Salgınla felç olan İtalya “normalleşmeyi” umuyor

İtalyan halkı bugünlerde öfke dolu; dost belledikleri ülkeler tarafından en zor anlarında yalnız bırakıldıklarını ve diğer gelişmiş ülkelerden önce bu krizi yaşadıkları için kendileriyle alay edildiğini düşünüyorlar.
Salgınla felç olan İtalya “normalleşmeyi” umuyor

İtalyanlar hiçbir zaman Paskalya’yı bu kadar heyecanla beklemediler. Elbette birçok ailenin evinde hastalık korkusuyla yaşadığı veya sevdikleri için yas tuttuğu şu dönemde, Hz. İsa’nın “dirilişinin” kutlanacağı 12 Nisan’da, sofralarda çekirdek aileler yalnız oturacak ve hiç kimse neşeli olmayacaktır. Bir buçuk ay süren karantinadan sonra ve vaka artış grafiği nihayet yatay seyretmeye başladıktan sonra, hükümet Paskalya’nın ertesi gününde sokağa çıkma yasağı uygulamasını gevşetme kararı aldı. Buna rağmen bilim kurulunun talimatları son derece net: Evden çıkılsa bile sosyal mesafeye dikkat edilmesi ve kamuya açık yerlerde maske takılması şartıyla, kademeli bir şekilde normal hayata dönülebilecek.

Bugünlerde bir yanda dini bayramın heyecanını yaşayan İtalyan halkı, öte yandan öfke dolu. İtalyanlar dost belledikleri ülkeler tarafından en zor anlarında yalnız bırakıldıklarını ve diğer gelişmiş ülkelerden önce bu krizi yaşadıkları için kendileriyle alay edildiğini düşünüyorlar. Hâlbuki İngiltere veya ABD’de de kriz bütün vahametiyle yaşanıyor. Bu duygularla, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinden sonra sağlık sektörü, ekonomi, uluslararası siyasi ilişkiler ve aynı zamanda halklar arasındaki güven duygusunun nasıl yeniden inşa edileceği de düşünülüyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, birçok ülke gibi İtalya da kapsamlı bir refah devleti inşa etmişti. Bu kriz yaşanmadan önce sağlık sektörü de bu refah devletinin önemli bir gurur kaynağıydı. Ancak bu krizde, sağlık çalışanlarının çok büyük fedakârlıklarına rağmen, genel olarak sektörde bazı yetersizlikler ortaya çıktı. 1990’lardan bu yana sağlık sektörü çok zayıflamıştı. 2017 yılında ulusal sağlık sektörünün (yüzde 52’si kamuya ait olan) toplam bin kurumunda yaklaşık 191 bin yatak kapasitesi bulunmaktaydı. Bu sayı, her bin kişiye 3,6 yatak düştüğü anlamına geliyor. Fakat bahsedilen hastanelerin kapasitesinin, Avrupa Birliği (AB) ortalamasının binde 5’i olduğu dikkate alınırsa, yetersizlik ortaya çıkar. On sene önce yatak kapasitesi ortalama binde 4,3 iken, 1998’de bu oran binde 5,8’di. Yani nüfusun yaşlanmasına rağmen, sağlık sektöründe yatak sayısında ciddi azalma olduğu açık. Devlet bütçe sıkılaştırma politikaları kapsamında, özel sektörün bu konudaki yatırımlarına güvenerek kendi hastanelerine ayırdığı bütçeyi kısıtlamış, özel sektör de doğal olarak daha kârlı alanlara yönelerek bu tür krizlerde en çok ihtiyaç duyulacak olan yoğun bakım ünitelerine, risklerin ve maliyetlerin yüksek olması dolayısıyla yatırım yapmaktan kaçınmıştır. Netice itibariyle İtalya’da her 100 bin vatandaş için sadece 13 yoğun bakım yatağı bulunmakta. Gelişmekte olan ülkelerden Türkiye ise her 100 bin vatandaş için 40 yatak ile Avrupa ülkeleri içinde birinci sırada yer alıyor.

Bu rakamlar gösteriyor ki İtalya’nın sağlık sektöründeki yatırımlara yeniden hız vermesi gerekecek. Ne var ki son aylarda karayollarındaki altyapı yetersizlikleri ve buna bağlı olarak gelişen kazalar, kamu yatırımlarının zorluklarının ve gecikmelerinin olağan hale geldiğini gösteriyor. Örneğin yarımadanın en büyük şehirlerinden olan Napoli’deki metro hattı ekonomik büyümenin yaşandığı 1960’larda planlanmış, fakat inşaatına ancak 1976’da başlanabilmişti. Metronun ilk kısmı refah seviyesinin hâlâ yüksek olduğu 1993’te hizmete açılırken, geri kalanının ekonomik durgunluğun yaşandığı önümüzdeki aylarda tamamlanması bekleniyor. Maalesef İtalya’da bu tür bir yatırım serüveni anormal karşılanan bir şey değil. Ayrıca Kovid-19’un yaşattığı acı deneyim de bu gidişatı değiştirmek için gerekli kültürel, yasal ve ekonomik dönüşümü doğuracak güce sahip olmayabilir.

İtalya’nın demokratik anayasal rejimi, 20 bölgeye özerklik sağlayan “regionalismo” [bölgecilik] üzerine kurulu. Sağlık sektörü ulusal bir koordinasyonla birbirine bağlı olsa da, aslında bölgelerin sorumluluğunda yer alıyor. Bu yüzden bölgeler arasında kabiliyet, kapasite ve yatırım konularında ciddi farklılıklar bulunuyor. Virüsten en çok etkilenen Lombardiya bölgesinin sağlık sektörü aslında ülkenin en iyilerinden biriyken sonuç ortada. Sağlık hizmetlerinin en kötü olduğu Sicilya’da vali, adayı anakaraya bağlayan bütün deniz yollarını kapatarak bölgeyi korumaya çalışıyor.

Paskalya bayramının ardından, İtalyanlar geçim kaynaklarını da düşüneceklerdir. Bugünlerde hareket edilemediği ve alışveriş yapılamadığı için, piyasalarda çok ciddi bir talep düşüşü yaşanmakta. Bununla beraber fabrikalar kapalı olunca veya uluslararası tedarik zinciri aksayınca arzda da düşüş yaşanacağı, dolayısıyla ekonominin küçüleceği öngörülüyor. Bu durumdan en çok etkilenecek olanlar kuşkusuz dar gelirli vatandaşlar olacak. Devlet krizde geçim sıkıntılarına önlem olarak birçok mali yardımda bulundu. AB de mali disiplin politikasından vazgeçerek bu destekleri mümkün kılacak bütçe açığına yeşil ışık yaktı. Ancak bu politikadaki tarihi değişikliğe rağmen, karantinadan sonra şirketlerin mali durumları da iyi olmayacak. Devletler 2008 yılında yaşanan küresel krizde, şirketlerin iflasını önlemek için, kamulaştırma ve düşük maliyetli kaynaklar sağlamışlardı. İtalyan Mario Draghi’nin başkanlığında Avrupa Merkez Bankası (ECB), üye ülkelerin kamu borcunu satın alarak, kırılgan ekonomiler riskini tüm AB ülkeleri arasında paylaştırmıştı. Şimdi de riski paylaştırmak için benzer bir uygulama talep ediliyor. İtalyan politikacılar, Avrupa Merkez Bankası’nın Eurobond veya Coronabond olarak adlandırılacak tahvil çıkarma talebini olumsuz karşıladılar. Bu konularda Birliğin (birleşik gayrisafi milli hasılasının yüzde 60’ını temsil eden) Fransa dâhil 10 üyesi, ilk defa Almanya’dan ayrı hareket ederek, ortak bir hamleyle İtalya’nın taleplerine destek vermişlerdi. Ancak Kuzey Avrupa ülkelerinin ve en çok da Almanya’nın itirazıyla Avrupa Komisyonu, daha önce hayati konularda davranıldığı gibi ivedilikle bu yönde herhangi bir karar veremedi. Bu derin görüş ayrılıkları, daha önce mülteci krizinde veya Libya sorununda görüldüğü gibi, Kovid-19 krizinde de AB’yi hareketsizliğe sürükleyerek kıtanın küresel konumunu yıpratıyor.

Küresel gücünü yeniden kazanmaya çalışan Rusya bile, İtalya’ya daha önce hiç görülmemiş askerî geçit töreniyle tonlarca malzeme ve biyolojik savaş uzmanlarını gönderdi. Ayrıca Küba veya Arnavutluk gibi küresel bir güce talip olmayan iki ülkenin dahi sırasıyla 35 ve 30 gönüllü doktoru yardım olarak gönderdikleri bu durumda, daha müreffeh ülkelerin neden benzer bir duyguyla davranmadıkları çok düşündürücü. Daha doğrusu, İtalyan sağlık kurumlarını rahatlatmak amacıyla Kovid-19 teşhisi konulan İtalyan hastaları kendi hastanelerine getirten Almanya, acaba neden Rusya, Küba ve Arnavutluk’un İtalyan kamuoyunda meydana getirdiği etkiyi oluşturamıyor? İtalyan kamuoyu son yıllarda AB’ye şüpheyle bakan sağ popülist partileri benimserken, Avrupa’nın da İtalya’ya soğuk davranması, gerektiğinde dayanışma göstermemesi, önemli anlamlar barındırıyor. Fakat Avrupa ülkeleri, karşılıklı bağımlılıklarından ötürü İtalya’nın veya herhangi bir Akdeniz ülkesinin ekonomisinin zayıflamasının bütün Avrupa’da hissedileceğini düşünüyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron İtalyan basınına verdiği bir röportajda, bu durumu, “Eğer Avrupa ölecekse, ölümünün sebebi hareket etmemesi olacaktır” diyerek ifade etmişti. İtalya Başbakanı Giuseppe Conte da asgari müşterekte buluşan bir Avrupa görmek istemediğini, bilakis geleceğin Avrupasının dayanışma ve egemenlik içinde olması gerektiğini vurgulamıştı.

Diğer yandan Almanya gibi ülkeler, zayıf ülkelerin borçlarını satın almak ve başarısız mali politikalarının bedelini ödemek istemiyor. Aslına bakılırsa bu konuda tamamen bencilce davrandığı söylenemez. İtalya 2 trilyon 443 milyar avro kamu borcuna sahip ve bu zor şartlarda tek başına hareket edebilme kabiliyeti çok sınırlı. Bu krizden sonra sık göreceğimiz kamulaştırmalar da başka bir tehlike arz etmekte. Kamulaştırılacak şirketler arasında, bu krizde neredeyse hiç uçuş gerçekleştiremeyen havayolu şirketi Alitalia ilk sıralarda. Fakat yıllardır mali sıkıntı yaşamakta olan millî havayolu şirketi, AB’nin devlet yardımları sınırlarını zorlayan sayısız kurtarma planına rağmen, krizden önce de batmaktaydı. Kamulaştırma veya devletin ortaklık kurması, krizin ekonomik etkilerini azaltmak için kesinlikle önemli bir araç olsa da, kamu desteğinin yanlış firmalara verilmesi durumunda, ülkenin sınırlı kaynakları da israf edilmiş olacaktır.

Daha önce de çok derin anlaşmazlıkların yaşandığı AB’nin varlığını kimse sorgulamıyor. Şu sıralar pek istifade edilemese de AB içinde serbest dolaşım vazgeçilemez bir unsur. 1999 yılında kullanılmaya başlanan avro da, İtalya gibi daha esnek bir para birimi politikasına alışık ülkeleri çok sınırlandırmasına rağmen, bu gibi kriz dönemlerinde gerekli olan finansal istikrarın sağlanması açısından önemli. Bu nedenle avrodan vazgeçmek, maliyetinin hâlâ yüksek olması dolayısıyla, popülist hareketlerin boş bir vaadi olmaya devam edecektir. Avro bölgesi dışında kalan ülkeler de kendi para biriminden kolay vazgeçmeyeceklerdir. Bununla beraber AB’nin karar verme kabiliyetsizliği, ekonomik büyüklüğüne rağmen küresel gücünü gittikçe önemsizleştirecektir. Bıraktığı boşluğuysa bölgesel güçler doldurmaya çalışacaktır.

Uluslararası ilişkilerde yaşanan anlaşmazlıklara ilaveten, halklar arasında duyulan güvensizlik de ciddiye alınması gereken bir husus. Bugünlerde güven vermeyen Çin’den Aralık ayında salgın haberleri ilk çıktığı sıralarda, İtalya’da ilk olağandışı zatürre vakaları görülmüştü. 7 Ocak’ta ise Milano’daki hastanelerde, yıllık ortalamadan yüzde 50 ilâ 80 daha fazla zatürre vakası görüldüğü bildirilmişti. O haftalarda virüsün serbest dolaştığı besbelliydi; ulusal ve uluslararası kurumlar önlem alabilirdi. Fakat Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verdiği bilgilere binaen, İtalya Sağlık Bakanlığı uluslararası seyahat konusunda, hele de Çin’le turizm ve ticaret ilişkilerinde herhangi bir sınırlama tavsiye etmemişti. Yani diğer Avrupa ülkeleri gibi İtalya da vatandaşlarının sağlığı pahasına maliyeti yüksek olan önlemleri almakta zorlandı. Ancak yayımladığı vaka ve ölü sayısı şüphe uyandıran Çin, bir taraftan uluslararası kamuoyunu etkilemek amacıyla cömertçe yardımlar gönderirken, bir taraftan da DSÖ’nün hareketliliğini sınırlandırıp küresel tedbirlerin alınmasına engel oldu.

Önümüzdeki Paskalya bayramında Venedik’in göbeğinde bulunan ve Aziz Rocco’nun kalıntılarını muhafaza eden aynı isimli kilisenin kapıları aralansa da ayine katılan olmayacak. Kilisede bulunan meşhur Tintoretto’nun fresklerine şaşkınlık ve hayranlıkla bakan turistler de ortalıkta görünmeyecek. Hâlbuki Aziz Rocco, tam da bu günlerde en çok zorluk yaşayan Roma, Piacenza ve orta İtalya’da bulunan kasabaları, şehirleri ziyaret etmiş, vefa ve cesaret göstererek salgının vurduğu hastalara yardıma koşmuş ve vebalıları iyileştirmişti. Şimdi de İtalyanlar, Aziz Rocco’nun anılacağı 15 Ağustos gecesine kadar salgının tamamen bitmesini, sağlık sektörü, ekonomi, uluslararası siyasi ilişkilerde salgının meydana getirdiği sorunlara çözümler bulunmasını ve halkların birbirine yeniden güven duymasını umut ediyor.

[Prof. Dr. Michelangelo Guida İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

Kaynak: