Akademi alarm veriyor

Prof. Dr. Önder Kutlu

Toplumların tüm bileşenleriyle birlikte yükselip, birlikte çöktükleri bir realitedir. Çeşitli meslek mensuplarının, kamu ve özel sektörün, sivil toplumun kalitesi genellikle birbirine yakındır.

Kalkınma ve gelişme de bütün bu unsurları birlikte yükseltebilen toplumlarda sağlanabilir. Biri, bir sektör ya da meslek grubunun veya toplumsal bir kesimin iyi olduğunu, ama diğerlerinin aynı kalitede olmadığını söylerse inanmayın.

Bileşik kaplar teorisi çalışır yani.

Türkiye’nin nasıl gelişeceği ve kabuğunu kıracağına dair çeşitli teoriler geliştirilir. Belli grupları suçlayanlar, yetersiz bulanlar bir gerçekliktir.

Şahsen suçlanması ve eleştirilmesi gereken ilk alanın akademi olduğuna inanıyorum. İğneyi önce kendime çuvaldızı başkalarına batırmanın gerekli olduğunu düşünürüm.

Bunun için yeterli ve geçerli sebep var.

Toplumların bozulması da toparlanması da akademi öncülüğünde oluyor.

Üniversitelere yüklenen üç misyon var: Eğitim - Öğretim, Araştırma – Geliştirme ve topluma hizmet.

Tüm bu alanları sağlıklı biçimde doldurduğuna inanılan yükseköğretim kurumları var olabilir. Ama kahir ekseriyetinin yeterli seviyede hizmet üretebildiğini söylemek zor.

Buna mühendislik ve fen bilimleri alanı da dahil, sağlık da, sosyal bilimler de.

Kalite bakımından son dönemlerde atılan merkezi adımlar gösteriyor ki, ummadığınız üniversiteler çok ciddi atılımlar yapmışlar. Başarı beklediğiniz kurumlarsa nal topluyor.

Anadolu’ya yayılan kalite kültürünün yanında anlı şanlı kurumlarda atalet mevcut.

İçinde bulunduğu toplumun dertleriyle dertlenen, onunla birlikte yürüyen, toplumun gerçek sorunlarına akılcı ve gerçekçi çözümler üreten üniversite sayısı çok az.

Yükseköğretim Kalite Kurulu üniversitelere yapılan ziyaretleri ve kalite değerlendirmelerini içeren raporları kamuoyuyla paylaşıyor. Orada yöneltilen eleştiriler ya da güçlü yön olarak ifade edilen konular adeta üniversitenin karnesi durumunda.

Yökak web sitesinden (https://yokak.gov.tr/) raporlar başlığı altından tüm rapor ve değerlendirmelere ulaşılabilir.

Akademisyenlerin parayla yayın yaptırdığından tutun da etik ihlallere kadar çok ciddi iddia ve ithamlara medyada sıkça rastlamamız, bu kurumların keşif, buluş ve başarılarını görmek isterken düşen kaliteye yönelik eleştirilere muhatap olmamız gerçekten üzücü.

Herkes üzerine düşeni yapmak durumundadır. Medyaya ve tribünlere oynayan üniversiteler ve rektörlere birileri dur demek zorundadır.

Bunlara ilişkin maalesef sağlıklı reflekseler geliştirilebildiğini söylemek mümkün değil.

Başarı ne kadar ödüllendiriliyor, başarısızlığa karşı hangi tedbirler alınıyor sorularının bir cevabı yok.

İlk elden, öğrencilerin motive edilmeleri, eğitim ve öğretime bari ağırlık verilmesi gerekir.

Arkasından akademisyenlere hesap sorulması gelir.

Ama hesap soracak olanlar daha iyi olmak kaydı şartıyla.

Kendinden olmayan özelliği atayacağı öğretim üyesinde arayan bir rektörü ve senatoyu kimse dinlemez.

İyi bir bilim adamı olmadan iyi bir üniversite yöneticisi olunmaz.

Her iyi bilim adamı iyi bir yönetici olmayacağı, ama her yöneticinin mutlaka iyi olması gerektiğini düşünüyorum.

Akademisyenlerimizin uluslararası literatürü takip edecek derecede lisan bilmemeleri, yapılan yayınların amaçsız ve yararsız olması ve üniversite yönetimlerinin liyakat ilkesine değer vermediğini göstermemeleri gibi olumsuzluklar çok yaygın.

Bu kadar genç insanı, hayatlarının en verimli ve kıymetli döneminde emanet olarak alan kurumlara çok büyük sorumluluk düşüyor. Bu sorumluluğu içe kapanarak değil, topluma danışarak ve birlikte yerine getirebilir üniversiteler.

Üniversitenin aktif bir danışma kurulu var mı, mesela?

Bu kurumlar düzelmeden işimiz çok zor.

Ümit, hızlı ve kararlı adımlar atılmasına bağlı.

Bu haliyle, saldım çayıra…