ve muhtemel tüm gerilim ile itirazları İslam dünyasının içine sürüklemeyi hedefleyen bir stratejiyi takip etmişler. BAE, Umman ve Bahreyn'e teşekkür edilmesi, Suudi Arabistan elçiliğinin plana açık desteği gibi konular bu parçalanmışlığın önemli ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Planın, Müslüman dünyada yol açtığı krizi perdelemek için, İslam dünyasının içindeki tartışmaları ve rekabeti öne çıkarmaya çalışan bir plan bu." değerlendirmesini yaptı.

ABD'nin sözde planını "iletişim ve algı oluşturma" konusunda nasıl bulduğu sorulan Altun, şunları kaydetti:

"Burada, daha önceki Filistin-İsrail konulu ve ABD merkezli tüm müzakere süreçlerinden farklı olarak, ilk defa bir plan kapsamlı bir iletişim çerçevesinden bağımsız ve yoksun olarak ele alınmış. Destek sağlamayı amaçlayan herhangi bir anlatıya ihtiyaç duyulmamış planda.

Barış planını meşrulaştırma çabası, daha öncekilerin 'etkisizliğine' dayandırılıyor. Tüm söylem 'daha önce herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Boşuna zaman kaybedildi ve bu arada İsrail halkı teröre maruz kaldı' gibi tekrar eden mesaj şeklinde verilmiş. Planın bizzat kendisine dair bir söylem çerçevesi, argümantasyon ve İsrail ile siyonist çevreler dışında farklı aktörleri devreye sokma çabasıyla karşılaşmıyorsunuz. Dolayısıyla dayatmacı ve uzlaşmayı reddeden bu dil, planın neden 'barış planı' olarak adlandırılmayacağının ve başarısız olacağının en açık işaretidir. "

(Sürecek)

Kaynak: