Mehmet Toker

Mehmet Toker

RAMAZAN, NE İFADE EDİYOR?

RAMAZAN, NE İFADE EDİYOR?

Müslümanlar için çok önemli bir dönem olan, bir rahmet,bereket ve mağfiret iklimine kavuşmuş durumdayız. 1440 yıldır Mü'minler, Müslümanlar bu heyecanı her yıl tekrar tekrar yaşıyorlar. Her yıl, Ramazan geldiğinde Müslüman toplumları farklı bir telaş sarıyor.
 
Bir de müslüman toplumlar ile iç içe yaşayan ve müslümanların Ramazan-ı Şerifini fırsata dönüştürme uyanıklığını güden kimseler de yok değil. Zira son dönemlerde, özellikle Türkiye gibi örfi İslam anlayışı ile yaşayan; bir kısmıda Müslüman olduğunu bile ifade etmekten utanan, kendisini çağdaş, laik, modern, seküler ve benzeri kalıplarla tanımlayan kimselerin yaşamış olduğu toplumlarda, Ramazan çok daha farklı bir yere doğru gidiyor. Özellikle yerli ve milli olmayan medya aracılığıyla halka aşılanmaya çalışılan Ramazan anlayışının, sadece mideye hitap eden ve tüketim çılgınlığına dönüşen bir dönem olarak ön plana çıkarılmaya çalışıldığını görüyoruz. Yine sosyal medyada ve kulaktan kulağa yayılmak sureti ile kamuoyu oluşturan fısıltı gazetesinde,  sanki belirli bir süre aç kalmanın gerginliğe, sinire, kabalığa, sertliğe, rencide edecek davranışlara sebep olan bir durummuş gibi sunulduğunu görüyoruz.
 
Halbuki Ramazan, Mü'minler için bir sabır ve irade eğitimidir. Bir anlamda, Mü'min'in yıllık, "hizmet içi eğitim kursudur." Ramazan ayında kazanmamız gereken haslet irademize sahip çıkmak ve sabrı, tahammülü öğrenmek olmalıdır. Zira Ramazan boyunca yerine getirmiş olduğumuz ve üzerimize farz kılınan oruç, normal zamanlarda bize mübah olan yeme, içme, eşimiz ile beraber olmak gibi davranışları, sırf Allah rızası için terk etme, uzak durma iradesini göstermektir. Yiyeceklere ve içeceklere çok kolay ulaşabildiğimiz halde, sabır göstererek, nefsimize hakim olabilmektir. Ancak bu sembolik mânâ  ikinci plana atılıp da, Ramazan'ın birtakım örfi, kültürel, görünümleri sanki Ramazan'ın olmazsa olmazıymış gibi sunulmaya başladığından beri, artık Ramazan, birçok kimse için davul, pide, şenlik, ramazan eğlencesi, diyet,  Hacivat-Karagöz'den öte geçmeyen folklorik bir unsur mesabesine indiriliyor.
 
Yine son dönemlerde iftar sofraları şükür sofrası olmaktan çıkıp, israf sofrası haline dönüştürüldü. Tabii ki 11 ay boyunca "Yemekteyiz" vb. absürt programlarla bilinçaltı beslenen kadınlarımız, Ramazan geldiğinde iftar sofrasında sanki gelenler kendisini eleştirmeye geliyormuş, kendisine puan verecekmişcesine bir panik ve telaşa kapılıyorlar. Halbuki iftar sofrası, Allah için belirli bir süre aç kalmanın akabinde, yine Allah'ın müsaade ettiği zaman diliminde, Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükrün bir göstergesidir. Aynı şekilde Müslümanların,  iftar sofralarına göstermiş oldukları ehemmiyeti, sahur sofralarına da göstermesi gerekir. Zira sahur sofraları Allah Rasulü tarafından "Müslümanlarla ehli kitabın orucunun ayıran bir fark olarak nitelendiriliyor. Sahur vakti, zihinlerin en hazır olduğu, kısa bir uykudan sonra vücudun en zinde olduğu dönem. Bu dönemin Ramazan bilinci ve şuuru içerisinde teheccüd ve tefekkürle değerlendirilmesi, Ramazan'dan alacağımız manevi hazzı ve lezzeti katlayacaktır, kanaatindeyim. 
 
Yine son dönemlerde yerli ve milli olmayan medya Ramazan geldiğinde daha fazla reyting alma adına ya da basılı yayın daha fazla tiraja ulaşma adına 180 derecelik bir dönüşle bir anda Müslüman!!! oluyorlar.  İftar programları, sahur programları, basılı yayında Ramazan sayfaları boy gösteriyor. Normalde dini hassasiyet taşımayan, yerli ve milli olmayan televizyon kanallarının, Ramazan programından maksadının reyting kaygısı olması sebebiyle bakıyorsunuz;  yapılan programlar eğitici olmaktan daha ziyade yanıltıcı programlara dönüşüyor. Basılı yayındaki Ramazan sayfaları, dini bilgiler yerine hurafe ve bid'atların halkın üzerine boca edilmiş olduğu sayfalara dönüşüyor. İşin daha da tuhaf tarafı, iftar programı adı altında, reyting uğruna absürt tartışmalara Mü'minler daha fazla ilgi göstererek çoğu zaman ekran başından kalkamayıp, teravih namazına veya sahur programından sonra sabah namazına gitmiyor ya da bunları ihlal edebiliyor. Medyanın yapmış olduğu bu fırsatçılığın bir benzerini, yine zikri ve fikri Müslüman olmayan ya da hakikaten Müslüman olmayan sermaye sahipleri, bir takım gıda işletmeleri, Ramazan'ı bir anlamda kendilerince fırsata çevirip gıda maddelerine zam üzerine zam yapabiliyorlar. Ramazan'ın maddi ve manevi bir bereket ayı olduğunu unutup, sadece maddi çıkar sağlanan bir dönem olarak değerlendirilmesi elbette ki doğru bir davranış değildir. Kapitalist, batı menşeli birtakım günler için indirim kampanyaları ve benzeri uygulamalar yapanların, Ramazan'ı bir anlamda suistimal ederek kazançlarını katlamaya çalışmaları ahlaki bir tutum ve davranış değildir.
 
Ramazan sadece oruç ibadetinin yapılmış olduğu bir zaman dilimi olmasının ötesinde, gecesini teravih ile taçlandıracağımız, gündüzünde Kur'an iklimi olması münasebetiyle de mukabele ile süsleyeceğimiz bir dönem olmalıdır. Kur'an-ı Kerim; Kuranı Kerim'in ifadesiyle Ramazan da indirilmiştir. Bunun anlamı şudur:  Bazı tarihler kendisinde vuku bulan hadise'nin önemine binaen özel anlam taşır ve özel öneme haiz hale gelir. Miladi 571 yılından önceki 20 Nisan günü, insanlık  için hiçbir anlam ifade etmezken;  571 yılının 20 Nisan'ından itibaren Mü'minler ve Müslümanlar için önemli bir gün olmuş ve Hicri 4. yüzyıldan itibaren de Mevlid Kandili olarak idrak edilmektedir. 1453 yılından önceki 29 Mayıs tarihi Müslümanlar açısından hiçbir anlam ifade etmezken;  29 Mayıs 1453'te İstanbul'un Fethi ile adeta bir milat at olmuş ve Müslümanların gözünde öneme haiz bir gün olmuştur. İşte, Kuranı Kerim'in indirilmesi, müminler için çok büyük anlam ifade eden bir durumdur ki; Kur'an'ın inmiş olduğu bu ay, Allah tarafından özel öneme haiz bir zaman dilimi olarak belirlenmiştir.  Öyleyse bu dönemde, bizim Kur'an ile olan bağımızın daha da fazla güçlenmesi gerekmektedir. Kur'an ile bağımızın güçlenmesi,  mukabele sünnetini yaşatmakla beraber, tilavet etmiş olduğumuz ayetlerde, sayfalarda, Allah CC.'nün murâd-ı ilâhisinin ne olduğunu son mesajın ne olduğunu merak ederek anlam ve manası ile de buluşmamız, hemhal olmamız gerekmektedir.
 
Ramazan'ı, bir hizmet içi eğitim kursu olarak değerlendirilmesi gereken Mü'min her bir bireyin, Ramazan'ın ilk 10 gününü kendi çocukluğu gibi, ikinci 10 gününü yetişkinliği, son 10 gününü de ihtiyarlığı gibi düşünüp bu sayılı zaman dilimini en fazla istifade ile nasıl değerlendirebilirimin mücadelesini vermesi gerekir. Ramazan'ın sene içerisinde sadece sayılı günlerde olması, bize aslında şunu gösteriyor. Bizde insanlık aleminin sadece belirli bir döneminde yaşanan ve biten bir döneme hayat diyoruz.  Tıpkı, Ramazan'ın gelmesini müminlerin beklediği gibi bizim de doğumumuzu, anne babamız bekliyor. Doğum, aileye sevinç ve mutluluk getiriyor. Rahmet getiriyor. Tıpkı ramazanın başının rahmet olması gibi. Akabinde yetiştirilmiş iyi bir evlat, aileye bağışlanma getiriyor ve bitmeyen bir manevi kazanca dönüşüyor. Tıpkı Ramazan'ın ortasının mağfiret olması gibi. Güzel yaşanmış, dolu dolu yaşanmış ve hıtâma erdirilmiş bir ömür günahlardan azad olmayı ifade ediyor. Tıpkı Ramazan'ın sonu gibi. Ölümden sonraki diriliş ve ebedi hayat olan cennet ile buluşma, insanın ömrünün başarılı bir şekilde yaşanıp ödüle kavuşmayı ifade ediyor. Tıpkı Ramazan'ın sonunun bayram olması gibi. Bu açılardan değerlendirdiğimiz zaman son 10 gündeki Kadir gecesi ehli sünnet anlayışındaki "beynel havf-i ve'r raca" -korku ile ümit arasında- ve bir iyiliğimiz sebebiyle affolunmayı bir anlamda bize çağrıştırıyor.
 
Yine Ramazan içerisindeki Ramazan'a özgü olarak kabul edilen itikaf bizim dünyanın her türlü mâlâyâni işlerinden, dünya hayatının dağdağasından sıyrılıp, kendi iç dünyamıza yönelmeyi ve acziyetimizin kulluğumuzun farkına vararak Rabb'imize iltica etmeyi ifade ediyor. Bunları düşündüğümüz zaman ve düşüncemizi  hayatımıza uygulayabildiğimiz zaman, Ramazan gerçek manada manevi bir katkı sağlayacaktır. Yoksa Ramazan'ı sadece davul, pide, şenlik, diyet, gösterişli iftar sofralarına indirgeyecek olursak, buna bir de bayram öncesi tüketim çılgınlığını da ekleyecek olursak, Ramazan'ı manevi bir iklim olmaktan çıkarıp, kapitalizmin kullandığı, kapitalizmin istifadesine sunulan bir dönem haline getiririz. Bu da Ramazan'ı ruhundan saptırmak olur. Ramazan'daki sadaka-ı fıtr ve daha fazla sevap kazanmak düşüncesiyle zekatın, Ramazan'da verilmesinin örf haline getirilmesi insanın bencillikten, egoistlikten kurtularak îsâr düşüncesiyle mücehhez hale getiriyor.  İnsanın, diğer insanları da düşünmesine vesile olması sebebiyle bir anlamda ferdi, sosyalleştiren bir yönü de vardır. Bu yönüyle değerlendirdiğimizde Ramazan toplum kesimleri arasında bir köprü bir harç görevi de görmektedir. Ramazan sayılı günlerdedir, gelir geçer. Asıl kalıcı olan, Ramazan'da kazanabileceğiniz irademize hakim olma hasletini donandığımız sabır gücünü, diğer insanları düşünebilme, onlarla paylaşabilme anlayışını, hayatımızın tamamına yayabilmektir. Bunu başardığımız zaman hizmet içi eğitim kursunu başarıyla bitirmiş ve hıtâmında başarı belgesini almış oluruz. Bunu başaramadığımız zaman, yanımıza açlıktan başka bir şey kalmayacaktır.
 
 Ramazan'ın bilinçli şuurlu bir şekilde değerlendirilmesi dua ve temennisiyle, Ramazan'ı Şerifinizi tebrik ediyor ve Ramazan'ın sonundaki bayramın nihai kurtuluş'un sembolü olmasını Ramazan'ın ve Kur'an'ın sahibi Rabb'imden niyaz ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR