Ağaç mı olacağız, odun mu?

Mehmet Toker

Merak etmeyin, botanik üzerine yazmayacağım. Ancak, başlığımızdan hareketle, girizgâhta şu hususu ifade etmemiz uygun olacaktır. Ağaç; kökleri toprağa bağlı, topraktaki mineralleri soğurarak bünyesine taşıyan, yaprakları vasıtasıyla fotosentez yapan (nefes alan), meyveleri olan canlı bir organizmadır. Bu canlı organizmayı, köklerinden kopardığınız zaman, yani kestiğiniz, onu öldürdüğünüz zaman, o artık ağaç olmaktan çıkar. Odun olur. Maddesi, özü değişmez ama kökü ile bağlantısını kesildiğinden ve artık köklerinden beslenemediğinden dolayı, o artık bir odundur. Odunun layık olduğu yer bahçeler değil, olsa olsa soba, şömine, ocak ve benzeri yakılabileceği yerlerdir.

İşte, millet dediğimiz unsurda tıpkı bir ağaç gibidir. Kökleri olan, toprağı ile bağını koparmamış, o köklerden beslenerek dalbudak veren, yaprak açan, çiçek açan, meyve veren canlı bir organizmadır. Bugün millet olarak, 2019 yılına geldiğimizde, kökünden koparılmış, tabiri caizse odun olarak bir kenara atılmış, çürümesi beklenilen veya zaman zaman farklı ateşlerle tutuşturulup yakılmaya calışılan bir ağaç gövdesinden; "acaba yeniden filiz verir, yeniden ağaca dönüşerebilir miyiz?" bunun mücadelesini veriyoruz. Sadece siyasi anlamda anlamak veya  algılamak  da yanlış olur. Hani, bazı ağaçlar görmüşsünüzdür. Kesilir, toprağa devrilir ama toprakla irtibat kurduğu noktadan yeniden kök atıp, toprağa tutunup, köklerine dönmeye çalışır. Yeniden boy verip, dalbudak salmaya, çiçek,  yaprak açmaya  gayret eder. İşte, bugünkü hâlimiz de tıpkı buna benziyor.

Osmanlı Devleti'nin son padişahı olan, Sultan Vahdettin'in, İngilizler marifetiyle ve içerideki işbirlikçilerinin ihanetiyle yurtdışına çıkarılıp (Mustafa Armağan "kaçırıldı" diyor),  akabinde son halife Abdülmecid Efendi'nin yurt dışına sürgün edilip, sonra da 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan yasalarla, Osmanlı Çınarı köklerinden koparılmış ve toprağa tutunmuş olduğu Anadolu coğrafyasına devrilmiştir.  Tabii, Osmanlı Çınarı'nı köklerinden koparmadan önce dalbudak salmış olduğu Karadeniz'in kuzeyi,  Balkanlar, Kuzey Afrika, Arap Yarımadası ve Mezopotamya'nın Güney kısmındaki dalları kırılmış, kesilmiştir. Meyveleri talan edilmiştir.  Kendi toprağına devrilen bu koca çınar, geçen 95-100 yıllık süreç içerisinde farklı noktalarından da yakılmaya çalışılmıştır. Osmanlı'dan miras kalan arşiv belgelerinin Pilli Şef döneminde hurda kağıt olarak Bulgaristan'a satılması veya rutubetli izbelerde çürümeye terkedilmesi, Camilerin, Dar'ul Kurra, Dar'ul Huffaz ve medreselerin satılması yada  ahıra çevrilmesi,  siyasi tarihimizdeki askeri müdahaleler, bunun yanı sıra toplumda kamplaşmaya, kutuplaşmaya sebep olan Maraş-Çorum olayları, sağ sol çatışmaları, yaklaşık 40 yıldır milletin başına bela edilen terör çatışmaları ve birtakım terörist eylemler, bu ateşe vermenin yansımaları olarak da değerlendirilebilir.

Elbette koca çınarın yıkılmasını arzulayan ve bu amaçla onlarca entrika kurup, akabinde yıktıktan sonra bile kendi haline bırakmayan güçler, tabiidir ki; çınar'ın yeniden yeşermesini toprağına tutunup yeniden canlanmasını asla ve asla istemezler. Bundan dolayı da toprakları üzerinde yatmakta olan o ana gövdeyi kendi haline bırakmalarını düşünmek safdillik olur. Onun için sürekli olarak eğitim sistemimiz, genç kuşaklarımız,  toplumumuzun farklı katmanları arasında oynanılan ayak oyunlarının,  gençliğin sürüklenmeye çalışıldığı deizm ve ateizm inançlarının, perde arkasında bu korku olduğunun farkına varmamız gerekiyor.  Uyuşturucunun, alkolün, hedonizmin özendirilmesinde yine aynı odakların iş başında olduğunu görüyoruz. Okullarımızda, gençliğin farklı fikri cereyanların etkisiyle savrulması isteniliyor. Bunun da ötesinde köklerinden bî-haber, geleceğe dair idealleri olmayan, günübirlik yaşayan, mazoşist, sadist, hedonist, kapitalist,  materyalist, sekülerist, ateist ve deist bir toplum kurulmaya çalışılıyor.

Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen ETCEP projesi veya geçtiğimiz hafta yine resmi yazışması medyaya yansıyan, "okullarda yoga eğitimi projeleri",  toprağına  devrilmiş olan çınarın, kök vermeye çalışan filizlerini kesme ve koparma amaçlıdır.  Halbuki bu toplumun köklerinde, "toplumsal cinsiyet eşitliği" değil, "toplumsal cinsiyet saygınlığı" vardır.  Kadın, kadın olarak, erkek, erkek olarak saygındır. Ortaya karışık bir cins anlayışı söz konusu değildir. Bu toplumun kökenlerinde, Hind-Çin coğrafyasının inancı olan hinduizmin ibadeti olan "yoga" değil; bindörtyüz  yıldır dünyaya kök salmış olan, bin yıldır, milletimizin bu topraklarda canlı bir varlık olarak kalmasını temin etmiş olan İslam inancının ibadeti olan "namaz" vardır.  28 Şubat sürecinde ve devamında,  "öğrenciler okulda cemaatle  namaz kılarken yakalandı" yada "öğrenciler topluca cuma namazına gittiler" diye flaş haber!!! yapanların yarın bir gün "okul öğrencileri topluca yoga yaptı" diye flaş haber yapmasını beklemek bu çınar'ın gövdesinden tahtalar ihmal etmek isteyenleri ya da çınar'ın gövdesini parçalayıp kendi cehennemlerinde yakmak isteyenleri anlayamamanın en bariz göstergesi olur.  Hafta sonu  itibariyle gazetelere yansıyan bir haberde, önümüzdeki aylarda Van'da rock'n roll veya Metallica konseri düzenleneceğine dair bir bilgi paylaşılıyordu. İnsan, ister istemez düşünüyor. Van'da böyle bir konser düzenlemek hangi amacı hedeflemektedir? Sırf sanatsal bir etkinlik midir? Yoksa, yıllardır sömürülen doğu gençliğinin artık kandırıldığının,  uyutulduğunun farkına varıp ta, uyanmak için çaba gösterirken yeniden farklı bir marka morfinle, morfinlemek ve bir müddet daha gaflet içerisinde uyumasını temin midir?

Bugün şunun farkına varmalıyız ki; üzerinde bulunmuş olduğumuz topraklar hiçbir zaman için gaflet uykusunda uyuyanları hoş karşılamayacak olan bir coğrafyadır. Daima uyanık olmayı gerektiren, daima sorgulamayı, hadisatın perde arkasını görmeyi gerektiren bir coğrafyadır.  Onun için mücadele yeniden mazisine kök salarak istikbalini inşa etmeye çalışan bir milletle, o milletin kökleri ile buluşmasını engelleyip gövdesinden kereste, tahta, odun çıkarmaya çalışan şer  bir gücün mücadelesi olarak anlaşılmalıdır.  1918'lerden başlayıp 2019'lara uzanan bu süreçte yaşanan bütün darbeleri, çatışmaları, terörist eylemleri, okullarda, üniversitelerde gençler arasında yayılmaya çalışılan bütün sapkın inançları, anlayışları; bireyleri düşünmekten, düşünce üretmekten alıkoyan, bilumum proje, operasyon ve girişimleri bu kabilden değerlendirmemiz gerekiyor. Bunları yaparken, şu hususu da göz ardı etmememiz lazım. Ağacın gövdesine sirayet eden ve o gövdeyi çürütmeye çalışan kurtçukları da iyi tanımalıyız. Bu kurtçukların adının fetö, metö, kutö, sütö olması, kurtçukların görüntülerinin farklı olması, cinslerinin ayrı olması, amaçlarının bir olmadığı anlamına da gelmiyor. Veya ağacın gövdesini yakmaya çalışan fitne ateşlerinin pkk, dhkp/c, işid, olması, ateşi yakan elin farklı olduğu manasına da gelmiyor.  Mesele ağaç olabilmekte, toprağa tutunup gökyüzüne dal uzatabilmek, yaprak açıp, rengarenk çiçekler açıp, farklı meyveler verebilmektedir. Yoksa odun olmaya ve başkalarının fırınında yanmaya mahkum oluruz. Mesele sadece ağaç değil, bilmem anlatabildim mi?