Bitmedi, yarım kaldık...

Hayrettin Atak

Bugün ne cenazenin başında edebiyat yapan, hatta devletsizliğe! vurgu yapan Selahattin’i, ne MİT’in görev tanımından şikayet eden Can’ı, ne sokağa girince elindeki silahı polise fırlatan teröristi, ne savaşı, ne barışı, ne Rus’u, ne KSO toplantısında Konya’nın Otomobil fabrikası mücadelesine destek olarak şehri bir kez daha gururlandıran bayan Milletvekili Hüsniye Erdoğan’ı, ne 2 milyonluk koca şehirde tarihi bir Roman Kongresinde yaşanmayan izdiham…

Bir güzel sonbahar pazarı!   Yazık etmeyim bu güzel güne…

…    

Bitmedi,  yarım kaldık…

Her şeyi olduğu yerde bırakıp gidesi gelir ya insanın bazen, ardına bakmadan… Ve gittiği yerde kendisi de olmasın diler… Ama olmaz… İşte öyle bir gün bugün…

Hiç olmazsa hissizleştirilmelidir ya insan böyle zamanlarda, en azından ayakta kalabilmek için… Çekip koparsın biri hüzünlerini…

Oda olmaz…

Çırpınırsın…

Çırpındıkça daha çok seversin…

Daha elini bile tutamadan tutuşmaya başlayanların hikayesidir bizimkisi… Bilmez çoğu… Sevebilenlerin ve özleyebilenlerin hikayesi… Ki aylardan Şubat’tır… Gözü hep arkada kalanların, gönlünde hep bir burukluk olanların,  görmeyince koca gökyüzü kendilerine dar gelecek kadar temiz kalabilenlerin hikayesi… Gidiyorsam en azından bir daha gökyüzünü görmemeliyim diyenlerin…

… 

Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanlar kazanır hayatta hep… Kaybedecek o kadar çok şeyimiz var ki…

Kazanmamız mümkün değildi… O yüzden yenildik! hep… 

…    

Avuçlarımızda mı yazılıdır kader, yoksa alnımızda mı? Avuçlarımızda olsaydı kolaydı; sımsıkı sıkardık yumruğumuzu ömrümüzün sonuna kadar. Uçmasın sevdiklerimiz diye… Ama zannediyorum alnımıza yazmış Yaradan…  Yoksa kimse kaybetmezdi sevdiğini…

Bütün bunların üstüne bir de derdinizi dökecek tütününüzde yoksa bir ayrı yanacaksınızdır, hazırlıklı olun…  Geceler uzadıkça uzar çünkü… Koca bir boşluk ve koca bir karanlıktır sizi bekleyen… Ve ‘her neyse’ diyemeyeceğin kadar yalnızsındır… Tüm cesaretinizi toplayıp “her neyse” dediğinizde de, fark edersiniz ki “gündüzün karanlığı ayrı yormuştur sizi, ayrı üzmüştür…

Hele ki Şubat’a gebe sonbaharlarda… Ve her sonbahar bir Şubat’a gebedir, bilirsin…    

Bir dakikalık saygı duruşlarıyla da anamazsın ki bir aşkı. Bir ömrü heba etmeni ister senden... Bir tebessüme meftun olmak değildir ki, baştan ayağa insan olmaktır; Aşk… O yüzden ister ömrünü senden… Verebilirsen yaşarsın…  Vermekten başka çarende yoktur hani, çünkü o varsa alabilirsin nefesini… Ve ancak o zaman yaşayabilirsin…

Hayat bütün yanıtları içinde barındıran bir soru kitapçığı gibi… Aşk hariç… Öğretmeden sokar sınava, anlatmadan… Yanıtı da yok, sorularının… 

Herkesin unuttuğu bir anda, sadece bir kişinin sizi hatırlamasını ummaktır, aşk…

Bir çocuk parkında salıncakta sallanmak bazen… Tahtaravalliden indirebilirsen o iki yüreği…

…   

Kim ki o? Canın en çok yandığında ilk sığındığın kişidir çoğu zaman…

Hiçbir kelimenin ve hiçbir cümlenin tam olarak anlatamayacağı sihrin adıdır, O… Tüm anlatımlar ve tüm benzetmeler birbirine zıt bu yüzden…  

Aslında sadece ‘özlemektir, aşk…’

Her şey hayallerimizdeki kadar güzel yaşansa keşke…

İnsan herkesi kalbinin başka bir tarafıyla seviyor sanıyorum… O yüzden mi sığdırabiliyoruz onca kalabalığı?  Ondan mı hayallerimiz deki kadar güzel bitmiyor hiçbir şey…

En özelini tahtlar üzerinde en güzel yerde misafir ediyoruz…

Ama adı hep bizde gizli kalıyor… Kalmalı… Onun yüzünden en hüzünlü şarkıları bile dinleyemiyoruz…

Onunla var olursunuz ama ondan sonra ölemezsiniz, işte acı da bu…  

Dedim ya bir sonbahar yazısı…

Oradan oraya savrulmuş kurumuş, sararmış, süpürülmüş yapraklar gibi…

Tıpkı yazdıklarım gibi…