Bir eşik var adını koyamadığım

İbrahim Çolak
Dağlım, hazinem…
Ölümler, türküler, ayrılıklar, nadanlıklar, okuduklarım, özlediklerim… Her şey beni ağlatır oldu.
Yaşımdandır, mevsimdendir, senin uzaklığındandır… 
 
Dün gece arkadaşlarla beraberdik; “Bakın ben de neler biliyorum, bakın sizin bilmediklerinizi de biliyorum…” minvalinde cümlelerim oldu. Hatta gıybete kapı açan cümleler de kurdum. Kimseye yakışmazdı, bana da yakışmadı. Balzac şöyle diyor; “Görgünün en önemli kurallarından biri kendinizden hemen hemen hiç söz açmamanızdır.” Kendimi görgüsüz buluyorum. Rabbim bizleri affetsin!
 
Hazır Balzac demişken; Balzac, on sekiz yıl süren bir aşktan sonra, elli bir yaşında, Polonyalı Kontes Hanska ile 1850 yılının mart ayında evlenir, evlendiği yılın haziran ayında da ölür. Kavuşmak ona da nasip olmamıştır.
 
Yemem içmem, uykum dengesiz ve unutkan olmaya başladım. Unutkanlığımın yaş ile alakası vardır elbet ancak benim bildiğim bir nedeni de giderek kimseden bir şey beklemiyor olmam. Hemen hiçbir şeyi kayda almıyorum; kitap isimleri ve dua edeceklerim hariç.
 
İki gecedir üzerimi çıkarmadan, uykusuz yaşıyor, okuyup yazmaya çalışıyor, okuyup yazdıkça heba ettiğim zamanların pişmanlığını yaşıyorum. Bu tür durumlarda aklıma, Raymond Radiguet’in “İçimizdeki Şeytan” kitabının önsözündeki satırlar gelir nedense: Bazı insanlar ölümlerine yakın daha bir yoğun çalışmaya başlarlarmış.
 
Bütün hayatımda ancak iki avucuma sığacak kadar cümle biriktirmiş olmak…
Ne bileyim, bazen, sanki hayatımı zayi etmişim hissi yaşatıyor bana.
 
Zamanında yarım bıraktığım veya yapmadığım işler sonradan ayağıma takılan engellere dönüşüp, günlük hayatımı aksatmama neden oluyor.  Kimse bize bir şey yapmıyor, biz kendimize yapıyoruz, ne yapıyorsak. Gerekirse geceler boyu uykusuz kalınabilir ancak bundan daha önemli olanı zamanında yapılan işlerdir, istikrardır.
 
Mealen, “Öyleyse, bir işi bitirdiğin zaman derhal başka bir işe giriş.” ayetinin somut halini ve bereketini yaşayınca insan, mutlu oluyor olmasına da Rabbinden, ayetlerden ne denli uzak olduğunu görüyor.
 
İnsanın yalnızca Allah'tan istemesi gerektiğini düşünüyor, bu düşüncemi iki saat sonra unutuyor, sonrasında da "aracılardan" istemenin acizliğini, sevimsiz ve alçaltıcı hüsranını yaşayınca da kendimden başka kızacak kimse bulamıyorum.
 
Kendi kalbime gölge olan her şey senin kalbine de gölgedir Dağlım.
Hangi kelimeyi, kavramı çok kullanıyor isek sorularımız da buradan geliyor.
Sözlerimiz de giydiğimiz elbiseye benzemeli, temiz, pak, örten ve güzelleştiren…
 
Yeni aldığım kitabın sayfalarına atlayarak bakıyorum. “İspanyolca’da ‘bekleme’ sözcüğü espera ile ‘umut’ anlamına gelen esperanza ile aynı kökten geliyor. Gide, Günlük’de şunu söylüyor: “Sala de espera. Ne güzel bir dil bu, beklemeyi umutla karıştırıyor!”
 
İnsanın kafasının karışık ve düşünceli olması, zihnini tuhaf bir hale sokuyor. Bunu yeterince açıklayabilir miyim bilmiyorum. Günler geçiyor; insanların bir şeyler dediğini duyar gibi oluyorsunuz, onlarla konuşuyor gibi oluyorsunuz, değişik programlara katılıyor gibi oluyorsunuz, en azından işinizi yapıyor gibi oluyorsunuz da aslında ne kimseyi görüyor, ne kimseyle konuşuyorsunuz ve biri o gün neler yaptığımızı soracak olsa, bir süre düşünmeden cevap veremiyorsunuz.
 
Evlerin, sokakların, manzaranın manası yoktur. Ancak yaşayan insanların değeri vardır Dağlım. Yan yana olduğumuz günler mutluyduk ve bu mutluluk, evden, sokaktan, manzaradan değil birbirimize aktardığımız bir duygudan ileri geliyordu. Birbirimizi sevdiğimiz için mutluyduk, şehrin kendisinden değil. Sevgi ve merhametin içinde, kimin elinin titrediği, kimin elinin kimin elini tuttuğu önemsizleşiyor, kendimizi, hüzün, sabır ve şükürle rengini bulan mutluluğa bırakıyorduk.
 
Güzele dair içimde ne varsa, sen de dâhil, onları oraya ben koymadım. Ben çıkaramam.
 
Sanki bir eşik var, geçemediğim, aşamadığım, bu eşiğin içinde, düşlerim, şehirler, kaybettiklerim ve korkularım var… Bir eşik var adını koyamadığım, bir eşik, bunun adını sen biliyorsun.
 
Uzun süre dinleyince türküler insanın içini oyuyor. Dalıp dalıp gidiyorum. Habu türkülerden uzak durmam lazım. Kazancakis ustanın şu sözünü hatırlıyorum: “Allah türkü söyleyenleri sever.” Rabbim bizi sevsin. Rabbim türküler için de şükürler olsun. Bunca türküden bahsetmenin üzerine sana “Yüreğumun yarisi kalsun sana hediye.” diyorum.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!