Her gün işe giderken önce otobüs, sonra tramvay, ardından da tabanvayı kullanır, oldukça zahmetli bir yolculuktan sonra ancak varırız işyerine. Çalışıp, ter döker o da yetmezmiş gibi yorgunluğun yükünü sırtlanıp öyle döneriz evlerimize. Omuzladığım yorgunluğu benim gibi sırtlanan bir yol arkadaşım daha vardır yanımda. Aynı sokakta bir birine yakın iki evde oturduğumuz Rıza ile uzun zamandır aynı işyerinde çalışırız. Aynı mahallede, aynı sokakta ve bir birine yakın iki evde otururuz onunla. O benim tıpkı kardeşim gibidir, ne ayrımız var ne de gayrımız. O ailesiyle yaşar, bir evin bir oğludur. Ben ise bekâr yaşarım iki odalı küçük bir evde. O İstanbul’un yerlisi, ben taşranın ücra bir yerinden çıkıp geldim İstanbul’a. İş bulmam başta olmak üzere her şeyde Rızanın büyük emeği var üzerimde. Onun hakkını asla ödeyemem.
Rıza ile İşe giderken ve işten dönerken hep hayallerimizden bahseder, geleceğe yönelik ideallerimizi anlatırız bir birimize. O, her zaman bir an önce okulunu bitirip, turizm rehberi olmayı; bu sayede “orası senin burası benim” kabilinden hem gezip hem de para kazanmayı arzu ettiğini söyler. Bu yüzden de edineceği mesleğin, “olmazsa olmaz” ı olan İngilizceyi ilerletmek için gerek otobüste, gerekse tramvayda elinden hiç bırakmaz İngilizce kitabını. Benim idealimde ise öğretmen olmak var. Eğitimimi tamamladım diplomamı aldım ama yetmedi. Öğretmenliğe atanmak için girdiğim sınavlar da cabası. Demokles’in kılıcı gibi tepemde sallanan, “kontenjan” uygulaması geçit vermedi öğretmenliğe atanmama. Yıllar geçti hala beklemedeyim. Okulda öğrendiğim bilgiler zihnimi terk etmesin diye Rıza gibi ben de kitabı düşürmem elimden. İnsanın güvenebileceği böyle, “kafa dengi” bir arkadaşa sahip olması ne güzel şey! Demek ki kısmeti açık olan biriyim diye geçiririm içimden. Anlatmaya, öğretmeye çocuklarla vakit geçirip onların gencecik beynindeki bilgi açlığını doyurmaya talibim ama ne gam. Benim talip olmam talep olmayınca bir şey ifade etmiyor ne yazık ki! Bu konuda belki Rıza benden daha şanslı; önünde okulunu bitirmek için sadece bir yılı kaldı. Mezun olur olmaz gurubuyla beraber hem ülkeleri gezecek, hem de para kazanacak.
Rıza bir konuşmamızda bana; rehber olarak yurt dışına çıktığında orada tanışacağı kızı İstanbul’a davet edeceğini ve anlaştığı takdirde onunla evleneceğini söylemiş ve benim fikrimi almak istemişti. Ben kendisine, gönül işinin planlanamayacağını karşısına kimin, nerede ve nasıl çıkacağının bir takdir meselesi olduğunu, Allah’tan hayırlısını istemesi gerektiğini söylemiş, cümlemi; yerinde olsam uzaklara gitmezdim İstanbullu bir kızla hayatımı birleştirirdim diye bitirmiştim.
Zaman çok çabuk geçti. Rıza işe başlar başlamaz, ilk gittiği yabancı ülkede Martina adlı bir kızla tanışmıştı. Beni; “ sana diyeceklerim var!” diyerek evine davet etti. Eve gittiğimde kapıda beni tesettürlü sarışın ve mavi gözlü bir kız ile Rızanın annesi Ayşe teyze karşıladılar. İçeriden, “kardeşim gelmiş!” diye haykırarak boynuma sarılan Rıza’nın mutluluğuna diyecek yoktu. Rıza bana dönerek, “Biliyor musun Martina şimdiden Türkçe öğrenmeye başladı.” Dedi. Rıza’nın anne ve babası durumdan gayet hoşnut görünüyordu. O arada mutfakta ağlayan Ayşe teyzeye gözüm takıldı. Yanına gidip niye ağladığını sordum. Bana, “Ya gelinim oğlumu da alıp İspanya’ya taşınırsa ben ne yaparım!” dedi. Onun kaygısını giderecek cümle bulmak çok zordu benim için. İkimiz bir birimize bakakaldık öylece.
Güzellikler sizinle olsun.