ABD’nin İrana saldırısı

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

ABD Başkanı Donald Trump, 2015 yılında uluslararası mutabakatla alınan diplomasi kararı yerine savaşı seçti. 21-22 Haziran gecesi İran’ın üç nükleer tesisine saldırı düzenledi. Siyonist İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme projesine hizmet etti. Hukuku değil, orman kanununu, kuvveti seçti. Artık dünyada hiçbir ülke güvende değil. Dünya bugün, dünden daha güvensiz bir hale geldi. Hukuk askıya alındı, güç kimde ise o egemenliğini kullanmayı seçiyor. Hukukun üstünlüğü değil, üstünün hukuku geçerli. Bu çok tehlikeli bir gelişme.

Umman’da ABD-İran görüşmeleri devam ederken diplomasi rafa kaldırıldı, ABD’nin Ortadoğu karakolu şefi Siyonist İsrail barış masasını dağıtarak İran’ın stratejik bölgelerine saldırı başlattı. Bir de utanmadan İran tekrar diplomasiye dönmeli gibi ikiyüzlü bir dil kullanıyorlar. İran saldırmadı. Saldırgan İsrail. Diplomasi masasını deviren ABD ve İsrail. Utanmadan nasıl oluyor da İran tekrar masaya dönmelidir, diyorlar? Hayret doğrusu. BM, BMGK, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu gibi uluslararası kurumların hiçbir değeri kalmadı. Bütün bu kurumlar maalesef ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Aslan, tilkiye boğduruluyor. Müthiş bir ayrımcılık yaşanıyor. Gazze’de Siyonist İsrail’in işlediği soykırım dibe vurdu. Yine uluslararası ülkeler ve uluslar arası kurumlar sessiz..

Biz dönüp İran İslam Cumhuriyetine bakalım.

Birincisi, bu savaşta, İran’ın füze ve iha üretiminin dışında, kendi hava sahasını koruyacak bir gücünün olmadığı ortaya çıktı. Siyonist İsrail’in ve ABD’nin uçakları geliyor istedikleri yeri bombalıyor. Füze kadar hava savunma sistemleri neden etkisiz? Neden İran, İsrail’in etkili bir şekilde hava alanlarını ve nükleer tesislerini vurmuyor? Eğer, İran, İsrail’in askeri hava alanlarını vursaydı en azından kendi güvenliğini sağlardı. Eğer, İran, İsrail’in nükleer tesislerini ucundan-kıyısından vursaydı İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğunu bütün bir dünyaya ifşa ederdi. Mazeret olarak ABD ve Batının uyguladığı ambargolardan söz edebilir. Tamam ama, etkin hava savunma sistemin de mi yok? Oturup bir öz eleştiri yapmalı.

İkincisi, şu anda İran’ın çevresinde onu destekleyen hiçbir devlet kalmadı. İran’ın siyasi ve dini lider kadrosu başlarını iki ellerinin arasına alıp bunu bir düşünmeli. İran’ın İslam âlemi ile niçin irtibatı kopmuştur? Burada asıl mesele mezhep farlılığı mıdır yoksa mezhep farklılığını bir silah gibi bütün bir dünyaya dayatmak mıdır? Oturup bu soruya cevap bulmalı. Öyle her sene sözde vahdet toplantıları yapmakla bu iş olmuyor. Bu mübarek kelimenin de içi boşaltıldı. Tek başına vahdet olmaz. İran, Saddam Hüseyin devrildikten sonra ABD ile Irak’ta yaptıklarını sorgulamalı. Şiileştirme uğruna Bağdat ve Musul’da yaşayan sünni Müslümanlar en vahşi bir şekilde katledildi, kaçanlar da Felluce bölgesine sığındı. Camiler, hüseyn-i irşad dedikleri kültür merkezlerine çevrildi. Amacı, Irak’ı topyekün şiileştirme siyasetinde bir araç olarak kullandığı Haşdi Şabi örgütü derhal dağıtılmalı. Bu örrgüt Şii olmayan Müslümanlara karşı çok vahşi davrandı, hala da davranıyor. Suriye’de Kasım Süleyman eliyle ayrımcılık yaparak sünni Müslümanlara karşı işlediği vahşet ve dehşet hala hafızalarda. Bir milyona yakın Müslüman katledildi. Yemen gibi başka yerlerde de buna benzer mezhep yayılmacılığı uğruna ayrımcılıklar ve zulümler yapıldı. Bu yapılanlar saymakla bitmez. Eğer İran yeniden İslam dünyasının bir parçası olmak istiyorsa bir politika değişikliğine gitmeli. Mezhep yayılmacılığı yerine Müslümanların kardeşliği temelinde sahih İslam anlayışını yaymalı. Bugüne kadar İslam dünyasında yaptığı şen’i işlerden dolayı özür dilemeli. Belki o zaman Müslüman dünyanın güvenini kazanabilir.

Biz Müslümanlar “ehl-i kıble tekfir edilemez” inancından hareketle yine onları Müslüman sayıyoruz. Biz ayrımcılığa gitmiyoruz. Acaba onlar Şii olmayan Müslümanları, Müslüman sayıyor mu? Hala akaid kitaplarında on iki imama itikadın bir itikat ilkesi olduğu yazıyor. Onların bu inancını kabul etmeyen kimsenin itikadi hükmü nedir? Bunun cevabını herkes biliyor. İtikatta tevhit olmazsa, sosyal tevhid nasıl gerçekleştirilecektir?

Sonuç olarak, biz Müslümanlar ABD ve Siyonist İsrail’in uluslararası hukuka aykırı olarak İran’a tecavüz etmesini lanetliyoruz. Ortadoğu’da her şey Siyonistlerin güvenliği için yapılıyor. Müslüman halkların güvenliği söz konusu değil. Çünkü Siyonistlerin gözünde Müslüman halklar insanımsı varlıklar olarak kabul ediliyor. Müslümanların bir böcek kadar bile değeri yok. Dolayısıyla İran, “bir musibet bin nasihattan evladır” sözünden hareketle oturup bugüne kadar izledikleri politikaları gözden geçirmeli ve özellikle Müslüman halklarla olan ilişkilerinde acilen İslam’ın kodlarına yeniden dönmeli ve bir politika değişikliğine gitmelidir. Mezhep temelli yaklaşımdan uzaklaşarak, salt İslam temelli bir yaklaşıma evrilmelidir. Bu değişimleri yaptığı zaman, ancak, İslam dünyasının güvenini kazanabilir. İşte o zaman vahdetten, ittifaktan ve ittihattan söz edebilir.