*Yobazı eskiden dini zannederdik. Yıllar geçtikçe çok farklı olduğunu öğrendik. Bir inanca, bir düşünceye körü körüne, aşırı bağlı olan, hoşgörüden yoksun olanlara diyoruz. Sadece din değil düşünceye de, hoşgörüye de karşılar. Dinin hepsine karşılar. Hangi dinden olursa olsun. Kendilerinde din uydururlar yobazlar. Başka bir dine görüşe fikre asla anlayışla bakmazlar. Günümüzdeki en büyük yobazı dünya tanıyor. Gazze’de öldürülen masum çocuklar tarihe yazıldı. Çocukları öldürmeden önce ajanlık suçlamasıyla tutuklayıp organlarını alıp satıyorlar. Her şeyi kendilerine sanıyorlar.
*Zalimlik 4 aşamada açıklanabilir. Baskılar bir tür ahlaki eğitimsizlikti. Çocuklukla başlar. Hayvanlara yapılan 1. aşamadır. Kuş yakalayıp köpeğe atmak gibi. Köpeğin kuyruğuna kemik bağlamak. Kedileri kuyruklarından asmak gibi. Hayvana şiddet uygulayan kişilerde merhamet eksikliği, öfke kontrolü problemi ve empati yoksunluğu vardır. Bunlar, şiddet uyguladıktan sonra suçluluk duymazlar ve anti-sosyal kişilik özellikleri taşırlar. Şiddet, öğrenilmiş bir davranış olup, geçmişte şiddete maruz kalma veya şiddete şahit olma sonucu bu hale gelmişleridir. Hayvanlara şiddet uygulayanlar ileride insana da şiddet uygulama potansiyeli yüksektir; birçok seri katilin geçmişinde hayvanlara yönelik şiddet eylemleri bulunmaktadır. Türkiye'deki hayvana yönelik şiddetin sebeplerinden biri de mevcut yasaların yetersizliği ve hayvanların mal olarak değerlendirilmesidir. Geçmişte birçok örneği vardır. Birçok katil, cinayetlerinden önceki zamanlarda hayvanlara şiddet uygulamış hatta öldürmüştür. 13 kadının katili Boston canavarı Albert de Salvo öncesinde kedi ve köpekleri aynı kafese aç koyarak birbirlerini öldürmelerini seyredermiş. 50 kişini katili Düsseldorf Vampiri Peter Kurten ise birçok köpeğe ve koyuna tecavüz ettiğini ve öldürdüğünü daha sonralarda itiraf etti.
İkinci aşama trafikte yapılanlardır. Ani yapılan sadece kendini düşünüp başka insanları düşünmeden hayata kast etmektir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri birbirinden farklıdır, gelişmişliği kaynak fazlalığı gibi tek bir ölçütle ifade etmek, ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal yapılarındaki farklılık nedeniyle oldukça zordur. Gelişmişlik düzeyi belirlenirken en çok kullanılan ölçüt kişi başına düşen millî gelirdir. Kişi başına düşen milli gelirin yüksek olduğu ülkeler gelişmişken kişi başına düşen milli gelirin düşük olduğu ülkeler gelişememiştir. Milli gelirden başka eğitim ve sağlığa ait birtakım göstergeler, trafikte ölüm ve kaza oranı, okur-yazar oranı, okullaşma oranları, kişi başına düşen doktor vb. de gelişmişlikte ölçüt olabilmektedir.
Üçüncü aşama hırsızlıkla yapılanlardır. Engel olunması cinayete kadar giden aşamadır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Transparency International yayımladığı 2024 Yılı Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçlarına göre, Türkiye 34 puan alarak 107. sırada yer aldı. Türkiye’nin puanı geçen yıla kıyasla değişmezken sıralamadaki yükselme diğer ülkelerin puanlarındaki değişimden kaynaklandı. Ülke sıralamaları bütün ülkelerin puanlarına bağlı olarak değişmekle birlikte, esasen ilgili ülkenin aldığı puan, bir ülkede kamuda yolsuzluk algısındaki gerçek durumu yansıtmaktadır. Türkiye’nin yolsuzlukla mücadelede daha etkili reformlar yaparak puanını yükseltmesi büyük önem taşımaktadır. Son dönemde gerçekleştirilen ekonomik reformlar ve Türkiye’nin FATF gri listesinden çıkarılması gibi gelişmelerin Türkiye’nin puan kaybını önlediği düşünülmektedir. Ancak puan artışının gerçekleşmemesinde, bağımsız bir Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun bulunmaması, denetim mekanizmalarındaki zayıflamalar ve reform eksikliklerinin etkili olduğu söylenebilir. Türkiye, 2013 yılından bu yana 16 puan kaybederek bu yıl yeniden 34 puan almış ve böylece Avrupa Birliği üyelik sürecinde olan ülkeler arasında en düşük puanlardan birine sahip olmuştur.
4. Ve son aşama ise yobazların en etkin olduğu sadece kendi uydurduğu düşünce veya dini görüşleri mahkemelerle halka empoze etmektir. Bunu yaparken yasaları sürekli değiştirmek gelmektedir. Geçen ay veya geçen yıl uygun olan zamanımızda yasak olması en bariz örnektir. Hukukun toplumun değişmez bir merkezi, herkesin ve her şeyin davranışını yönlendiren değişmez bir dizi kural olduğu yaygın bir algıdır. İnsanlara gerçekten küresel bir doğru ve yanlış olduğuna dair inanç verir. Bu düşünce çoğu zaman doğru olsa da, bazı temel insani ilkelerden saptığımızda geçerliliğini yitirir. Örneğin, cinayet veya hırsızlıkla ilgili yasalara bakıp bunların tam olarak ne anlama geldiğini ve toplumumuzda nasıl sabitlendiklerini anlamak çok kolaydır. İnsanları öldürmenin veya birinin evine girip değerli eşyalarını çalmanın suç olduğu konusunda evrensel olarak hemfikiriz, çünkü bunlar insanların kötü olarak kabul ettiği temel şeylerdir, öldürmek ve çalmak. Ancak, örneğin ulusal silah pazarını anlamaya ve insanların belirli silahları satın alıp almaması gerektiğine karar vermeye çalışırken işler çok daha zorlaşıyor. Kapsamı ve etkisi çok daha büyüktür.
*Sonuç olarak, halkın iradesini yansıtan mahkemeler bizi bir ulus olarak ileriye götürdüğü görülse de, yasal kararlar almak için değişen zamanlara güvenirsek tehlikeli bir duruma düşeriz. Değişen zamana ayak uydurma işi büyük ölçüde yasama organına ve yöneticilere, yani halkın düzenli olarak seçilen temsilcilerine düşmelidir. Halkın talep ettiği politikaları yürürlüğe koymak veya değiştirmekle sorumlu olmalıdırlar. Her 4-5 yılda bir yapılan seçimler ve seçmenlerin yoğun katılımıyla, hükümet, toplumla iletişimde kalmak için en uygun olandır. Mahkeme, kamuoyuyla bu şekilde etkileşimde bulunmamalıdır. Mahkeme halkı takip etme işine girerse istedikleri emsali oluşturabilecekleri tehlikeli bir gelecek sunar. Neyin yasal neyin yasadışı olduğuna karar vermek yerine, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermeye başlayabilirler. Ömür boyu Mahkeme'de kalırlar ve hatalarını düzeltmek uzun yıllar olabilir.