"O" (sav)

Kitaplarını kendi elleriyle değiştiren Yehud ve Nasara’nın sapkınlığından, hidâyet ve hak dinle dosdoğru yola kılavuzlamıştır insanları Efendimiz (sav).
"O" (sav)

Risâletle, Nübüvvetle, Makâm-ı Mahmud ve hâtemül enbiyâ olmakla, ümmet-i Muhammed’in övünç vesilesi olmuştur.

Câhilleri ilimle, zâlimleri adâletle, şaşkınları Nûr-i Tevhid’le aydınlatmıştır. Güzel ahlâk ile iz, Kur’ân-ı Kerîm’le gönüllere deniz bahşetmiştir. Hayâl, efsâne değil, kat’î nurdur O (sav).

Zâlimlere karşı onurlu, mü’minlere kanatları yerde müşfik Peygamberdir (sav) O. Kuru et yiyen, su ve hurmayla beslenen, yatağı hasır, yastığı kerpiç olan mütevâzi Resûl-i Muhterem’dir O.

İsm-i Âlî’si Kitâb-ı Kerîm’i, Cism-i Muhammedî’si kâinâtı kucaklayan, âlemin yaratılmasına sebep, eşsiz Nebiyy-i Zîşandır O (sav).

“Ben gizli bir hazine idim. Tanınmayı murâd ettim, halkı yarattım” Hadis-i Kudsî’sindeki esrardır O (sav). O olmasa, âlemde hiçbir şey olmazdı.

Fakirken zengin, yetimken korunan, bilmezken öğretilen, ne isterse kendisine nimet arz olunan Dürr-i Cevher’dir O (sav).

Kimseye bahşolunmayan rü’yet, erişilemeyen nimet kendisine arzedilen Fahrül Mürselîn’dir O (sav). Süleyman Çelebi’nin mevlidinde;

"Gel Habîbim ben sana âşık olmuşam,

Cümle halkı sana bende kılmışam"

nidâsıyla mümtaz, muallimi Mevlâyı Müteâl olmakla seçkin, güzeller güzelidir O (sav).

Varlığıyla tağutun eridiği, gelişiyle kimliğin belirlendiği, anne ve babanın belli olduğu, kumlara gömülen kızların şefkatle kucaklandığı, anaların, dulların rahmet nazarıyla iltifata mazhar olduğu, Raûf, Rahîm Peygamberdir O (sav).

O’ndan bize kalan miras; taama besmelesiz başlamamak, sonunda şükürden de gaflet etmemektir. Kibir, riyâ, ucb, benlikten uzak kalmak, dünyanın geçici süslerine aldanmamaktır. Çünkü O’nun bir tulum ve sedirden başka bir şeyi yoktu. Hazineler elinin altındayken bile sâde yaşadı. Çoğu günler aç kaldı.

İhtiyâcı olanları görür, hastaları ziyâret eder, cenâzeleri takip ederdi. Zarif, temiz ve düzenliydi. İzin almaksızın bir yere girmez, girilmesine de müsaade etmezdi. Kötülüğe iyilikle karşılık verir, gönül kırmaz, sert muamele etmezdi. Kimsenin kusurunu ortaya atmaz, yapılan uygunsuz davranışları hoş görürdü. Ama, tatlı bir şekilde îkazdan da geri kalmazdı. Huyları çok güzel, sözü baldan tatlı, kalbi nâzikti. Şuna buna laf atmaz, bir söz söylemez, mübârek ayaklarını otururken uzatmazdı. Kendisi için bir yer seçilmesini istemez, ashâbı ile bir arada bulunur, imtiyazdan hoşlanmazdı.

Ziyaretçilerini tatlı kelâmla ağırlar, musâfaha eder, ilk selâmı O verirdi. Kahkaha atmaz, sâdece gülümserdi. Sözlerini tamamlamadan diğer bir söze geçmezdi. Hiç kimseyi sözüyle yermez, hatâları yüze vurmazdı. Tefekkürü, susmayı tercih buyururdu. Velhâsıl her hâli Kur’ân’a mutabıktı.

 
Ali Ramazan Dinç Hoca Efendi
Kaynak: Yeni Dünya Dergisi