BÖYLE GİDİLMEZDİ

Hakan Bahçeci
            İçimde bir zemheri akşamı, üşüyor olmalı gönlümün burçları. Taşıdığım isyan yetmiyor içimdeki sese, kavgaya tutuşmuş çoktan sözlerin en keskin olanları. Mekân sığmıyor içime, dışarıda değil içimde başlıyor tipi. Vurup çıkıyorum kapıyı, tekrar döner miyim bu eşiğe, boyun büker miyim bilmiyorum. Dönüp bakmaya ne mecalim ne arzum var. Bu kapının ardında yaşanacak bir hikâye kalmamıştı belki de.
 
            Üzerimde babadan kalma eski bir parka, altı delinmiş pabuçlar, cebimde üç beş kuruş zemherisine âşık bir şubat akşamına doğru yola çıkıyorum. Hangi kapının ardında hangi hikâyeler yaşanır bilmek zordur, şimdi çarpıp çıktığım bu kapının ardında bırakıyorum tüm hikâyeyi ve ellerimi ceplerime sokup yürüyorum gece vakti.
 
            Yürüdüğüm bu sokağın bu soğuk kış günü beni böyle uğurlayacağını kim bilirdi? Kar mıydı yağan tipi miydi savuran… Parkamın yakasını kaldırıp başımı önüme eğip yüzüme çarpan keskin soğuğa aldırmadan yürüyorum şimdi. Bir menzili yok bu yürüyüşün, bir sonu olacak mı meçhul. Üşüyorum, ellerim üşüyor. Göz gözü görmüyor, siluetler gelip geçiyor yanımdan, aşina gelmiyor yüzleri, zaten göremiyorum tipiden borandan.
 
            Gidişimin bir anlamı olmalı, bir ifadesi olmalı bu vedanın, dokunduğu bir gönül, açtığı bir yara olmalı misal. Bu kış gecesi bunca soğuk neden daha dondurmuyor da yüreğimi yakıyor böyle. “Soğuk yakar” derdi Paşam… Öyleymiş, gönlümün yanmasından biliyorum şimdi.
 
            Neye muhtacım şimdi, neyi arıyorum? Kendi anlamını ararmış insan, başkasında başkalarıyla yaşarken. Sabahı neye gebedir bu soğuk gecenin? Sokak lambalarının altında duruyor, bir yön bir rota belirlemeye çalışıyorum. Verdiğim hiçbir cevap teskin etmiyor, hiçbir işaret bir iz yol göstermiyor. “Nihayet” dediğin yolun kendisidir belki de, menzil yola düşmektir nereye varacağını takdire bırakarak. Lakin şu soğuk çok dokunuyor be Paşam, daha ne kadar sığabilirim, sığınabilirim parkama?
 
            Yürüdüm, adımlarımı saymadan, direnişe kalkan bir ordunun son neferi gibi. Bir masalda olsaydım ileride bir yerlerde nokta kadar olsa bile, zayıf bir ışık yanar, yolum oraya düşer bir ihtiyar karşılardı. Masal olamayacak kadar gerçek bu soğuk ve seni sana bırakmayacak kadar sokuluyor yanına. Uyumanı bekliyor ve uyursan bu soğuk bir daha uyandırmaz bilirsin.
            Sığınacak bir yer yüreğimden başka neresidir… Koca şehirde çat kapı varabileceğin kaç dostun var? Mecali kalmadı ayaklarımın, ne kadar yürüdüm kaç adım attım? Bir otobüs durağında eğleştim, bineceğim için değil, oturdum duraktaki banka. Ellerimi bacaklarımın arasına koydum, kendime, hayallerime, henüz yazılmamış hikâyeme daha da yaklaştım. Daha ben kendi öykümü seyredemeden bir kedi gelip sokuldu ayaklarımın arasına. Sürtünerek dolaştı çevremde, masum ve çekinden baktı yüzüme. Çaresizdi belki, kimsesizdi. Teklifsiz atıldı kucağıma, küçüktü, siyah tüyleri titreyen bedeniyle kollarımın arasına uzandı. Üşümüştü belli, benim gibi. Sordum “sen de mi çekip çıktın kapıyı?” Kızdı mı nedir, aşağı atladı hemen.
 
            Kalktım yerimden, yürümeye devam ettim. Kedi de düştü peşime.  Duraksıyordum duruyordu, yürüyordum yürüyordu. Üşüyordum o da üşüyordu açtım ben muhtemelen o da açtı. Sen şimdi nerden çıkıp geldin be yavrucak? Kendine yetememiş, çaresizliğine yenilmiş bir yalnızın peşine neden düştün? Bu hikaye kimin şimdi Paşam?
 
Yok, olmadı el vermedi içim, kucağıma aldım, muhtaçtı işte, yarenlik edesin diye mi çıktın yoluma be çocuk… Oysa asıl soru şu idi; şimdi kim kime muhtaç? Aç ve susuz kalmış bir yavrucağa ben mi deva olacaktım, anlamını arayan bir yalnıza o mu gönderilmişti? Benim imtihanımda bir vesile mi olacaktı o, yaşaması için bana mı ihtiyacı vardı?
 
Gel bakalım yavrucak, baban değilim, annen hiç olamam ama cebimdeki son parayı da birlikte harcayalım. Yolun karşısında küçük bir bakkala girdim, kardan üstüm başım bembeyaz olmuş, ıslanmıştım. Bir ekmek bir paket süt aldım. Ekmeği bölüşür sütü o içer diye düşündüm.
 
Bir elimde ekmek, bir elimde süt, içimde tatlı bir esinti dışarıya çıkacaktım. Acı bir fren sesi, acı bir inleme. Durmadı araba belki farkında bile değildi küçük yavrucağa, yoldaşıma son dostuma çarpmıştı. Yolun ortasında yüreğimi yanına alarak vermişti son nefesini. Dondum… Böyle de gidilmezdi be çocuk…