ÇARE YOK HERKES ISLANACAK

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Ülkelerin çözmek zorundan kaldıkları içsel ve dışsal konular her geçen gün artarak derinleşmektedir. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında ülkeleri yöneten siyasetçilerin popülist uygulamalarından belki daha çok, global ekonominin ABD ile AB bağlamında Almanya, İngiltere ve Fransa gibi önde gelen ülkelerin, dünyayı paylaşma hazımsızlığıdır. Dünya yeraltı ve yer üstü kaynaklarının; ülke, bölge ve tüm yeryüzü perspektifinden bakılarak aç gözlülükle değil, adaletli paylaşımı yönünde politikalar kalıcı bir şekilde takip edilmedikçe global ölçekte iktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel huzurun tesis edilmesi mümkün görünmemektedir. Küreselleşme sonucu reel ve finansal sektörlerin tüm ülkeleri ve firmaları birbirine bağladığı günümüzde, ortaya çıkacak olası bir sorundan kendini koruyacak veya sakınacak  - ABD, Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa, Kanada bile olsa - bir ülke düşünülemeyeceğine göre, göz göre göre dünyanın kaosa doğru sürükletilmesini anlamak hiç de kolay değildir. Bir çok örnek verilebilir. ABD’nin terör örgütleriyle iş tutup Suriye merkezli sivilceyi yara yaparak tüm Orta Doğu’yu kaos ortamına sürüklemesinin, bu bölge ülkeleriyle ticari ilişkilerde bulunan diğer ülkelerin ekonomilerini sarsması bir yana, eninde sonunda ABD ekonomisini negatif etkileyeceği açıktır. Venezüella’da ekonominin iflas etmesiyle başlayan krizin, Trump’ın müdahaleleriyle uluslararası boyut kazandırılıp siyasallaşmasının, başta petrol arzını dolayısıyla da fiyatını belirsizliğe iterek ABD’de dahil tüm ülkeleri olumsuz etkileyeceği oradadır. Yine ABD’nin İran’ı terör ülkesi olarak algı oluşturmaya çalışmasının sonucu yaptırım uygulaması ve hatta İran ile ticaret yapan diğer ülkeleri tehdit etmesi ve yaptırım kapsamına alması, dünya ekonomisinin durgunluğuna katkı yapmasından başka bir sonuç doğurmayacaktır. Çünkü büyük ekonomik güce sahip Çin, Rusya gibi ülkelerin, İran ile ortak ekonomik çıkar ilişkiler içinde olması, bilek güreşini karşılıklı hem sertleştirmekte hem de derinleştirerek bloklar savaşına döndürmesi, yine dünya ekonomisine yavaşlatma etkisi olarak dönecektir.

Global boyutta çıkarına gelmesi durumunda her türlü hukuk ve evrensel insan haklarını hiçe sayarak, salt gelişmiş ülkeler lehine kurgulanan bir sistem veya ortaya atılan formül değişmedikten sonra, ülkeler ile ilgili açıklanan ekonomik, sosyal ve toplumsal veri, rapor ve endekslerin olumlu bir seyir göstermesi, geçici bir rahatlama sağlamaktan başka sonuç getirmeyen gelişmelerdir. Bunların üzerine ABD ekonomisinin 2019’un geri kalanında durgunluk tehlikesini üzerinden atamaması, AB daha doğru bir ifadeyle Eurozone’na ECB’den yıllardan beridir aktarılan finansal katkılara ve uygulamaya konulan maliye politikalarına rağmen Avrupa ekonomisinin canlanmaması, ihracata dayalı büyüme stratejisiyle önemli mesafeler alan ve ABD’den sonra en büyük ikinci ekonomik güç konumuna gelen Çin’in, küresel durgunlukla birlikte ihracat-ithalat zincirinin kopma aşamasına gelmesi ve ABD ile giriştiği korumacı politika savaşından ciddi boyutta zarar görmesinin küresel büyümeyi dahi yavaşlatacak sonuçlara yol açması, genel sorunları daha da ağırlaştıran unsurladır.

Gelelim Türkiye’ye. Bizim dışımızda uluslararası bazda gerçekleşen ekonomik ve siyasi konjonktür, ne yazık ki aleyhimize işlemektedir. Küresel durgunluk kıskacı diğer ülkeler gibi, Türkiye’yi de içine almıştır, hem de negatif ayrıştırarak. Ülkemizde bulunan Suriyelilerin varlığının, toplumsal olarak içselleştirilemediğinden çözümden ziyade sorun haline dönüşmesi, İstanbul seçim sonucunun halen resmi olarak netleştirilememesinin doğurduğu belirsizliğin ekonominin geneline yayılması, TCMB rezervlerinin hesaplanmasında net-brüt tartışmasının gereğinden fazla abartılması, yapılan onca tedbire ve açıklamalara rağmen Nisan ayında TÜFE’nin %19.50 çıkması, üstelik geleceğe yönelik fikir vermesi adına on iki aylık ortalamalara göre Yi-ÜFE’nin %32,24, özel kapsamlı TÜFE göstergesinin (B)  on iki aylık ortalamalara göre %18,48 olarak gerçekleşmesi, yaz aylarına girilmesinin yol açacağı mevsimsel etkiler dışında kalıcı olarak TÜFE’nin yılsonu hedeflenen %15 düzeyine düşürülmesi umutlarını zayıflatmaktadır. Global sorunlardan herkes gibi biz de fazlasıyla nasipleneceğiz anlaşılan ama en azından içsel sorunlara, siyasi irade tarafından geçici değil, uzun vadeli, yapısal ve kalıcı çözümler getirecek politikalar devreye sokulması yoluna girilmelidir.

  

Soru: Kişisel gelir harcanabilir gelir midir? Neden?

Sözün Gözü: Döviz kazanıyorsan döviz harca, vice versa.