Körfez diken üstünde

İran’ın Süleymani suikastı sonrası, kendisine bağlı vekilleri eliyle, bölgedeki gerginlikleri tırmandırma siyaseti gütmesi, Körfez ülkelerinin İran karşısındaki "yumuşak karınlarını" bir kez daha ön plana çıkardı.
Körfez diken üstünde

Son dönemde Körfez bölgesinde meydana gelen birtakım gelişmeler bölge ülkelerini derin bir endişeye sevk etti. Söz konusu gelişimlerin en önemlisi hiç şüphesiz Haşdi Şabi komutanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis ile birlikte İran Devrim Muhafızları Ordusunun en üst düzey komutanlarından ve İran’ın son dönemde Orta Doğu bölgesindeki askeri operasyonlarını yöneten General Kasım Süleymani’nin ABD silahlı kuvvetlerinin düzenlediği saldırıda hayatını kaybetmiş olmasıdır. ABD’nin, İran’da dini lider Hamaney’den sonra en önemli figür olarak kabul edilen Süleymani’ye yönelik düzenlediği bu suikasta, İran’ın kendi topraklarından Irak’taki ABD üslerine yönelik düzenlediği misilleme saldırısı ile ABD ve İran, tarihleri boyunca ilk defa askeri alanda karşı karşıya gelmiş oldu.

İran her ne kadar içerideki prestijini korumak için bir misilleme saldırısı düzenlese de, ABD ile askeri çatışma için askeri ve teknik kapasitesinin yetersiz olduğu bilinen bir gerçek. Ukrayna uçağının kazara vurulması, İran’ın askeri ve teknik kapasite yetersizliğini göz önüne seren en önemli gelişmedir. Her ne kadar askeri ve teknik açıdan ABD ile çatışma konusunda yetersizlikleri olsa da İran, bölge genelindeki vekilleri aracılığıyla ABD ve ABD’nin bölgesel müttefiklerine önemli ölçüde zarar verebilecek bir kapasiteye sahiptir. İran Devrim Muhafızları Komutanı Hacızade’nin suikasttan kısa bir süre sonra Devrim Muhafızları, Besic, Hizbullah, Ensarullah, Hamas, Liva Fatimiyyun ve Liva Zeynebiyyun gibi İran’ın bölge genelindeki vekillerinin bayrakları önünde verdiği mesaj önümüzdeki süreçte bölgedeki gerginliğin istikameti hakkında önemli ipuçları vermektedir. Bu durum başta Suudi Arabistan olmak üzere ABD askeri üslerinin yoğun olarak bulunduğu Körfez bölgesindeki ABD müttefiki rejimlerin tedirginliğini artırdı.

Bölgede tırmanan ve sıcak çatışmaya evirilme ihtimali olan ABD-İran gerilimi Körfez-İsrail ittifakını da yaralayabilir. Dolayısıyla Arap Baharı sürecinde artan İran tehdidi karşısında, geçmişte örtülü devam eden, İsrail-Körfez işbirliğinin alenileşmesi son dönemde yaşanan ARAMCO ve Süleymani suikastı ile de yeni bir sürece girecektir. 

İran yönetimi uzun yıllardır kendisine yönelik ABD kaynaklı bir saldırı durumunda bu saldırıdan ABD askerlerine ev sahipliği yapan Körfez ülkelerini de sorumlu tutacağını, tüm ABD askeri üsleri ve İsrail’in İran’ın hedefi olacağını deklare etmekteydi. İran açısından Orta Doğu’da bölgesel istikrar ancak ABD’nin bölgedeki askerlerini çekmesi ile mümkün olacaktır. Süleymani suikastından iki gün sonra Irak parlamentosunun, Şii vekillerin oyuyla, ABD askerlerinin ülkeden ayrılmasını öngören bir karar tasarısını oylaması ve Irak hükümetinin ABD makamlarına bu talebi iletmesi, İran’ın ABD’yi bölgeden uzaklaştırma stratejisinin önemli bir sonucu olmuştur.

İran’ın Süleymani suikastı sonrası, kendisine bağlı vekilleri eliyle, bölgedeki gerginlikleri tırmandırma siyaseti gütmesi, Körfez ülkelerinin İran karşısındaki “yumuşak karınlarını” bir kez daha ön plana çıkardı. Körfez’in İran ile bölgesel rekabette maruz kaldıkları kırılganlıklar olarak ifade edilen bu yumuşak karınlar; Yemen, Suudi Doğu Vilayeti, Bahreyn ve Hürmüz Boğazı olarak sıralanabilir.

Suudi Arabistan'ın Yemen bataklığı

Yemen, Arap Baharı sürecinin başından itibaren BAE-Suudi ekseni ile İran arasında yoğun bir vekalet savaşına sahne olmakta. İran yanlısı Husilerin ülkenin önemli bir kısmını kontrol etmesi BAE-Suudi eksenini, ülkeyi Husilerin denetiminden çıkarıp bozulan statükoyu yeniden onarmak için doğrudan askeri müdahale etmeye zorladı. 2015 yılından bugüne devam eden bu askeri müdahale, BAE-Suudi ekseninin önemli miktarda askeri ve ekonomik kaynaklarını tüketmesine rağmen, BAE-Suudi ekseni lehine politik bir sonuç açığa çıkarmaktan oldukça uzak. Yemen’den yansıyan insani krizlerin Suudilerin uluslararası itibarına indirdiği darbe bir yana uzayan kriz, BAE-Suudi ekseninde bir çatlağa yol açtı ve nihayetinde iki ülkenin Yemen’de çatışmanın eşiğine gelmesi ile sonuçlandı. Son dönemde Suudiler düzenledikleri barış girişimleri ile Yemen’de Riyad yanlısı Hadi yönetimi ve BAE yanlısı Güney Geçiş Konseyi arasında bir anlaşma sağlayarak krizi stabil tutma gayreti içinde oldular. Bu süreçte İran yanlısı Husilerin de bu barış sürecine katılacaklarına ve askeri seçeneklerle çözüm umudu kalmayan Yemen iç savaşının barışçıl görüşmelerle sona ereceğine dair bir beklenti oluştu. Özellikle ARAMCO saldırıları sonrası Suudilerin İran’a gönderdiği sıcak mesajlar Orta Doğu’daki köklü bölgesel krizlerin diplomatik yollarla barışçıl bir şekilde çözümlenebileceğine dair umutları ortaya çıkardı.

Husilerin İran yönetiminin bölgesel rekabette kullandığı etkili bir unsur olması Süleymani suikastı sonrası dikkatlerin yeniden Yemen’e odaklanmasına yol açtı. Çünkü İran Husileri kullanarak ABD ve ABD’nin bölgedeki en önemli müttefikleri olan Suudi Arabistan ve BAE’ye yönelik eylemler düzenleyebileceği gibi BAE-Suudi ekseninin askeri üslerine ve petrol tesislerine yönelik bu kanaldan bir eylem gerçekleştirebilir. Geçmişte havalimanları ve petrol tesisleri gibi çok sayıda noktaya Husiler tarafından saldırılar düzenlendi. ARAMCO gibi Suudi petrol endüstrisinin kalbi konumundaki bir tesise Husiler üzerinden düzenlenen saldırı İran’ın vekilleri eliyle üreteceği eylemlerin boyutunu göstermesi açısından önemlidir. Yine Yemen’in Kızıldeniz ve Bab el-Mendeb boğazı üzerindeki jeopolitik konumu İran’ın Husiler eliyle bu suyolu üzerinde birtakım eylemler gerçekleştirmesine de imkan sağlamaktadır.

İran’ın politik ve ideolojik nüfuzundaki Şiiler

Yalnızca Suudi Arabistan’ın değil dünyanın en önemli petrol sahası konumundaki Suudi Doğu Vilayetinin nüfusu yüzde 55 oranında Şiilerden oluşmaktadır. Petrol üretimi ve ihracatının ülkenin ekonomik güvenliği için hayati önemi ve bölgenin Suudilerin Körfeze açılan kapısı olması Doğu Vilayetini Suudi yönetimi için çok değerli kılmaktadır.

Yönetim tarafından ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini düşünen bölgedeki Şiilerin ise Suud yönetimi ile köklü sorunları bulunmaktadır. Suud vatandaşı Şiilerin yönetimden duydukları bu hoşnutsuzluk, Orta Doğu’da her ideolojik ve askeri gerginlik atmosferi oluştuğunda yönetim karşıtı sokak gösterileri ve isyanlar ile kendini göstermiştir. Örneğin 1960’lı yıllarda Mısır Cumhurbaşkanı Nasır’ın liderlik ettiği Pan-Arabizm, 1980’li yıllarda Humeyni’nin devrimci İslam politikası, her iki politikanın temelde çok sayıda uyuşmazlığı olmasına rağmen, Suudi Arabistan vatandaşı Şiileri etkilemiş ve her iki dönemde de Doğu Vilayetinde çok sayıda yönetim karşıtı isyan çıkmıştır. Özellikle İran devrimini takip eden süreçte başta Suudi Arabistan vatandaşı Şiiler olmak üzere tüm Körfez bölgesindeki Şii unsurların İran’ın ideolojik ve politik nüfuzuna girmeleri, bölgedeki Şiileri İran dış politikası için çok önemli bir araç haline getirirken Suudi yönetimi için de önemli bir kırılganlık haline getirmiştir.

Ülkesindeki Şii vatandaşlarının İran’ın ideolojik ve politik nüfuzunda olması ABD-İran geriliminin had safhaya ulaştığı şu günlerde ABD müttefiki Suudi yönetimini oldukça tedirgin etmektedir. İran, bölgedeki nüfuzunu kullanarak Suudi askeri üslerine, ABD petrol şirketlerine, petrol üretim ve nakil tesislerine yönelik eylemler gerçekleştirebilir. Olası bir ABD-İran çatışmasında Suudi vatandaşı Şiilerin ülkelerinden çok İran’a sadık kalacağının bilinen bir gerçek olması, bölgede yükselen tansiyonu Suudi Arabistan’ın ekonomik güvenliği ve siyasi istikrarı için önemli bir tehdit haline getirebilir. Üstelik Şiiler arasında Suudi Arabistan’dan ayrılarak ülkenin petrol zengini Doğu Vilayetinde bağımsız bir Şii devleti (Şiistan) kurma fikri oldukça popülerdir. Nitekim 2016 yılı başlarında idam edilen Suudi vatandaşı Şii din adamı Ayetullah Nimr el-Nimr 2000’li yılların başlarından itibaren Suudi Doğu Vilayetinde bağımsız bir Şii devletini savunan önemli bir figürdü ve ülke sınırlarını aşan ününü bu ayrılıkçı fikirlere borçluydu.

Bahreyn ilk kıvılcım olabilir

Bahreyn’de Arap Baharı sürecinde Şiiler tarafından Suudi müttefiki El-Halife rejimini devirmeye yönelik çok büyük ayaklanmalar yaşanmış, El-Halife rejimi ancak Suudilerin Bahreyn’e yönelik askeri müdahalesi ile ayakta kalabilmişti.

Bahreyn, yaklaşık yüzde 85 ile nüfusuna oranla İran’dan sonra en yoğun Şii nüfusun yaşadığı ülke. 1986 yılında inşa edilen 25 km uzunluğundaki Kral Fahd Köprüsü, Bahreyn ile Suudi Arabistan’ın Doğu Vilayeti arasındaki karayolu bağlantısını sağlamaktadır. Bahreyn’in önemi, Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Suudi Doğu Vilayetine olan coğrafi ve siyasi yakınlığı, Körfez petrol üretim ve nakil güzergahları açsından jeopolitik önemi ve ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli deniz üssü olan 5. Filoya ev sahipliği yapmasından kaynaklanmaktadır. Bahreyn’in durumu İran için de çok özeldir. El-Halife hanedanı Bahreyn’e yerleşmeden önce bu topraklara İran hükmediyordu. 1970’li yıllara kadar da İran hükümeti Bahreyn’i topraklarının ayrılmaz bir parçası olarak gördü ve onu ülkesinin 14. eyaleti olarak kabul etti. 1979 yılında İran’da devrim gerçekleştiğinde, İran benzeri bir devrim yapma fikrine istinaden Bahreyn’de de çok geniş katılımlı gösteriler, isyan girişimleri oldu.

Bahreyn’de Arap Baharı sürecinde Şiiler tarafından Suudi müttefiki El-Halife rejimini devirmeye yönelik çok büyük ayaklanmalar yaşanmış, El-Halife rejimi ancak Suudilerin Bahreyn’e yönelik askeri müdahalesi ile ayakta kalabilmişti. Her ne kadar 2011 yılında Suudilerin liderlik ettiği askeri koalisyon rejimin isyancı Şiiler eliyle devrilmesini engellemişse de aradan geçen on yıla rağmen ülkede bir türlü siyasi istikrar sağlanamadı. Basına çok fazla yansımasa da Bahreyn’de Şiiler tarafından oluşturulan yeraltı örgütlenmelerinin rejimin güvenlik unsurlarına yönelik silahlı saldırıları on yıldan beridir devam etmektedir. Suudiler Arap Yarımadası Hizbullahı diye adlandırdıkları ve İran tarafından eğitilip desteklendiğini iddia ettikleri bu silahlı unsurları, hem Bahreyn’deki hem de Suudi Doğu Vilayetindeki güvenlik kuvvetlerine yönelik sık sık silahlı saldırılar düzenlemekle suçlamaktadır. Dolayısıyla Bahreyn İran-Suudi, İran-ABD rekabetinde önemli bir alan olarak durmaktadır. İran hem içerideki vekilleri aracılığıyla Bahreyn’deki Suudi müttefiki El-Halife rejimini istikrarsızlaştırabilecek hem de ülkedeki ABD üslerine yönelik eylemler gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip görünmektedir. Bahreyn’in ABD-İran gerilimine sahne olması, siyasi ve coğrafi yakınlığı dikkate alındığında, bu gerginlik ve çatışmaların Suudi Doğu Vilayetine sıçrama ihtimalini de kuvvetlendirmektedir.

Hürmüz; küresel petrol ticaretinin can damarı

Hürmüz Boğazı, günlük 20 milyon varil petrolün uluslararası piyasalara aktığı bir su yolu olması ve İran’ın bu su yolu üzerindeki hakimiyeti sebebiyle küresel enerji güvenliğinin en önemli fay hatlarından birini temsil etmektedir. Bugüne kadarki politikalarına bakıldığında İran’ın Hürmüz’ü önemli bir dış politika aracı olarak kullandığı rahatlıkla söylenebilir. Örneğin geçtiğimiz aylarda İngiltere’nin Cebel-i Tarık boğazında bir İran gemisine el koymasına müteakiben İran’da Hürmüz’de bir İngiliz gemisine el koyarak misillemede bulunmuştu. Halihazırda bölge petrol kaynaklarının büyük bir çoğunluğunun Hürmüz’de İran donanmasının gözetiminde uluslararası piyasalara taşınması Hürmüz’ü bölgenin en büyük petrol ihracatçısı olan Suudi Arabistan’ın ekonomik güvenliği için hayati kılmaktadır. Her ne kadar BAE-Suudi ekseni İran’ın Hürmüz’deki kontrolünü bay-pas etmek için petrolü boru hatları ile Kızıldeniz’e taşıma girişimlerinde bulunsa da söz konusu boru hatları da İran saldırılarına karşı çok korunaklı değildir. Nitekim Arap Baharı’nın Yemen’e sıçramasını takip eden süreçte bu boru hatlarına yönelik Yemen kaynaklı çok sayıda saldırı gerçekleşmiştir.

Uzun yıllardır ABD güvenlik şemsiyesi altında varlığını sürdüren, içeriden ve dışarıdan rejimlere yönelik saldırıları ABD askeri desteği ile caydıran BAE-Suudi ekseni açısından bölgede tırmanan gerginlik yukarıda sayılan kırılganlıklardan ötürü ciddi bir tehdit teşkil etmektedir. Yönetici elit zaman zaman İran’a yönelik bir ABD askeri müdahalesini destekler görünse de aslen bölgede bir sıcak çatışmanın uzun vadede kendi çıkarına olmadığını bilmektedir. İran en önemli rakibi/düşmanı olduğu ve İran’a yönelik bir ABD müdahalesinin BAE-Suudi ekseninin lehine olduğu değerlendirilse de İran’ın yukarıda sayılan alanlarda askeri cevap üretebilme kapasitesi her biri ekonomik birer dev olmasına rağmen askeri ve politik açıdan zayıf Körfez ülkelerinde paniğe sebep olmaktadır. Ayrıca çıkması muhtemel bir sıcak çatışmanın petrol üretim ve ticareti üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler ekonomileri büyük oranda petrole bağlı bu ülkelerin ekonomik güvenliklerini de tehdit edecektir.

Bölgede tırmanan ve sıcak çatışmaya evirilme ihtimali olan ABD-İran gerilimi Körfez-İsrail ittifakını da yaralayabilir. Dolayısıyla Arap Baharı sürecinde artan İran tehdidi karşısında, geçmişte örtülü devam eden, İsrail-Körfez işbirliğinin alenileşmesi son dönemde yaşanan ARAMCO ve Süleymani suikastı ile de yeni bir sürece girecektir. Bu durumun iki sebebi bulunmaktadır. İlk olarak İsrail uzun yıllardır İran’a yönelik bir ABD müdahalesini hararetle destekliyor. İran’a yönelik askeri bir müdahalenin Körfez’e yönelik askeri misillemeler ve Körfez’de iç isyanlara yol açabilme ihtimali, bölgeye siyasi ve coğrafi açıdan uzak sayılan, İsrail için ciddi bir sorun değilken BAE-Suudi ekseni için hayati bir sorundur. İkinci olarak olası bir Hizbullah-İsrail çatışması genel olarak Orta Doğu bölgesinde, 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah çatışmasında olduğu gibi, Batı ve Batı yanlısı rejimler karşıtı bir toplumsal bir reaksiyon üretebilir.

Körfezde artan paniğin en önemli göstergesi Suudi Arabistan Dışişleri Bakanının gerginliğin düşürülmesinin bölgesel güvenlik ve istikrar açısından gerekliliğine yönelik açıklamaları ve Suudi Savunma Bakan yardımcısı ve Muhammed bin Selman’ın küçük kardeşi Halid bin Selman’ın ABD ve İngiltere başkentlerini kapsayan ziyaretleri ve bu ziyaretlerin gündemidir. Ayrıca Suudiler, parası Suudi Arabistan tarafından ödenme koşuluyla, ABD’den çok sayıda asker de talep etmişlerdir. Burada Halid bin Selman’ın ABD ziyareti büyük önem arz etmektedir. Daha önce Suudi Arabistan’ın ABD büyükelçisi olarak görev yapan ve Suudi Arabistan’ı Yemen bataklığından çıkarmak üzere Savunma Bakan yardımcılığına getirilen Halid bin Selman, Şarku’l Avsat’ın aktardığına göre, Suudi Arabistan’ın, bölgenin güvenlik ve istikrarını artırma amacıyla gerginliğe yol açan her şeyden uzak durma, sükûnet ve itidal sağlama çabası çerçevesinde, Beyaz Saray'ın yanı sıra Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’ndaki üst düzey yetkililer ile görüşecek. Suudiler bir taraftan Batı başkentlerinde sükûnet ve itidal çağrıları yaparken diğer taraftan da bölgesel aktörlere gerginliği tırmandırmama yönünde telkinlerde bulunmakta. Çünkü olası bir sıcak çatışma durumunda ilk kurban olmaktan korkmaktalar.

[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır]

Kaynak: