Algı mı? Olgu mu?

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

İletişim, bilişim ve teknolojinin adeta ışık hızıyla gelişim gösterdiği günümüzde ister kamu ister özel sektörde yetki ve sorumluluk sahibi olan hiç kimse “yoğurdum ekşi” dememektedir. Demokratik ülkelerde seçimle işbaşına gelen yürütme konumundaki hükümetlerin başkanları ile milyonlarca kişiyle mal ve hizmet üretimi yapan irili ufaklı binlerce firmanın yetkililerinin yaptıkları açıklamalara bakıldığında, dünyada ülkeler arasında herhangi bir sorunun olmaması, serbest piyasa ortamında faaliyetlerine devam eden firmaların ise mali ekonomik refah içinde yüzüyor olmaları gerekirdi. Paradoks şu; ya hükümet başkanları ile yetkilileri ile firmaların sahiplerinin söylemleri yanlış, ya da yaşanılan durum. Aradaki fark ise gerçeğin kendisidir ve ne yazık ki bireyler hayatlarını yapılan açıklamalar değil, bizzat yaşadıkları yönlendirmektedir.

Sekiz milyarı aşan dünya nüfusunun en iyimser tahminle dörtte biri hariç geri kalan kısım, gelir – gider dengesizliği nedeniyle ekonomik sorunlar cenderesinde yaşamaktadır. Kişi başına geliri iki bin USD düzeyinde olan temiz su, temel gıda maddeleri ve giyecek malzemeleri bile bulmakta zorlanan geri kalmış ülkelerdeki insanların yaşam şartları, zaten gelişmiş ülkelerin ilgilendiği konular arasında son sıralarda bile yer almamaktadır.

Otuz trilyon USD ile dünyanın en büyük GSYH’sına ve askeri gücüne sahip ABD’nin, verdiği 1.4 trilyon USD düzeyinde dış ticaret açık (2024 yılında Türkiye’nin GSYH’ı kadar) karşısında, Trump’ın başkanlık koltuğuna oturur oturmaz Çin’e karşı başlattığı ancak karşılaştığı hamlelerle geri adım atmak zorunda kaldığı vergi oranlarına müdahale uygulamasına, Japonya ve G. Kore başta olmak üzere öncelikle açık verdiği başta on dört ülke olmak üzere ABD çıkarlarına hizmet etmeyenleri de katarak, çemberi genişletme çabası içindedir. Dışarıdan bakıldığında refah ülkesi olarak değerlendirilen ABD’nin, verdiği büyük tutardaki açık ve bağlantılı olarak yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlar göz önüne alındığında, çözmek zorunda kaldığı birçok sorunun olduğu açıktır. Hemen tüm ülkelerin kendine göre bir takım sosyal sorunları (eğitim, sağlık, altyapı, hukuk, demokrasi, insan hakları, fiyat istikrarı vb.) olmasına rağmen, hızla silahlanarak barış sağlanacağının mantığı var mıdır?

Konu Türkiye açısından değerlendirildiğinde, açıklanan ihracatta rekorlara ulaşıldığı, GSYH ve dolayısıyla kişi başına düşen gelirin son yirmi yılda USD bazında çok büyük oranda artış gösterdiği, yüksek teknolojiye dayanan sanayi üretiminde önemli derecede gelişim içinde olduğu, işsizlik yapılan hastaneler, yollar, okullar, bakıma muhtaç olanlara götürülen yardımlar göz önüne alındığında sosyal refah devleti anlayışında önemli mesafeler kat ettiği, işsizliğin kontrol altına alındığı, dış borçların ödenebilirliğinin sürdürülebilir hale geldiği gibi sürekli olumlu bilgilerle, seksen altı milyonun her bir vatandaşı olarak haber bombardımanı altında yaşadığımız yadsınamaz bir realitedir. O zaman sormazlar mı? Madem ekonomi alanında bu kadar pozitif verilere sahip bir ülkede, halkın çok büyük bir kesimi ancak temel ihtiyaçlarını dahi zorlukla karşılayabilmektedir? Hane halkında baba dışında birkaç kişi daha çalışmasına rağmen, bir kenara tasarruf amacıyla birikim ayrılamamaktadır? On altı milyon emeklinin yaklaşık dörtte üçünün yirmi bin liranın altında maaş alabildiği ve bu maaşıyla ev kirasını ancak ödeyebilmesi durumu nasıl açıklanabilir? Ulusal çapta dağılmış zincir marketler başta olmak üzere firmaların keyfi fiyat artışları neden önlenememektedir? Bir yılda maaşlar TÜİK tarafından enflasyon verilerine göre hesap edilerek belirlenirken memur, işçi, emekli ve sabit gelirlilerin satın alma gücü yıllardır neden azalmaktadır? Yoksa TÜİK’in açıkladığı veriler piyasanın gerçekliğine uymamakta mıdır?

Keşke algılar gerçek olsaydı da, algı-olgu ikilemi gibi bir derdimiz olmasaydı.