AŞK, ÖZLEM ve ÖTESİ  (45)

Osman Uzunkaya

                Günler bir biri ardına sıralanmış tren vagonları gibi geçip gitmiş, adeta iple çektiğimiz ve merakla beklediğimiz Arafat’a çıkma zamanı gelip çatmıştı. Bugün Arifeden bir gün önceki gün olan Çarşamba günüydü. Bütün hacı adayları gibi bende ihramıma bürünüp bizi Arafat’a götürecek olan otobüsün gelmesini beklemeye başlamıştım. Otelimizin yanında bulunan Pakistanlı hacı adaylarının konakladığı otelin önü de tıpkı bizim otelimizin önü gibi ana baba gününe dönmüştü. Trafikteki yoğunluk artmış, her yeri korna sesleri kaplamıştı. Cadde eski model araçların istilasına uğramış, antika durumundaki araçlar bile cadde de boy göstermeye başlamıştı. İçi tıka basa insan dolu uzun burunlu midibüs ve kamyonetlerden tutunuz da kamyondan bozma otobüs görünümlü değişik cins ve model ne kadar araç varsa sanki burada toplanmıştı. Cadde boyunca sıralanmış araçlara binmek için telaş içerisinde sağa sola koşturan ve heyecanlı oldukları her halinden belli olan hacı adayları; Arafat’a çıkıp bir an önce hacı olmanın mutluluğuna erişmek için çaba sarf ediyorlardı. Onlar Dünya’nın her yerinden nur beldesine akın eden seçilmiş kişiler ve aynı zamanda da Rahmanın misafirleriydi.

                Ring usulü çalışan ve gurubumuza tahsis edilen otobüslerden birine binmiş, koltuklarımıza yerleşmiştik. Gurup hocamız otobüsümüzün içinde şöyle bir gezinmiş ve gurubumuzdaki arkadaşlarımızı kontrol ederek, hacı adayı arkadaşlarımızın tam ve noksansız olduğunu tespit edince şoförün yanına sokulup; “yallah ya hacı” diyerek kalkış start’ını vermişti.

                Yoğun bir trafikte dur-kalk yaparak seyreden otobüsümüz biraz geçte olsa etrafı dağlarla çevrili bulunan Arafat bölgesine ulaşmıştı. Bu bölge kısmen yeşil alanı olan ve belli aralıklarla ağaçları bulunan bir ova konumundaydı. Otobüsümüzün seyrettiği caddenin paraleline yapılmış olan ve yol boyunca uzayıp giden yarı yıkık duvarlar dikkatimi çekmişti. Bu duvarlar bu alana kurulan çadırların sınırını belirlemek için mi, yoksa güvenlik nedeniyle mi yapılmıştı? Bir türlü anlayamamıştım. O sırada Yavaşlayan otobüsümüz, demir turnikeli bir kapının önünde durmuş ve gurup hocamız; “Kardeşlerim Arafat’a hoş geldiniz.” Diyerek bize Arafat’a geldiğimizin haberini vermişti.

                Yatsı namazı vaktinde, önümüzde gurup hocalarımız ve şirket yetkilileri olmak üzere turnikelerden geçip çadırımızın bulunduğu alana doğru yürümeye başlamıştık. Sağlı, sollu ve nizamı bir biçimde kurulmuş bulunan çadırların önünden geçip, tahminen yüz metre kadar ilerledikten sonra kalacağımız çadıra ulaşmıştık. Ben yanımdaki bir gurup hacı adayı arkadaşımla sabahlayacağımız çadıra girerken, eşim de çadırımızın hemen yanı başında kurulmuş bulunan ve bayan hacı adaylarının kalacağı diğer çadırın girişine yönelmişti.

                Çadırdan içeriye adımımı atar atmaz, dev boyutlu klimalar homurtulu sesleriyle bizi karşılamıştı. İyi anlaştığım ve samimi olduğum bazı hacı adayı arkadaşlarımla birlikte çadırın ortalarına yakın bir yerde oturmaya karar vermiştik. Belirlediğimiz yere oturur oturmaz, şiddetli bir klima esintisine maruz kalmış, burada oturmamızın sağlıklı olmayacağını düşünerek çadırımızın dip tarafında bir yer bulup oraya yerleşmiştik. Altımızda çokta kalın olmayan bir halı, hepimize yetecek kadar da sünger yastık bulunmaktaydı. Lakin oturmakta olduğumuz zemin çok düzgün olmadığından bazen bağdaş kurarak ve bazen de yarı uzanmış bir halde oturmaya çalışıyorduk.  (devam edecek)

                Selam, sevgi ve muhabbetle..