"Mazi milletlerin kaderidir"

13. YÜZYILDA BÜYÜK BİR NİZAM TESİS EDERKEN, TEORİ İLE DOKTRİN İLE UĞRAŞMADIK. BİZDE FİKİR İLE AMEL BİR ARADA GELİŞİR. AYNI VARLIK TASAVVURUNU, AYNI İMANI, AYNI AHLAKI TESİS EDEREK YİNE YAPABİLİRİZ!
"Mazi milletlerin kaderidir"

“Sözleşme, anayasa, kanun gücüyle, millet olunmaz. Bu açıdan yeni bir cevap üretmek değil ‘bizimkiler’e kim olduklarını, nereden geldiklerini, nereye gittiklerini hatırlatmak istiyorum o kadar” diyen Ercan Yıldırım Anadolu’da İslam Ruhu’nda kendimize ait gelecek inşa etme hedefinin referanslarını göstermeye çalışıyor. Yıldırım’la millet olma hakikatimizi konuştuk.

Tarihçi olmadığınızı ve hatta tarihi konularla ilgili olarak yenilikler getirmediğinizi yazıyorsunuz. O halde bu kitabı kaleme almanızın temel gerekçesi nedir? 

Batı, Aydınlanma ile yeni bir yola girip modernleşme, İmparatorluğu adeta esir aldıktan sonra sürekli savunmada kaldık. İslam moderniteyle uyuşur mu, demokrasi İslam ile bağdaşır mı gibi tartışmalar gündemimizden düşmedi. Bu ister istemez Müslümanların kendilerini moderniteye göre düzenlemelerini, Batıyla uyumu beraberinde getirdi. Halbuki aslolan İslam’dır. Bu eklektik durum bugün artık daha da ileri geçti. Modern tezleri, demokratik yapıyı Müslümanlar savunmaya başladı. Millet olarak yine dünyada etkili olmak istiyoruz ama bunu bizi inkâr eden değerleri öne alarak yapmaya çalışıyoruz. Anadolu’da İslam Ruhu ile milli karakterimiz olan bu yükselme, kendimize ait gelecek inşa etme hedefinin referanslarını göstermek istedim. 

Anadolu'nun İslamlaşması, buranın “vatan” olması demek midir? “Vatan” kavramının gelişimi üzerinden tarihimizi okuyabilir miyiz? 
Anadolu’nun İslamlaşması aslında çok çağdaş bir durum! M. Akif, hutbelerinde, Mev’ızaları’nda sürekli olarak Anadolu’yu İslam’ın son yurdu olarak sundu. Osmanlı’da vatan, İslam’ın hükmünü sürdürdüğü yerin adıdır ve tabi ki hem Osmanlı’nın hem 1071 sonrasında Müslümanların kurduğu yapının hükmünü sürdürdüğü yerdir. Fakat İmparatorluğun dağılma döneminde vatan kavramı etnik karakter halini almaya başladı. Hâlbuki bakarsanız Türk dediğimiz kimliğin tek vatanı Anadolu olmuş. Maveraünnehir havzasından taşan bir ideal, aşk kendisini ancak Anadolu’da bulmuş, izah edebilmiş. Mevlana Belh’ten, İbn Arabi Endülüs’ten gelerek büyük felsefelerini Anadolu’da inşa edebilmişler. 

Anadolu vatan yapılırken aynı zamanda yeni bir millette doğuyor, yani.
Elbette, sadece bir vatana kavuşmaktan değil, bir millet teşekkülünden, idealden bahsediyoruz. Osmanlı küçüldükçe, toprak kayıpları arttıkça Kafkaslardan, Balkanlardan hatta Ortadoğu’dan Müslümanlar Anadolu’ya gelmişler. Bu açıdan Anadolu çok yönlü bir vatan anlayışına sahiptir. Anavatan, Memalik – i Şahane, Esas Vatan, sığınak, anne, ev, yurt, memleket. Bunların hepsi Anadolu için söylenebilir ama Adriyetik’ten Çin Seddi’ne ya da Fransız menşeili ulusu karşılayan “patrie” Anadolu için kullanılamaz!

Modernleşme ve batılılaşmanın “vatan” ve “millet” algımıza ne gibi etkisi oldu? 
Bu kavramların içinde belki de, etkisi, tanımı, içeriği en az değişeni vatan! Millet ve Türk kavramları belirttiğiniz manada müthiş bir değişim içine girdi ve içleri boşaldı. Modern dönemde hususen Kemalist milliyetçilik ile Türk kavramının içinden İslam’ı ve Batı karşıtlığını çıkardılar. Halbuki 13. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar dünyada bir Türk asrı yaşandı. Kapitalizmin ortaya çıkışı engellendi, alternatif bir iktisadi düzen yürürlükte kaldı. Adı ne olursa olsun Anadolu toprakları üzerinde denetim eksik edilmiyor. Çünkü denetimi bırakırsanız Türkiye’de insanlar hemen İslam’a yönelirken, dünyada da Müslümanlar Türkiye’nin liderliğini yüksek sesle dile getirmeye başlayıveriyor. 
Tabi millet kavramı da büyük oranda renksiz, köksüz, içeriksiz hale geldi. Bir kere millet kavramı ırk unsurlarına dayanmaz. Millet canlıdır, yaşar. Millet kavramını büyük oranda din oluşturur. Bu açıdan Sümerlerin, Hititlerin Türk milletiyle, Anadolu insanıyla bağlantısı yoktur. Millet birbiriyle kavilleşmiş, bu kavlini sonuna kadar götürebilme cehdini taşıyan insanların bütünüdür. 

Küreselleşme ile oluşan “zamanın ruhu” salt insan, sınırların kalkmasından bahsederken, bir vatan'a ait olmayı, bir milletin parçası olmayı nasıl sürdürebiliriz?
Tedirgin, ürkek, kuşkulu, mütereddit kimlikle, siyasal hayatla, millet yapısıyla bir gelecek inşa etmemiz mümkün değil. Bize lâzım olan özgüven. Romantik tarih ile kahramanlık öyküleriyle geleceği inşa etmek zor görünüyor. İslam’ın ve Müslümanların üzerinde siyasal, kültürel baskılar çok yoğun. Zamanın ruhunun şekillendirdiği görüntülerin, iletişimin baskısı, iktisadi baskılar bizleri rahat bırakmıyor. Bu baskıların bir şekilde aşılması gerekiyor. Onu aşacak irade ve ruh tarihte var. Ân’ın saldırısını bertaraf edecek değerler de İslam’ın bünyesinde bizim entelektüel kadim geleneğimizin içinde mevcut. Sorun bu açıdan biraz da metodolojik; bunların sahici bir yorumla bugüne uyarlanması gerekiyor. Kalben, kültürel olarak, imânî boyutlarıyla Müslüman olmanın hükmü modern dünyada tutmuyor. Sade yaşamak, Malazgirt fatihi Alparslan’ın dediği gibi “bidat bilmez, sade Müslümanlar” olmak küresel medeniyeti, zamanın ruhunu aşmanın anahtarı. 

Bugünden, dün'e yeniden bakarak, yeniden bir anlatı üretme ve yeniden bir cevap üretme çabasında mısınız?
Ben zamanın ruhuna uygun olarak “dünya vatandaşı” olmayı reddediyorum. Modernleşen tarihimizin öne çıkardığı “vatanım ruyi zemin, milletim nev’i beşer” anlayışını kabul etmiyorum. Bugün millet yapımız bozuluyor. Sözleşme, anayasa, kanun gücüyle, millet olunmaz. Bu açıdan yeni bir cevap üretmek değil “bizimkiler”e kim olduklarını, nereden geldiklerini, nereye gittiklerini hatırlatmak istiyorum o kadar. 13. yüzyılda büyük bir nizam tesis ederken, teori ile doktrin ile uğraşmadık. Bizde fikir ile amel bir arada gelişir. Halis niyet, sağlam ahlak, içinde zerre şüphe barındırmayan bir imanla yola çıktık, yolumuzu yaptık. Aynı varlık tasavvurunu, aynı imanı, aynı ahlakı tesis ederek yine yapabiliriz!

Anadolu’da İslam Ruhu
Ercan Yıldırım
Dergah Yayınları, 312 sf.
18.00 TL