AKİL MİLLET, AKİL İNSANLAR

Prof. Dr. Önder Kutlu

Bugünlerde Türkiye, uzunca süredir gözlemlediği ve Nevruzla beraber çözmeye bir adım daha yaklaşacağını düşündüğü Çözüm Sürecine odaklandı. Gelebilecek her türlü habere duyarlı. Çözüme taraftar, ancak yaşanan acıların, kan ve gözyaşının unutulmasını da istemiyor. Herkes sürecin selameti konusunda duyarlı, ortaya çıkabilecek olumsuzluklar konusunda ise hassas.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta Ukrayna dönüşü havaalanında yaptığı açıklamada bir taraftan milletin hissiyatına tercüman oldu, diğer taraftan da muhtemel tartışma ve problemler konusunda ipuçları sundu. Zira süreç konusunda toplumun ciddi bir kesiminin kafası karışık. Bir yandan terörün bitmesini istiyor, diğer yandan bölücü, ayrılıkçı katillere taviz verilmesine razı değil.

Cumhurbaşkanı ‘doğmadık çocuğa don biçilmesine’ sıcak bakmıyor. Evet, çözüm görüşmeleri yapılıyor. Her iki tarafta çözüm adına samimi bir şekilde gayret sarf eden gruplar mevcut. Yapılan beyanlardan İmralı’nın ‘bitme’ taraftarı olduğunu anlıyoruz. Lakin eli kanlı terör örgütünden silah bırakma yönünde bir görüş, irade sadır olmuş değil. Henüz ‘çocuk’ doğmadı. Müşahhas netice alınamadı.

Devlet adına hareket eden görevlilerin ‘oldu da bitti maşallah’ tavrı takınması şık olmadığı gibi, rasyonel de değil. Devlet ciddiyet ister. Devlet kararlı olmayı gerektirir. Devlet ‘eli havada’ kalmayacak kadar önemli bir otorite. Tecrübe ve geleneklerimiz bunu söylüyor.

Değerlendirmeye aldığımız müzakere süreci konusunda elimizde somut bir örnek mevcut. Benzerlikleri belki tartışılabilir ama yararlanabileceğimiz bir çerçeve sunuyor aslında. HDP – devlet görüşmelerinde, Avrupa Birliği ile müzakerelerde takip edilen prosedür yol gösterici olabilir.

Üyelik müzakerelerinde, görüşme konusu yapılan şey AB müktesebatının, Avrupa ‘değerlerinin’ aday ülkelerce nasıl alınacağı, hangi zaman diliminde ve ne şekilde uygulanabileceğidir. Yoksa AB değerlerini alma ya da almama yönünde bir irade ortaya konulması da istenmiyor. Mutlaka alınacak. Zaman ve zemin tartışılabilir. Kanaatimizce Çözüm Sürecinde benzer bir durum var.

Terörün bitirilmesinde aynı yol ve ilkelerin takip edilmesi bizi üzmez, kırmaz, incitmez. Nihayetinde, AB sürecinde nasıl Avrupa tarafı müzakerelerin ‘patronu’ ise, Çözüm Sürecinde devlet nihai fikri ortaya koyma, son sözü söyleme hakkını elinde bulundurur. Süreçte eşit iki taraf mevcut değil. Küfüvvet söz konusu olamaz bile. Çözüm örgütü ve terörü bitirirken, devleti güçlendirecek.

Cumhurbaşkanımız bunun unutulmasını istemiyor. Karşı tarafın hak ettiğinden ‘fazla’ dikkate alınmasını içine sindiremediğini ifade ediyor. Barışın, çözümün alternatifi yok. Bir taraf bu değer ve ilkelere atıfta bulunurken, diğer tarafın ‘şunu kabul etmezseniz öldürmeye devam ederiz’, ‘bunu yapmazsanız sokakları terörize ederiz’ demesi, kusura bakılmasın, alçakça.

AB müzakere sürecinde en önemli ilkeher şey bitmeden, hiçbir şeyin bitmeyeceğidir’. AB sürecinde nasıl tüm fasıllar, yani 35 başlığın tamamı görüşülüp, çözüme kavuşturulmadan hiçbiriyle ilgili kazanılmış hiçbir hak bulunmazsa, HDP heyeti ile görüşmelerde de ‘her şey bitmeden, hiçbir şey tamam değildir’. En son noktaya kadar, kazanılmış bir ‘mevzi’ olmaz.

Görüşmelerde karara bağlandığı anlaşılan Gözlemci Heyet konusunda Cumhurbaşkanının görüşlerinin daha tercihe şayan olduğu ortada. Soruyor Cumhurbaşkanı: ‘Neyin gözlemini yapacaksınız? Neden örgüte taviz verildiği görüntüsü veriyorsunuz?’ Heyet terör örgütünü gözleyecek, devleti değil. Henüz bir silah bırakma durumu gerçekleşmedi. Henüz örgüt İmralı’nın çağrısına cevap bile vermedi. Ne bu acullük. Cumhurbaşkanımız çok haklı.

Meseleyi dramatik hale getiren Bülent Arınç’ın açıklamaları. ‘Yetki ve sorumluluğun hükümette olduğundan’ bahisle, Heyet kararının doğru bir adım anlamına geldiği fikrinde ısrar ediyor. Akil insanlar içinden bir grubun heyette görevlendirileceğini söylüyor. Zannımca, Üç Dönem Kuralına takılan Arınç giderayak ‘efeleniyor’. Geriyor. Germeye çalışıyor. Biliyoruz ki Çözüm Süreci MGK güdüm ve kontrolünde ve bir devlet politikası olarak yürütülüyor. MGK’nın başı olarak Cumhurbaşkanı sürece müdahil. Onayı olmadan çözüm olmaz. İhtimal yok.

Başbakanımızdan konuyla ilgili bir açıklama gelmiş değil. O daha ‘makul’. Meselenin çok ‘boyutlu’, çok ‘kapsamlı’ yapısının farkında. Dünya örneklerini iyi biliyor. O nedenle ‘topa’ girmiyor.

Hükümetin ‘topu’ kendi cephesinde kabul etmekle ileride ortaya çıkabilecek problemleri üzerine çekerek, ‘yıldırımlara paratoner olma’ durumuna düşmesine hiç gerek yok. Bu nedenle sürece milleti dâhil etmeli. Birkaç ‘akili’ değil. Toplum için faydalı olabilecek çözüm, akil insanlarla değil, akil milletle mümkün olabilir.

‘Akil millet’ Cumhurbaşkanının izinde. Birkaç akilin yapabileceği şey sınırlı. Akil insanlar içinde tasvip görmeyenler de var. Ama akil millet öyle değil. Akıl, izan, irfan, ikram, inam milletimizin mayasında mevcut. Çözümü birkaç kişide aramaya gerek yok.

Heyet kimi gözleyecek? Eğer karşı tarafın istediği gibi bir gözlem olacaksa, devletin adım atması mantığı üzerine kurulu bir kurgu varsa, bu milleti tatmin etmez.

Devlet zaten yapacağını yaptı. Kürtlerin ‘eşit yurttaşlar’ olarak siyasi ve sosyal sistem içinde yer almaları için gerekli düzenlemeleri uygulamaya koydu. Dahası yok.

Çözüm millete müracaat etmek. Gözlemi milletin derin hissiyatı yapacak. Yaklaşan seçimler bunu test edecek. Cumhurbaşkanı bunu gördü.

Tüm toplum da görse iyi olur...