Bir yağmur kaçağı

Hasan Ukdem

Bu yıl bahar yağmurlu günlerle geldi, öyle de devam ediyor. Bu nedenle toprak nemli ve üzerindeki türlü nebatat canlı, renkli ve insanın içine işleyen bir güzellik taşıyor. Kuşların hali de oldukça hoş. Bizi bereketli bir yaz bekliyor Allah’ın izniyle. Her bahar olduğu gibi şair yüreklerde de bir değişim, bir etkileşim bu baharda da gözlemleniyor. Selçukya Şiir Akşamları’nda bir araya geldiğimiz şair arkadaşların yeni yazdıkları ya da eski şiirlerinden seçip okudukları bahar şiirlerinden bunu anlıyorum. Şiir güzel olan her şeyle uyumludur. Baharla şiir de birbirine çok yakışıyor. Çiçeklerin rengi, dalların yeşilliği, kuşların cıvıltısı; hep bir şiiriyet oluşturuyor insanın gözlerinden gönlüne uzanan.

29 Mayıs pazartesi günü saat 17.00 sularında Kültür Park’ın içerisinde bulunan Dede Bahçe Kafem’de tentelerin altında otururken, önce bir gök gürültüsü duyuldu, ardından da müthiş sağanak başladı. Orada oturan herkes sandalyesini yağmura doğru döndürüp seyre dalarken, etrafta yağmura tutulan insanlar da koşup o tentenin altına sığınıyordu. Yağmur öyle bir hızla yağıyordu ki hatta bir ara doluya bile dönüştü. Yerde küçük dereler oluşuyor, kabarcıklar meydana getiriyordu. Arada bir sakinleşip dua eden dudaklar gibi tıpır tıpır sesler çıkarıyordu. Sonra yeniden coşuyor, sağanak kıvamına ulaşıyordu.

Şair yüreğimde bir melankoli uyandı. Çevremdeki insanlara baktım. Gençler tıpkı içinde bulunduğumuz bahar rengârenk, cıvıl cıvıl hayat doluydular. Yedikleri yiyecekten, içtikleri çaydan, koladan, ayrandan, limonatadan, kahveden büyük bir tat alıyorlar, etrafındaki insanlara muhabbetle bakışıyorlardı. Yaşları biraz daha ileride olanlar hem yağmura bakıyorlardı hem de eski yağmurlardan kalma bir hatıra geçiyordu sanki gözlerinin önünden. Kiminde hüzünlerle oluyordu bu hal, kiminde ise hafif bir gülümseme ile… Yaşları geçkince olanların yağmura bakışları ise tamamen bir hüzün barındırıyordu. Elbette onlarda da hatıralar uyanıyordu yağmurun yağmasıyla ama bu geri dönülemeyecek zamanların ümitsizliğiyle gelip geçiyordu gözlerinden.

Derken bir genç kız gelip durdu biraz ileriye. Masalardan birinde oturan genç adamın dikkatini celp etti. Kız simsiyah saçlarından sular süzdürüyor, ıslanmış üstünü başını hafiften silkeliyordu. Gençliğinin güzelliği, saçları gibi simsiyah gözleri ve beyaz kabanının altında siyah kıyafeti bütün ıslanmışlığının buhuruyla birlikte etrafa yayılıyordu. O, orada bir yağmur kaçağı olarak bulunurken, masadaki genç adamda ona kaçamak gözlerle bakıyordu. Bütün bunların farkında olan kız da, o genç adam da yılışmadılar, kendi kişiliklerini bozmadılar, bir, beğenilmenin şımarıklığına kapılmadı, diğeri de beğenmenin tazyikini göstermedi. Kız gidip bir çay aldı geldi boş masalardan birine oturdu, genç adam da gidip kendine bir çay aldı geldi ve kendi masasına oturdu. Çaylar bitti, yağmur dindi ve kız kalkıp gitti. Oğlan oturduğu yerden kalkmadı, belki de kalkamadı ama gözleri iflas etmiş bir insan gibi bakıyordu. Bu manzara karşısında Attila İlhan’ın Yağmur Kaçağı şiiri geldi aklıma ve bu oracıkta yazıverdiğim şiire ayak oldu. O genç adamın duygularıyla şiir şöyle klavyeye düştü:

Bir tente altında

Yağmura bakıyordum

Yerin bağrını deşiyordu

Bulutların bıçağı

Yanımda bitiverdi ansızın

Bir yağmur kaçağı

Haykırdı gökyüzü

Hızlandı damlalar

Şimşeklerdi o an

Yıldırımların uçağı

İçime düşüverdi birden

Bir yağmur kaçağı

Oysa geçti sanıyordum

Artık aşk uzak bir ülke

Bitirdim diyordum

Çoktan ben o çağı

Sırılsıklam etti beni

Bir yağmur kaçağı

Beyaz kabanı ıslanmış

Saçlarından düşler süzülüyordu

Siyah eldivenleri daha koyulaşmış

Su sızdırıyordu kolçağı

Bana kalbimi hatırlattı

Bir yağmur kaçağı

Derken dindi yağmur

Bulutlar sustu gökyüzünde

Gözlerime düştü

Yedi rengiyle gökkuşağı

Gönlümü çelip gitti

Bir yağmur kaçağı

Gökyüzü kara bulutların yırtığından mavi mavi bakıyordu yere doğru. Bulutlar homurdanmaya devam etse de yağmur dinmişti işte. Kafem’den ayrılıp Kültür Park’ın içinde dolaşmaya başladım. Güllere, lalelere ve başka çiçeklere daha yakından bakmak istedim. Süs havuzundaki kuğulara, simitçiye, tatlıcıya, dondurmacıya selamlar baktım. İnsanlara sevgiyle bakınca, etrafındaki cansız varlıklara da muhabbetle bakıyormuş meğer insan… Hayatı güzelleştiren sevgiymiş, aşkmış işte…

Sonra bir bir Selçukya şairleri Kafem’e gelmeye başladılar ben de dönmüştüm oradaki yerimize. Bahar, şiir, sevgi ve muhabbet bir kez daha tekrarlanıyordu gönüllerimizde. Hayat güzel vesselam.

Sevgiyle kalın.